İsyanı yanlış anlamış kasaba
"Sidikli Kasabası Müzikali", keyif alınan her şeyde mükemmeli bulduğumuzu düşünmemiz gerekmediğini gösteren, coşkulu bir seyirlikZihniyet önemlidir. Algıyı, algıları etkiler. Onlarca kişinin doldurduğu bir salon içinde müziği, coşkuyu, mizahı yüksek dozda verip isyanı, hak arayışını, aşkı, birliği, cinsiyetleri aşağı çekiyorsanız bu formülasyonda bir doz sorunu var demektir. Ya da bu bir sorun değil, bile isteye seçilmiş teatral bir tercih, dramaturjik bir ele alış, bir başka bakış açısı için dramaturjik bir kazadır. Müzikallerin, müzikli oyunlardan öteye gitmediği bir seyir alışkanlığı olan bizler, çıtanın yukarı çekildiği durumlarda seyir zevkinden dört köşe olup, yaratılan coşkuya öylece ortak oluyoruz. Hele ki bize bu keyfi veren genç ve çok yetenekli bir ekip ise, bu coşku hissedilir derecede büyük oluyor.
Oğuz Utku Güneş’in yönettiği "Sidikli Kasabası", bir Broadway müzikalinin Devlet Tiyatroları sahnesine taşınmış hali. Suların dünyadan elini eteğini çekmek üzere olduğu vakitlerde, tuvalete girmenin sınırlandırıldığı ve bu ihtiyacını gidermek isteyen insanların bir şirket hizmetinde olan alanlarda ücret karşılığı sıraya girdiği bir durum ve bu durumun beraberinde getirdiği olaylar anlatılmakta. Kapitalizm, çişin de çarkında kendini pek güzel tekrarlamakta. Oyuncuların beden, ses, ritim bütünlüğü, üstesinden gelinmesi zor bir durumu seyirci lehine fazlasıyla güzelleştiriyor. Çoğunun bireysel performansı özenli bir seyri hak eder nitelikte. Keyifle, büyük zevk alarak izlemek mümkün oyunu fakat işin düşünsel boyutuna gelindiğinde bu keyfi kaçıracak bazı şeyler çıkıyor ortaya.
Aşk yalan başkaldırı yavan
Ücretini ödeyemeyenlerin ya da sokağa işeyenlerin gönderildiği bir gizemli yer Sidikli Kasabası. Bu bilinmezlik herkes için ayrı bir çağrışım yapmakta. Bazıları için ölüm yolu, kimi için hapishane, çoğu için de içine battıkları “pisliğin” ta kendisi. Greg Kotis’in yazdığı oyunun hikayesine bakıldığında bu komedi müzikal içinde sidikle ilgili ilk fikrimiz, insanın dünyaya akıttığı kerameti kendinden menkul pisliğinin doğada tüketilenlere kocaman bir selamı olduğu yönünde. O tüketilenlerden geriye kalan “az”, herkesi birbirine düşüren, kaosta bile aşağıdakiler-yukarıdakiler mesafesini açmayı fazlasıyla başaran bir düzenin temsili gibi. Bu temsil içinde bireysel bir aşkın toplumsal bir başkaldırıya kapı aralayışı söz konusu. İsyanı başlatan, bir kalbin başka bir kalp üzerinde yarattığı büyük etki. Fakat bu etki ne güçlü bir duygusal bağ ne de zihinsel bir eşitlik politikasının ürünü olarak gözüküyor. Cinsel bir çekimin sürüklediği bir başkaldırı adeta.
Oyun, susuzluk nedeniyle tuvaletlerin özel firmaların
kontrolüne girdiği bir dönemde geçiyor. İsyan esasen güzeldir
Bir isyan düşünün ki varolan sömürü sistemini toptan yok etmeye yönelik olsun. Bir isyan düşünün ki insanın en ilkel dürtüsünden bile prim elde eden bir sistem karşısında dimdik olsun. Düşünün ki bunu başlatan kalpteki aşk, ruhtaki iyi niyet olsun. Keşke olsa ama oyun ne yazık ki bunu hissettirmemekte. Keyif, altı doldurulamamış bir eğlencelik olarak öylece durmakta sahne üzerinde. Sanki umut, duygusal bir kadınlık halinden doğup, iki gencin birbirine flörtöz tavrı. Eşitlik arzusunun çıkardığı isyan, olması gereken bir düzeni, insanları hayatta tutabilen bir sistemi yok eden yanlış bir hamle olarak aktarılmakta. Olması gerekeni bozup yerine felaketi getiren, hiç olmaması gereken bir yanlışlık duygusu yaratmakta. “Bu başkaldırıyı yaptınız da ne oldu? Düzeni mahvettiniz.” çıkarımıyla bir sahneleme yapılıyorsa eğer, oyuna kaynaklık eden karşı duruşu toptan yok ettiğiniz anlamı çıkar çoğu kimse için. “Olduğunuz yerde kalın! İçinde bulunduğunuz hali benimseyin. Emin olun ki bu, sizin ve dünyanız için en doğrusudur.” diye çıkarımlar yapıyorsa seyirci iç sesiniz, bir durup düşünmek lazım bu sahneleme üzerinde. Biz mi yanlış sinyal alıyoruz yoksa gerçekten birileri bize bu imalarla mı sesleniyor? Ayrıca oyunun komedi boyutunda fazlasıyla kahkaha alan durumların, televizyon dizilerine özgü eşcinsel prototipinin bir tekrarı niteliğinde olması, yanlış bir söylenişin pekiştiricisi gibi durması, oyunun yenilikçi çabası içinde rahatsız edici başka bir boyut olarak durmakta. Komedi güzeldir, eğlencelidir ama sürüklediği yere de çok özen göstermek gerek. "Sidikli Kasabası"nın insanı götürdüğü yer ne yazık ki bu özeni hissettirmiyor.

