Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Diğer » Anadol’dan yapay zekâlı dünyaya sahici önermeler

Anadol’dan yapay zekâlı dünyaya sahici önermeler

Anadol’dan yapay zekâlı dünyaya sahici önermeler27 Eylül 2024 - 05:09
Dijital, kamusal ve güncel medya sanatında ‘bağımsız bir dünya markası’ olarak üretimini sürdüren Refik Anadol, yeni projelerini ilk kez Milliyet Sanat’la paylaştı. “Türkiye İş Bankası’nın 100. yılında Atatürk Vizyonuyla Gelecek Yüzyıla Bakış” konferansında, kariyeri ve yakın gelecek ajandasını da alkışlar eşliğinde paylaşan Anadol, “Ben, düşünen bir fırça, düşünen bir satranç taşı gibi düşünüyorum,” diyor. Sanatçının takviminde, sırada Türkiye’nin doğal zenginlik hafızası ile gelecek yılın Venedik Mimarlık Bienali ve Ortadoğu ülkeleri de bulunuyor.
EVRİM ALTUĞ 
evrimaltug@gmail.com
 
1924 yılında Gazi Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulan Türkiye İş Bankası, ilkini geçen yıl, Cumhuriyetin 100. yıl dönümünde düzenlediği “Atatürk Vizyonuyla Gelecek Yüzyıla Bakış” konferansının ikincisini, bu kez bankanın 100’. yaş gününde İstanbul’daki İş Kuleleri’nde meraklıların ilgisine sundu. 26 ve 27 Eylül’de bilim, ekonomi, tarih, sanat ve sporun öncü kimliklerini uluslararası katılımla buluşturan, aralarında Nobel ödüllü ekonomist Paul Krugman ile Apple’ın kurucu zihinlerinden Steve Wozniak’ın da yer aldıkları bu küresel ‘aydınlar zirvesi’nin ilk günkü konukları arasında, tanınmış sanatçı ve dijital medya uzmanı Refik Anadol da hazır bulundu.
 
 
1985 doğumlu sanatçı ve tasarımcı Anadol, bir saati aşan sunumunda katılımcılara, sevgili Eşi Efsun’un yoldaşlığı ile kariyerini şekillendiren son 10 yılı aşkın süreli projelerini ve 20 kişiyi aşan uzman ekibiyle ortaya koyduğu yenilikleri art arda ve alkışlarla sıraladı. 
 
Anadol’un ailesinin de dinleyiciler arasında hazır bulunduğu, duygusal seviyesi yüksek sunumun en samimi anları ise, sanatçının babası Ünal Bey’in de bir Türkiye İş Bankası çalışanı olduğunu delillendiren dakikalar oldu. Ünal Anadol, oğlu Refik’in doğumunun banka üst düzeyi tarafından kutlandığı tebrik belgesini bugüne kadar eşiyle birlikte, tam bir gururla saklamıştı.  
 
 
Önümüzdeki birkaç yıllık ajandası şimdiden dolu olan çalışkan, yaratıcı sanatçı Refik Anadol, Atatürk’e sık sık ithaf ve teşekkürde bulunduğu sıcak sunumunda ayrıca, sanat, kültür ve hayata bakışına yön veren isimleri de selamladı. Anadol, ABD’li bilim-kurgu yazarı Philip K. Dick, tasavvufun öncüsü Hz. Mevlânâ Celâleddin-i Rûmi ve yine ABD’li astronomi uzmanı Carl Sagan ve İspanya’nın tasarım, sanat ve mimarlık ikonu Gaudi gibi isimlere de, çeşitli projeleri üzerinden göndermelerde bulundu. 
 
Anadol’un sunumunda ayrıca, yakında ABD’nin California eyaletinde, Los Angeles kentinde ilk kez dünyaya tanıtacağı ‘Yapay Zekâ Müzesi’ Dataland ve New York’taki MoMA’da günlük yaklaşık 38 dakikalık izlenme rekoruyla müzenin de koleksiyonuna alınan ve kurumun sahip olduğu sanat tarihsel birikimden yola çıkılarak üretilen eseri de, alkışlar eşliğinde, ayrıntılarıyla tanıtıldı. 
 
