Istakoz Kadrili*
21 Nisan 2014 - 02:04 | "İsimsiz" (2009), tuval üzerine akrilik, Hermann Nitsch.YAĞMUR YILDIRIM
Napoli’de Noel arifesi akşamı. Karanlık bastırmış ve yağmur çiseliyor. Şehirde doğup büyümüş arkadaşımla Nitsch’in müzesini arıyoruz; her şeyi bilen teknoloji aletleri, onun dahi pek bilmediği, yılın bu en kaotik günü için umulmadık sakinlikteki bir mahalleye getirmiş bizi. Karanlıkta üzerimizde gezinen tekinsiz bakışlardan huylanarak, her şeyi bilen teknoloji aletlerini susturup çantalarımıza atıyoruz; yolun ortasından baş gösterip uzanan süslü merdiven, söyledikleri nihai bilmişlik oluyor.
Yağmurda gözlerimi kısa kısa merdivenin yukarısına, en yukarısına bakarken kendimi Harikalar Diyarı’nın eşiğindeki Alice gibi hissediyorum: “Şişenin yuvarlak boynunda bir etiket vardı, üzerinde de güzel basılmış kocaman harflerle “BENİ İÇ” yazılıydı. “Beni iç” demesi kolaydı, ama akıllı küçük Alice’in bu işi hemen yapmaya niyeti yoktu.”* Bizse akılsız ve büyük olmalıydık ki bir saniye bile duraksamamıştık. Merdivenleri çıktık; ve sonrası kendiliğinden geldi.
Arkaik ve tanıdıkdışı bir evren, Escher’in tonozlu odaları ya da Martin Mystere’in çıkışsız labirentleri sokakta kurgulanmıştı -boyaları dökülen, eski soylulara ait palazzolar arasına gerilmiş ya da kiliselerin duvarlarına asılmış iplerde çamaşırlar ve meyveler, kapılar, açık kapılar; kapılardan görünen sandalyeler, yarı paslı tencereler ile avlular, çıkmazlar, yokuşlar, Barok süslemeler, pencereler, açık pencereler; pencerelerden görünen dolaplar, ikonalar, ışıklar -ve karanlık, akan su, çöp yığınları, duvar yazıları, suyla dolu plastik kaplarda birbiri üzerinden kayan deniz canlıları ile kabuklu bacakların belli belirsiz hareketi, orada burada yanıp sönen tuhaf görünüşlü Noel Babalar, değerli şeyler, çürümüş şeyler, yaşayan şeyler. Nesnelerin duyumu, A Clockwork Orangevari bir algı patlaması yaratarak birbirine karışıyor ve ayırt edilemezleşiyordu, zamansızlıkta her nesne ve her ev birdi, “ev” sokaktı; burası Bassi’nin, ilk bahsi Boccaccio’nun metinlerine uzanan, mülkiyet kavramını dışlayarak zemin katlarda kapısız ve duvarsız, sokak ile ve birbirleri ile bütün yaşayan antik -ve bir o kadar kapalı- Napolili topluluğun yaşadığı yerdi -sokak, mekân; oluştu. Kerelerce kaybolup gerisingeri dönerek müze binasını sonunda bulabildiğimizde müze kapanalı çok olmuştu ama umursamadık; yaşadığımız deneyimden yorgun, heyecanlı ve neredeyse sarhoştuk. “Nitsch bir müze açacak olsaydı, yalnızca burada açabilirdi,” dedi arkadaşım.
