Milliyet Sanat »Yazarlar » Sevin Okyay | Kazananların tarihi
Kazananların tarihi
16 Şubat 2013 - 07:02 | Endonezya'daki Suharto darbesinin kahramanlarının rol aldığı "Öldürme Eylemi / The Act of Killing", net bir mesaj içeriyor: tarihi kazananlar yazar.Werner Herzog'un son on yılda gördüğü filmlerin en korkutucu ve sürreeli olarak değerlendirdiği "Öldürme Eylemi / The Act of Killing", gerçek olayları bu olayları gerçekleştirenlerin ağzından anlatıyor
Eylül’de herkes, bu filmin Toronto Film Festivali’nin en iyi ve en dehşet verici yapımı olduğundan söz ediyordu. Berlin’de gösterilir gösterilmez, “Der Spiegel”inki dahil, manşetlere çıktı. Yedi yılda tamamlanan filmi ilk aşamalarında çok beğenen Errol Morris ve Werner Herzog, öve öve bitiremiyorlar. Hatta Herzog onun on yıldır gördüğü filmlerin en korkutucusu ve sürreel’i olduğunu söylüyor.
Sürreel sayılması hayret verici, çünkü “The Act of Killing / Öldürme Eylemi”, gerçek olayları bu olayları gerçekleştirenlerin ağzından anlatıyor. Gerçek olaylar derken, 1965’te Endonezya’da başarısız bir darbenin ardından gerçekleştirilen Komünist katliamını kastediyoruz. O sıralar Endonezya Komünist Partisi, dünyada komünist olmayan bir ülkedeki en büyük komünist partiydi. Tahminen 500 bin kişinin ölümüyle sonuçlanan katilam, onları hedef aldı ve siyaset sahnesinden sildi. Başkan Sukarno düştü, yerini Suharto aldı, otuz yıl başkanlık yaptı.
Joshua Oppenheimer’in (ve Christine Cynn ile Anonim’in) filminin ‘kahraman’ları ise, bu katliamı yapan kişiler. Yönetmen önce canını kurtaranlarla bağlantı kurmuş ama, konuşmaya korkmuşlar. Sonra katillere yanaşmış, onu hoş karşılamışlar. Amerikalı Oppenheimer’a göre, ondan Hollywood stili bir film beklemişler. CIA darbeyi desteklediği için de ona güvenmişler. Nelson Mandela’ya benzeyen baş katil Anwar/Enver Conga’nın arada bir “Joshua” diye seslenmesi, insanın tüylerini ürpertiyor. Cesetlerin başında durdukları fotoğraflar ise, Errol Morris’e "Standard Operating Procedure" için ilham kaynağı olan Abu Ghraib fotoğraflarını hatırlatıyor.
Ceza görmemişler, bugün de durumları iyi, genelde pişman değiller. Katliamı neredeyse neşeyle anlatıyorlar. Yönetmenin teklifini kabul edip işkence ve cinayetleri canlandırmışlar. İğrenç makyajlar yapıyorlar, kadın kılığına giren bile var. Uluslararası tepkiden söz edilince biri, kendilerinin kazandığını, tarihi de kazananların yazdığını söylüyor. Yer yer Hollywood müzikallerine gönderme yapan, kara mizahla dolu, tüyler ürpertici bir film. Öte yandan, hikâyesi kanlı olsa da kendi değil.
Eylül’de herkes, bu filmin Toronto Film Festivali’nin en iyi ve en dehşet verici yapımı olduğundan söz ediyordu. Berlin’de gösterilir gösterilmez, “Der Spiegel”inki dahil, manşetlere çıktı. Yedi yılda tamamlanan filmi ilk aşamalarında çok beğenen Errol Morris ve Werner Herzog, öve öve bitiremiyorlar. Hatta Herzog onun on yıldır gördüğü filmlerin en korkutucusu ve sürreel’i olduğunu söylüyor.
Anwar Congo ve Sakhyan Asmara'nın da (ortada ve sağda) aralarında bulunduğu "katiller", Oppenheimer'a film çekiminde oldukça yardımcı olmuşlar.
Sürreel sayılması hayret verici, çünkü “The Act of Killing / Öldürme Eylemi”, gerçek olayları bu olayları gerçekleştirenlerin ağzından anlatıyor. Gerçek olaylar derken, 1965’te Endonezya’da başarısız bir darbenin ardından gerçekleştirilen Komünist katliamını kastediyoruz. O sıralar Endonezya Komünist Partisi, dünyada komünist olmayan bir ülkedeki en büyük komünist partiydi. Tahminen 500 bin kişinin ölümüyle sonuçlanan katilam, onları hedef aldı ve siyaset sahnesinden sildi. Başkan Sukarno düştü, yerini Suharto aldı, otuz yıl başkanlık yaptı.
Joshua Oppenheimer’in (ve Christine Cynn ile Anonim’in) filminin ‘kahraman’ları ise, bu katliamı yapan kişiler. Yönetmen önce canını kurtaranlarla bağlantı kurmuş ama, konuşmaya korkmuşlar. Sonra katillere yanaşmış, onu hoş karşılamışlar. Amerikalı Oppenheimer’a göre, ondan Hollywood stili bir film beklemişler. CIA darbeyi desteklediği için de ona güvenmişler. Nelson Mandela’ya benzeyen baş katil Anwar/Enver Conga’nın arada bir “Joshua” diye seslenmesi, insanın tüylerini ürpertiyor. Cesetlerin başında durdukları fotoğraflar ise, Errol Morris’e "Standard Operating Procedure" için ilham kaynağı olan Abu Ghraib fotoğraflarını hatırlatıyor.
Ceza görmemişler, bugün de durumları iyi, genelde pişman değiller. Katliamı neredeyse neşeyle anlatıyorlar. Yönetmenin teklifini kabul edip işkence ve cinayetleri canlandırmışlar. İğrenç makyajlar yapıyorlar, kadın kılığına giren bile var. Uluslararası tepkiden söz edilince biri, kendilerinin kazandığını, tarihi de kazananların yazdığını söylüyor. Yer yer Hollywood müzikallerine gönderme yapan, kara mizahla dolu, tüyler ürpertici bir film. Öte yandan, hikâyesi kanlı olsa da kendi değil.