Halen, Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın şimdilik 16 kentte düzenlediği “Kültür Yolu Festivali” kapsamında 15’in üzerinde kentte ücretsiz sergilediği farklı yerleştirmeleriyle alkışlanan Anadol, Milliyet Sanat’la son projeleri ve dünya kültür sanat gündemi hakkındaki fikirlerini paylaştı.
 
“Atatürk Vizyonuyla Gelecek Yüzyıla Bakış” adına, bu konferansta siz bize hangi mesajı veriyorsunuz?
 
Atatürk ilkeleri ve vizyonu ile ortaya çıkan bir konferansta, O’nun ilke ve inkılâpları ile büyümüş biri olarak çok anlamlı bir günde olduğumuzu düşünüyorum. Özellikle iktisat ve bilim alanlarında duayen, farklı konuşmacıların fikirlerini dinlemek, muazzam bir deneyim. Sanırım buradaki katkım, alanında yapmış olduğum, ürettiğim işlerin, ülkemize katkı sağlayabilecek yanlarından, özellikle dünyada ilk kez yapılmış bulunan yapay zekâ ağlarıyla sergileme meselesi. Yani, örneğin 2016’da Vasıf Kortun’un değerli desteği ile SALT’ta sergilediğimiz çalışma ve daha birçok farklı serginin, bir nevi Atatürk vizyonuna çok da yakın olduğunu, çok da farklı olmadığının kanıtı olarak sayılabilecek, son 10 yıllık maceramı bu konferans sayesinde, bir ‘keynote’a dönüştürdüm. 
 
Bugün burada, iki farklı, yeni hayalimizi de ortaya çıkardığımızı kanıtlamak adına, iki büyük haberimiz de var. Bir tanesi, geçen gün duyurduğumuz, Dünyanın ilk yapay zekâ müzesini, Frank O. Gehry binasında açacağımızın haberi. Bunun arkasındaki detayların ayrıntılı hayalini paylaşmak isterim. 
 
Daha da önemlisi, Türkiye İş Bankası’nın değerli desteği ile çok anlamlı bir projeye başlıyoruz. Özellikle yapay zekâ ağları, büyük dil modelleri, Chat GPT, Gemini gibi büyük modellerin aslında bütün odağının insan zihni, aklı ve mantığına odaklı yapılardan çıkmasının ve bir şekilde, nasıl olduysa, belki de insanlığın en önemli, akıllı ve değerli varlığı olan doğayı unutması ile arada oluşan farktan bahsetmek istedim. Buna karşılık, bir sanatçı olarak ben ve ekibim, yaklaşık iki yıldır bir tepki olarak, doğa üzerine dünyanın en gelişmiş yapay zekâ modelini ortaya çıkarmaya çalışıyoruz. 
 
Büyük Doğa Modeli dediğimiz bu model için dün de BM’de bir sergi yaparak dönüşte bulundum. Dünya liderlerinin, BM’nin odağında yapay zekânın olduğu yıl, tek yapay zekâ sergisinin de bizim eserimize ait olması muazzam bir deneyimdi.
 
Bu konuyu biraz daha ileri götürmek için konuşursam, yirmi kişilik ufacık ekibimizle, doğa gibi çok kapsamlı bir yapıyı anlamamız ve temsil etmemiz, aslen mümkün değil. Ama yavaş yavaş başlamanın bir yönteminin bir ‘ülkü’ olabileceğini düşündüm: 
 
Sağ olsun, Türkiye İş Bankası’nın desteği ile ülkemizdeki 50 millî parkın tüm endemik verilerini, flora, fauna ve fungi yapılarını, bunların tamamının ölçüldüğü, toplandığı ve açık kaynak olarak halkla, herkesle paylaşıldığı bir projeye başladık. Bu, bildiğim kadarıyla tüm dünyada bir ülkenin kendi doğa verisini toplayıp, bir yapay zekâya çevirdiği ilk örneği. Bunu da bugün sahnede paylaşıyorum. Sanırım Atatürk vizyonuna dair, gelişmemizi ve ülke ve toplum olarak, gideceğimiz yere dair pozitif ve ölçülebilir teknolojinin getireceği yenilikleri, böylece hissettirmeye çalışıyorum.
 