“Yaratılışın sindirilmesi ve çekincesizce sevilmesi” hissinin bir nevi (c)isim-koyucusu ya da yordam-bulucusu Nitsch; onun için “uygarlığın düzeni tarafından zihnimize kaydetmemiz için bize sürekli iletilen şeyler, varoluşun en derin siciline dokunarak üzerimizde uyarımlar yaratmalı.(…)Tam bir algısal bakış, trajik olanı, ölümü, çözülmeyi, çürümeyi bastırmamalı, bizi yaratılışın akışı içine çekebilmeli”**. Öte’de kalanı, Ötelenen’i bir en-iç-bakış ile yüzeye çıkarmak üzere aksiyon-performanslarında yoğun deneyimler kurguluyor; oluşturduğu düal yüzeyde bu birlikteliklerin gerilimi ile, en içselleştirdiği kişilerden olduğunu söylediği Jung’un deyişiyle "başkaya dair bizi rahatsız eden her şey, kendimizi anlamamızda bize yol gösteriyor”. Biniler, yarıklar, kesikler ya da boya katmanları odanın, etin katı sınırlarını deforme ediyor, yumuşatıp ayrıştırıyor; “iç” “dış”a açıyor, gözler önüne seriyor; bir kendinden geçişle tutkular ve benlik bir iletişim ağına, bir nevi üst-algı/üst-metabolizmaya, ortak ve zamansız bir bilince dönüşüyor.
Nitsch, performanslarında “duyuya yönelik bütün bir tutku, ahlakın ötesine taşan koşulsuz bir deneyim arzusu”** için ezilmiş meyveler, deniz canlıları, çiğ et ve kanla, “artık bir resim yüzeyi üzerinde değil, mekânın içine yerleşen bir aksiyonda”**, an ile antikitenin eşiğinde, kavrayışın sınırında, orjik ve gizemli bir tiyatro, Orgien Mysterien Theater’ı yarattı.
“Arkadaşlarının öğrettiği önlemlere kulak asmadıkları için yanan, vahşi hayvanlara yem olan, başlarına daha bir sürü kötü şey gelen çocuklarla ilgili bir çok güzel öykü okumuştum”*; müzeye, mahallesine tekrar ve tekrar gittim. Açıldım, duyumsadım, neredeyse hedonik bir hazla heyecanlandım ve algımın sınırında “töz”ü hissettim: Pür Katarsis.
*Alice Harikalar Ülkesinde, Lewiss Carroll, Çeviri: Tomris Uyar, Can Yayınları, 1998, İstanbul.
** Das Orgien Mysterien Theater, Manifeste, Aufsätze, Vorträge, Hermann Nitsch, ResidenzVerlag, 1990, Viyana. (Çeviri: Erden Kosova)
“Performanslarım, Tiziano’nun Resimleri Gibi”
Viyana Aksiyonizmi’nin kurucularından ve en önemli temsilcilerinden Hermann Nitsch, Dirimart’taki sergisi için geçtiğimiz aylarda İstanbul’daydı. Böylece Nitsch pratiğinin süreç ve mekân ile olan ilişkilerini, kendi ağzından dinleme fırsatımız oldu.
Aksiyonlarda Diyonizyen bir kendinden geçiş yaşanıyor ve gerilim doruk noktasına ulaşıyor; ardındansa gerilim kalkıyor, “koyun parçalara ayrılmış oluyor”, diyelim. Bu noktada ve sonrasında, sizce ne oluyor?
Altı günlük performanslar süresince, açıkçası kesin bir doruk noktasının varlığından şüpheliyim. Süreç lineer değil kaotik ilerliyor ve her zaman gerilim artışı yaşanmadığını söyleyebilirim, tekrarlar var; bazen gerilim yükselirken bazen gevşeme oluyor. Belki bu tür bir “gerilimin ortadan kalkışı”ndan, altı günlük performansların sonunda söz edebiliriz: son gün, sabah oturmuş güneşin doğuşunu beklerken… Arınmadan bahsediyorum, performans bir çeşit arınmadır. En ilkel dürtüler dışarı çıkar, sonrasında ise “öpüşürler ve birbirlerine aşık olurlar”: bu tiyatronun sonu böyledir. Aslında, performansın sonunda yaptığımız şey tam olarak bu: güneşin doğuşunu bekliyoruz ve sonrasında hepimiz yatmaya gidiyoruz çünkü çok ama çok yorgun oluyoruz!