Aşk yalan başkaldırı yavan
Ücretini ödeyemeyenlerin ya da sokağa işeyenlerin gönderildiği bir gizemli yer Sidikli Kasabası. Bu bilinmezlik herkes için ayrı bir çağrışım yapmakta. Bazıları için ölüm yolu, kimi için hapishane, çoğu için de içine battıkları “pisliğin” ta kendisi. Greg Kotis’in yazdığı oyunun hikayesine bakıldığında bu komedi müzikal içinde sidikle ilgili ilk fikrimiz, insanın dünyaya akıttığı kerameti kendinden menkul pisliğinin doğada tüketilenlere kocaman bir selamı olduğu yönünde. O tüketilenlerden geriye kalan “az”, herkesi birbirine düşüren, kaosta bile aşağıdakiler-yukarıdakiler mesafesini açmayı fazlasıyla başaran bir düzenin temsili gibi. Bu temsil içinde bireysel bir aşkın toplumsal bir başkaldırıya kapı aralayışı söz konusu. İsyanı başlatan, bir kalbin başka bir kalp üzerinde yarattığı büyük etki. Fakat bu etki ne güçlü bir duygusal bağ ne de zihinsel bir eşitlik politikasının ürünü olarak gözüküyor. Cinsel bir çekimin sürüklediği bir başkaldırı adeta.

kontrolüne girdiği bir dönemde geçiyor.
Bir isyan düşünün ki varolan sömürü sistemini toptan yok etmeye yönelik olsun. Bir isyan düşünün ki insanın en ilkel dürtüsünden bile prim elde eden bir sistem karşısında dimdik olsun. Düşünün ki bunu başlatan kalpteki aşk, ruhtaki iyi niyet olsun. Keşke olsa ama oyun ne yazık ki bunu hissettirmemekte. Keyif, altı doldurulamamış bir eğlencelik olarak öylece durmakta sahne üzerinde. Sanki umut, duygusal bir kadınlık halinden doğup, iki gencin birbirine flörtöz tavrı. Eşitlik arzusunun çıkardığı isyan, olması gereken bir düzeni, insanları hayatta tutabilen bir sistemi yok eden yanlış bir hamle olarak aktarılmakta. Olması gerekeni bozup yerine felaketi getiren, hiç olmaması gereken bir yanlışlık duygusu yaratmakta. “Bu başkaldırıyı yaptınız da ne oldu? Düzeni mahvettiniz.” çıkarımıyla bir sahneleme yapılıyorsa eğer, oyuna kaynaklık eden karşı duruşu toptan yok ettiğiniz anlamı çıkar çoğu kimse için. “Olduğunuz yerde kalın! İçinde bulunduğunuz hali benimseyin. Emin olun ki bu, sizin ve dünyanız için en doğrusudur.” diye çıkarımlar yapıyorsa seyirci iç sesiniz, bir durup düşünmek lazım bu sahneleme üzerinde. Biz mi yanlış sinyal alıyoruz yoksa gerçekten birileri bize bu imalarla mı sesleniyor? Ayrıca oyunun komedi boyutunda fazlasıyla kahkaha alan durumların, televizyon dizilerine özgü eşcinsel prototipinin bir tekrarı niteliğinde olması, yanlış bir söylenişin pekiştiricisi gibi durması, oyunun yenilikçi çabası içinde rahatsız edici başka bir boyut olarak durmakta. Komedi güzeldir, eğlencelidir ama sürüklediği yere de çok özen göstermek gerek. "Sidikli Kasabası"nın insanı götürdüğü yer ne yazık ki bu özeni hissettirmiyor.
Etiketler: Devlet tiyatroları devrim Fatma Onat Greg Kotis isyan müzikal sahne sanatları Sidikli Kasabası Müzikali tiyatro