 
Durduğun yerden, kaygıların, uyarıların neler?
 
İki uyarım var: Birincisi, verinin etik olarak toplanması. Yapay zekânın temeli, veriler. Yani, hatıraları. Verilerin nasıl toplandığı, bir araya geldiği, buna kimlerin izin verdiği soruları, en büyük soru başlıkları. Şu an, dünya devlerinin yapay zekâ modellerinin içindekilerin ne olduğunu söylemeleri, neredeyse imkânsıza yakın. Dolayısıyla biz de, bu yüzden son eserlerimizde verinin nereden geldiğini, nasıl toplandığını çok açık ve net biçimde dile getirdik. 
 
İkincisi, enerji kullanımı. Yapay zekâ ağlarının ortaya çıkması sırasında on binlerce GPU’nun bir arada kullanılması gerekiyor. Çok ciddi bir enerji kaynağına ihtiyaç var. Şu an hissetmesek de önümüzdeki 10 yıl kuvvetle muhtemel her yerde, yapay zekâ fabrikaları ortaya çıkacak. Hatta ABD’de bu son iki yıldır zaten çoktan var. Bu, dünya çapında gelişmeye başlayacak.
 
Bu noktada, sürdürülebilir enerji kaynakları ile yapay zekâ ağlarının bir şekilde bir araya gelmesi gerekiyor. Hatta biz bu yüzden kendi yapay zekâ ağlarımızda kullanım sırasında dahi ne kadar enerji kullanıldığını, bir şekilde daha az gizli hale getirmeye, açık kılmaya (demystify) çalışıyoruz. İnsanlık için bu iki önemli konunun çok önemli olduğunu düşünüyorum. 
 
Bu anlamda ‘dijital hukuk’ size göre bir gerçek mi?
 
Gerçek olmaya çalışan bir şey. Hukukun yapay zekâ döneminde nasıl bir şey olacağını hâlâ kestiremiyorum. Çünkü hukuk, bir şekilde toplumun, insanlığın değişimi ile değişen, gelişen bir kavram. Dolayısıyla yapay zekânın nereye gideceğini tam kestiremiyorum. Ama eminim yapay zekâ ağlarının söz sahibi olabileceği yeni bir hukuk düzeninin ortaya çıkabileceğini öngörmek, çok kolay diye tahmin ediyorum. 
 
Aslında gelecek projelerinizi anlatırken, bir terzi gibi de çalıştığınız düşünülebiliyor.
 
Evet, bu arada grubumuza da, bir terzi gibi ben de “Yapay Zekâ Atölyesi” diyorum. 
 
Emeğiniz doğrultusunda özellikle kamusal alan, müzecilik ve sanat başlıkları, sunumunuzda da büyük yer işgal etti. Peki, sizin mimarlığa ve doğaya yönelik vazifeleriniz ihtiyaca göre nasıl sıralanıyor?
 
Çok güzel bir soru. Bunun en iyi cevabını, Venedik Mimarlık Bienali’nde vermeye çalışacağım. Seneye bunun bir parçası olacağımızın da haberini verebilirim. Aynı zamanda, Guggenheim Bilbao binasındaki müzede de, konuyla ilgili benzer bir proje ortaya çıkarıyoruz.
 
Aslında, yapay zekâ çok enteresan bir dil kullanarak bu dönüşüm ve değişimi anlatabilir. Mimarlık gibi, çok kapsamlı ama bizi Doğa Ana’dan koruyan, fonksiyonel yapılarla derdi olan bir Dünya ile benim gibi, aslında fiziksellik ve Newton fiziğinden uzakta olabilen, ışığın materyal olabildiği, beton, metal ve camın ötesine geçildiğinde mimarînin nasıl tekrardan düşünülmesi gerektiğini hep sorgulayan biri olarak, bu çok heyecan veren bir yer aslında. 
 