Dirimart’taki sergide, ya da Castel dell’Ovo sergisinde; solid, kapalı ve kararlı bir mekânda, o kendinden geçme-deliriyum anlarının, benliğine dönen, izleyiciyi “rahatlatan” somut ve stabil izleri görülüyor; Napoli’deki müzede ise daha abartılı bir yaklaşımla neredeyse klinik-sterilize bir anlayışla sergileme var. İzleyicinin deneyimini bu mekânlarda nasıl nitelendirirsiniz? Bu noktada, bir performansın sergilenen bir “iş”e dönüşümü için ne söyleyebilirsiniz?
Katılıyorum; işler bir tür belgelendirme gibi. Buradaki yaklaşımı belki arşivcilik olarak isimlendirebilirim, gerçekliği görmek için yapılan bir arşivcilik. Yalnızca performansı görmek için değil, yapılan aynı zamanda onun bir tür sonucu ya da yargısı gibi. Performans bir çeşit belgelendirmedir, gerçeğin belgelendirmesidir fakat onun kendisinden daha gerçektir, daha özel bir olgudur. Bu yüzden de izleyici için performans her zaman gerçekten, mekânın gerçeğinden daha canlıdır. Genellikle sonucu değil süreci görmek istemelerinin de nedeni bu.
Zaman ve mekânı biraz daha açarsak; aksiyonlarınızı, yapılı çevre/şehirler nasıl etkiliyor? İki farklı şehirde iki farklı müzeniz var.
Performans özel bir olgu. Var olmak için mekânın performansa ihtiyacı var, performansın da mekâna. Bir arşiv, bir müze için performansı göz önüne serecek, onu tekrar var edecek bir mekân gerekir; böylece mekânın kendisi, bu özel olguya dönüşür: yani mekân dolaylı bir yoldan, performansın kendisine dönüşmüş olur. Aynı anda bütün performanslara birden sahip olamazsınız, bu yüzden de bu şehirleri seçtim. Ve evet, ikisi birbirinden tamamen farklı. Napoli’de ve Napoli’deki müzede daha antik bir oluş var, dolayısıyla da daha keskin bir belgelendirme anlayışı hâkim.
Performanslarınızın zaman içinde evrildiğini düşünüyor musunuz? Ne tür bir evrim gelişti?
Neredeyse altmış yıl oldu ve işlerim bu sürede tabii ki kaçınılmaz olarak değişti, başladığımda henüz çok gençtim. Fakat temel bağlamlar tüm bu sürede aynı kaldı: Konsantrasyon. Yoğunluk. Hislerin kullanımı. Tansiyon yer yer değişir, fakat kurallar ve oyuncular hep aynıdır: tıpkı bir futbol maçı gibi. İşlerimde her zaman, yoğunluğa temas edebilmeyi önemsedim. Tiziano’nun resimleri gibi; hepsi son derece yoğundur ve çok, ama çok karmaşıktır. Tüm bu karışıklıkta asıl olan yoğunluk ve dışa vurumunun sürmesi.
Mevcut ve gelecek projelerinizden biraz bahsedebilir misiniz? Prinzendorf’ta ya da Museo Nitsch’teki günler süren aksiyonlarınıza yenileri eklenecek mi?
Üretmeye durmaksızın devam ediyorum, çok yakında yeni bir sergi olacak. Ayrıca, 2016 yılında Viyana’da altı günlük performansların bir yenisi gerçekleşecek. Yakın gelecekteki planlarım arasında benim için en önemlisinin bu olduğunu söyleyebilirim, hepimiz o altı güne odaklanmış haldeyiz. Altı günlük bir performansın ardından, bir son yoktur.
Bir başka “antik” şehir olarak, İstanbul üzerine ne söyleyebilirsiniz?
Burası kesinlikle normal bir şehir değil. Çok fazla yaşanmışlık var, karmaşıklığı duyumsayabiliyorum. Ayrıca, din ve onun insan bilinci üzerindeki etkisi beni her zaman cezbetmiştir, burası benim için çok özel. İstanbul’da olmanın bana her zaman mutluluk verdiğini söyleyebilirim, burada gerçekten büyük bir şeyler yapmayı istiyorum.