Doğa Ana’nın kendisine baktığımızda, onun kendi devinimi ve her zaman yenilenebiliyor olmasının altında yatan o ana fikri mimarîye yansıtamadığımızı bildiğimiz için, acaba yapay zekâ sayesinde, aradaki o boşluğu doldurabilir miyiz; yeni bir ‘madde’ (matter) hayal edebilir miyiz sorusu ile Venedik Mimarlık Bienali’nde bir eser hazırlıyoruz.
 
 
Tıpkı doğanın kendisi gibi, onun yaşayan yapılara nasıl nüfuz ettiği meselesine odaklanıyorsunuz…
 
Aynen. Yaşayan yapılar. Onların materyaller dönemine girdiğimizi düşünüyorum. Çünkü yapay zekânın bence buradaki yolu, bu. 
 
Projelerinize çok hızla giriş yaptığımız için, aklımıza ilk gelen görseller de dijital ekranlarımızın ‘koruyucu’ görselleri (screensaver) oluyor. Fakat zaten ‘screensaver’ denildiğinde de, onun zaten ‘koruma’ amaçlı bir detay olduğunu akabinde anımsıyoruz. Sizin, bu yönüyle bir nevi çevreci kaygıyla dijital evrende yer aldığınızı düşünebilir miyiz? Hatta anarşist bir çevreci gibi davrandığınızı söyleyebilir miyiz?
 
Tabii, yüzde 100. Bir şekilde, yüzde 100, aynı yerdeyim. Şu yüzden söylüyorum: Birincisi, yağmur ormanlarında yaklaşık iki ay yaşamış biri olarak, gerçekten doğada yaşamanın ne olduğunu insanlık olarak unutmuş bir haldeyiz. İnsanlık olarak bu çerçevede aldığımız büyükşehir modelleri, bu beton ‘ormanları’na dönüşmüş şehirlerimizin aslında doğayla hiçbir alâkası olmadığını iyice hatırladıkça, yaptığım işin daha önemli olduğunu fark ettim. Ama yeni bir dil bulmaya çalışıyorum. Çünkü kullanılan eski dil, maalesef yeni bir şey yapamadı. Yapsaydı, zaten burada olmazdık. Doğayla ilişkimiz böyle olmazdı. O yüzden, yeni bir dil bulmanın önemli olduğunu düşünüyorum. Sanatın, burada yüzde 100 değerli olduğunu düşünüyorum. 
 
Sanat yepyeni bir anlatı biçimi olabilir. Anlatırken, belki üstten bakmadan, belki de aynı şekilde ama farklı bir dili anlaşılır kılmak gibi bir görevim var gibi hissediyorum.  Hem doğanın dilini anlamanın önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü doğayı anlamak, gerçekten gitmek, görmek değil. Onun hâlâ bir dili yok. Doğanın bize söyleyeceklerini hâlâ bilmiyoruz. Dolayısıyla, belki yapay zekânın burada yine bir görevi olabilir diye düşünüyorum. Amacım burada doğayı mimiklemek, değiştirmek de, tamamen kopyasını çıkarmak da değil. Doğayı gerçekten anlayabilecek bir sistem oluşturabilmek. Dolayısıyla burada, kendime bir görev görüyorum. Aynı zamanda, bu bahsettiğim konuları da açık ve şeffaf biçimde konuşabilmenin de önemli olduğunu düşünüyorum. 
 
Dünya devleri ile de aynı şeyleri konuşuyorum. Google ekibiyle de aynı şeyleri konuştum ve sağ olsunlar, Oregon’da tamamen yenilenebilir enerji karakteriyle bir yapay zekâ modeli eğitebildik. Evet, dünyanın en yavaş modeli olabilir. Ama dünyanın doğaya en az zararlı modeli olduğunun da farkındayım. Yani, demek istediğim, böyle yerlerde çok farklı perspektiflerin açılabildiğini görmeye başladım. Dolayısıyla, sanatçının sadece parlak pikseller yapmadığı bir döneme girdiğini düşünüyorum. Eğer, sanatçı yapay zekâ kullanıyorsa ve bu fırsatlar yaratıyorsa, bu fırsatların da aynı zamanda sorumluluklar getirdiğini düşünüyorum. Aslında burada da, tepki olarak bu sorumlulukları yerine getirmeye çalışıyorum.
 
 
Burada sanırım mülkiyet meselesi de önem kazanıyor. Neoliberalizm ve kapitalizmin bireylere dayattığı ‘anonimlik’ zehrine de bir gönderme oluşuyor. Dolayısıyla dijital veya yapay zekâ temelli sanat ve kültür yapı(t)larının sahipliği üzerine neler söylersiniz?
 
Dijital kültür, bence insanlığın dili olmaya çok yakın bir yerde. Bu arada ilk yaptığım şeylerden biri, sanatın her yere, her yaşa ve kültüre ait olmasıyla ilgili bir derdim olması oldu. Yapay zekâ sayesinde, belki insanlığın dilini bulma şansımız var. Dijital kültürün, sanatın bence bu anlamda yeri ve yükümlülüğü bulunuyor. Sorumluluğun henüz üstlenildiğine emin değilim. Ama ben kendi adıma, kişisel olarak bu aradaki farkı kapatabilecek hayaller kurmaya çalışıyorum. 
 
Hâlâ ulaşamadığınız ülkeler veya kesimler var mı, bu konuda hayalleriniz var mı?
 
Tabii, dünya çok büyük bir yer. İnsanlık olarak çok kalabalığız. 70’ten fazla şehirde sergi yapma fırsatım oldu. Antarktika dâhil, eserlerimi bir şekilde gösterme şansı buldum, çok şükür. Fakat hâlâ dünyanın büyüklüğü ve kapsayıcılığını anlamak çok zor. Meselâ Yawanawa insanları, 37 kişiyle bu dili kullanabiliyor! Dünyanın en yapay zekâ modelini de yapsanız, 37 insanın bu dili kullanabildiği bir dünya, bana çok doğru gelmiyor. Arada büyük bir fark olduğunu düşünüyorum. O yüzden, Yağmur Ormanları içinde imkânları olmayan kabilelerin bu yeni araç ve gereçlere ulaşabilmesine, hayallerini, kültürlerini ve dillerini korumaları için çalışmaya dâhil olmuş bir haldeyim. Belki, onlar bir yere vardığı zaman, sanki o zaman insanlığın bir ortak bir dile sahip olma şansı olabileceğini düşünüyorum. Bunda da,  bizim için yapay zekânın kuvvetle muhtemel en yakın teknoloji olduğunu düşünüyorum. 
 
Kültür - sanat üretim biçiminiz bana satranç oyununu da anımsatıyor. Modern sanat öncüsü Marcel Duchamp da bir müddet sonra kendini bu epik oyuna emanet etmişti. Bilirsiniz, satrançta bir an gelir, piyon da şah kadar etkili olabilir. Dahası, yakın geçmişte yapay zekâ ile yapılan tarihi şampiyonluk maçlarını da unutmuş değiliz. Dolayısıyla yaptığınız işi bu oyuna yakın buluyorsanız, rakibiniz kimdir? Ne dersiniz?
 
Aslında çok güzel bir analoji. Ama daha çok, bu durumu damaya daha yakın buluyorum. Çünkü 1 ve 0 gibi, en azından şu an için ‘ubiquitous’ bir gönderme yapmak istiyorum. Fakat şu anda öyle bir döneme giriyoruz ki, yapay zekâ ve kuantum bilişim ile beraber, damanın bile, 1 ile 0’ın bile yeterli kalmadığı bir düşünce yöntemine doğru gidiyoruz. Stratejik olarak, evet satranç doğru bir yer olabilir, ama kuantum bilişimle beraber, aslında tahmin ettiğimiz tüm benzerliklerin yeniden düşünülmesi gereken dönemin çok başındayız. Tabii, belki beş senemiz daha var. Kuantum bilişimin hayatımızda gözle görülür bir fark yaratması için daha var. Ama yapay zekânın, şu anda bütün satranç ya da benzeri strateji deneyimlerimizi yeniden sorgulattığı bir dönemin tam ortasındayız. Fakat yapay zekâyı karşımda değil, yanımda hissediyorum. Dolayısıyla yapay zekâ sadece bir araç değil. Bu çok kısıtlı bir yaklaşım. Çünkü yapay zekâ dediğimiz şey, dünya insanlık tarihinde ilk defa, enerji, insan zekâsı ya da mantığını çeviren bir teknolojiye sahip. Ben, düşünen bir fırça, düşünen bir satranç taşı gibi düşünüyorum.
 
Peki, bu manzara içinde sizin için siyaset nerede duruyor? Buraya George Orwell’in ‘Büyük Birader’inden geldik. Yapay zekâyı siyaseten kötüye kullanan mekanizmalar var mı?
 
Tabii. Yapay zekâ, gerçekliği, yaratıcılığı, her şeyi sorgulatan bir teknoloji, Bunu, şu anda ABD’deki seçimlerde, her gün görüyoruz! Resmen, sosyal mecralarda her gün yeni bir gerçek olmayan, ama gerçeğe yakın bir görüntü veya belge mevcut. Ben bir politikacı, siyasetçi değilim. Ama tabii ki, dünyanın sorunları, savaşları, ayrılıkları, birçok problemi var. Ben bir sanatçı olarak, doğayı ve doğanın herkes için eşit miktarda önemli olduğunu düşünerek, kendimi doğaya yakın problemlerde, nasıl çözümler üretebilirim, nasıl doğru yerlere, doğru zamanda dikkat çekebilirim gibi bir görev üstleniyorum. Bunu ne kadar gerçekçi bir şekilde hayata geçirebilirim, bilmiyorum. Ama en azından her elime geçen fırsatta, doğanın önemini konuşarak, uygulayarak hayalleri ortaya çıkarmaya çalışıyorum.
 
Sanat ve Ortadoğu. Elinizdeki imkân ve yeteneğiniz ile bu haritaya nasıl bakıyorsunuz ?
 
Ortadoğu’ya baktığımız zaman, şu anda hem Suudi Arabistan, hem Birleşik Arap Emirlikleri ve hem de Katar’da proje yapıyoruz. Önümüzdeki dört yılda, farklı ölçeklerde olacak bu girişimlerde, her ülke farklı biçimde, boyut ve büyük hayallerle yankı buluyorlar. Üçünden de farklı boyutta, farklı sanat ve kültür deneyimlerini göreceğimize eminim. Henüz üretmedim bu işleri, üretim aşamasındayız. Bu yüzden henüz göstermeden, üretmeden çok öngörü paylaşmak istemiyorum. Ama üretim biçimi olarak, cömertçe teknoloji kullandırabilen bir sistemleri var. Özellikle Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri arasında enteresan bir yarış olduğunun, iki kültürün sanatı resmen kendilerini ifade etmek için yeniden şekillendirmek istediklerinin farkındayım. Hatta Riyad’da son iki yapılan bu ışık festivali muazzam bir şey. Muazzam kapsayıcı. Aynı şekildeki, Dubai Gelecek Müzesi de muazzam kapsayıcı. Bunu örnekleri ile görüyoruz. Tabii bunun önümüzdeki yüzyıla nasıl bir yankısı olur, kestiremiyorum. Ama, çok değerli sanatçıların parçası olduğu büyük sergi ve bienallerin yapıldığı bir yer olduğu öngörülebilir. 
 
Ekonomik refaha sahip Ortadoğu ülkeleri için, bu güzel manzarayı çizebiliriz. Ama kriz noktalarına dair fikriniz nedir? Gazze, Beyrut’uyla, Kudüs’üyle… Hatta kriz demişken, Kiev’le, dünyadaki kriz noktaları için sizin yeteneğiniz ve imkânlarınız neyi devreye sokabilir?
 
Benim şu anda çok yoğun çatışma altındaki yerler için yaptığım sanatın doğrudan bir etkisi olabiliyorsa, o da umut, iyilik, güzellik getirebilmesi olur. Maalesef, savaş ve ayrılıklar, çatışmalar, kültürel ya da ülkesel çatışmalar, kuvvetle muhtemel ki, arkalarında ‘veri’ bırakmayı sürdürüyorlar. Yaşayan arşivler bunlar.
 
Buralarda Ağlama Duvarı, Mescid-i Aksa, Kâbe, Piramitler gibi, arkeolojik, dinsel, kültürel nice sembolik yapı bulunuyor. Sizin de insanlık hafızasını mimarlıkla kesiştirdiğiniz projeleriniz bulunuyor. Belirli yapılara metinler giydirdiğinizi düşünüyorum. Bunun da bir kamusal eylem olduğunu düşünüyorum. Bu açıdan, yeteneğiniz ve imkânlarınızı bu yönde kullanmak istemez misiniz?
 
Çok isterdim. Çatışma noktalarına iş götürmeyi çok isterdim. Bunu, özellikle Barcelona’da 65 bin kişinin bir araya geldiği Gaudi binası projemizde gördüm. Bu binayı resmen kucaklamaya geldiler. O etkiyi gördüğüm zaman tabii ki bunu sorguladım. Dünyanın başka hangi yerlerinde, hangi yapılar benzer reaksiyonları doğurabilir dedim. Tabii, problemlerin olduğu yerlere sanatımla umut, iyilik, mutluluk götürebilmeyi çok isterdim. Örneğin şu anda Kültür Yolu Festivali kapsamında Van, Diyarbakır, Adana ve Kapadokya gibi, ülkemizin 16 şehrinde eserlerimiz ücretsiz olarak, Kültür Yolu Festivali desteğinde birçok kişiye ulaşıyor. Ve bu arada, çok ciddi miktarda izleyicimiz var. Bence bu ülkemizde sergilerin ücretsiz gezebiliyor olması adına muazzam bir proje. 
 
Eserlerinize yönelik maddi kıymetin nasıl belirlendiğine inanıyorsunuz? Sanat piyasasının eserlerinize gösterdiği ilgiyi nasıl okuyorsunuz?
 
Bu, tabii ki gurur ve mutluluk veren bir şey. Çünkü ben bağımsız bir sanatçıyım. Dünyada bir galeri temsiliyetim yok. Bağımsız bir sanatçının isteyebileceği tek şey, işlerini tabii ki müzelere, koleksiyonerlere, kurumlara sunabilme ihtimali. Özellikle bunu Blockchain döneminde yaşayabiliyor olmak, muazzam ve transparan bir şekilde işlerimizin değerini hem Christie’s hem de Sotheby’s’de ortaya çıkarıyor. 
 
Şu an dünyanın çok değerli koleksiyonerlerinde işlerim var. Ama bu alanında öncü olan birçok sanatçının başına gelen bir unsur. O yüzden burada herhangi bir spekülasyon veya yenilik de yok. 
 
Sanat tarihine baktığımız zaman, bir işi alanında ilk defa ortaya koyabilen, kendini ifade edebilen sanatçılar, benzer değerleri hep görmüşler. Bunu, yaşayan bir sanatçının görebilmesi, onun yaşadığı döneme dair güncel kalabilmesi ile ilgili. Dolayısıyla, Blockchain dönemindeki dijital sanatım da bence böyle bir değişim ve dönüşümü ifade etti. Ve çok şükür, özellikle işlerim MoMA sergisi ve döneminde, çok kıymetli sanat koleksiyonlarının parçası oldu.