Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Sevin Okyay | Festival’e sevgiyle...

Festival’e sevgiyle...

30 Mart 2013 - 07:03
57 dakikalık "Marina Abramoviç'in Yaşamı ve Ölümü" belgeseli, "beden"i hem konusu hem mecrası haline getirmiş sanatçıya bir güzelleme niteliğinde
Otuz iki yıldır birlikteymişiz. Herkesin müdavimi olduğu festivalle arasında bir ilişki vardır. Bizimkinin özelliği, neredeyse antika değer taşıyacak kadar eski olması. O nedenle 32. İstanbul Film Festivali’ni sevgiyle selamlıyoruz.

30 Mart – 14 Nisan tarihleri arasında 20’yi aşkın bölümde, 200’den fazla filmle karşımızda olacak.

Bugün size, NTV Belgesel Kuşağı’ndaki bir filmden söz edeceğim. Gerçi bu kuşak ve filmleri, yıllardır hakettikleri ilgiyi görüyor ama, belki de şu yakınlarda sosyal medyada gene dolaşmaya başlayan Marina Abramovic/Ulay karşılaşmasının da etkisiyle, bir filme dikkat çekmek istiyorum: "Bob Wilson’s Life and Death of Marina Abramovic / Marina Abramoviç’in Yaşamı ve Ölümü". Adı uzun, süresi ise kısa, 57 dakika. Yönetmeni, Giada Colagrande ama filmi yaratanlar, ‘oyuncular’, Bob Wilson, Marina Abramovic, Willem Dafoe, Antony Hegarty. Colagrande’ye göre, "Marina manzara, Bob akıl, Antony kalp, Willem ise vücut" demek. Filmde prova çekimleri ve sanatçı röportajları da var.

Willem Dafoe, Marina Abramovic, Antony Hegarty ve Robert 'Bob' Wilson, belgeselin "oyuncular"ı.


‘Sahne sanatlarının anası” Marina dışında, bu kadrodaki herkesi burada gördük biz. Bebek yüzlü Antony Hagerty hem ‘The Johnsons’la birlikte, hem de onlarsız geldi. Willem Defoe 2002’de Tiyatro Festivali’ne The Wooster Group’un oyunu “Bu Atış Sana, Birdie / Phedra” ile katıldı. Bir yıl önce, emsalsiz tiyatro adamı Robert Wilson “Önceki Günler” ile İstanbul’daydı. Hatta o yıl 90’ıncı yaşını kutlayan Semiha Berksoy da oyunda konuk olarak, çok sevdiği “Liebestod” aryasını seslendirmişti.

Abramoviç’in kendisine gelince, 1946 Belgrad doğumlu sanatçı, 1970’lerin başından beri, görsel bir sanat biçimi olarak performansın öncülüğünü yapıyor. Beden, hem konusu, hem mecrası. Varlığının fiziksel ve zihinsel sınırlarını zorluyor, zaman zaman son noktanın biraz berisine varana kadar. 1981-87 arasında, aynı günde doğduğu, ’ruh kardeşi’ Ulay (Alman sanatçı Frank Uwe Laysiepen) ile birlikte çalıştılar. Sonra Çin Seddi üzerinde birer uçtan yürümeye başlayıp ortada buluştular, öpüşüp ayrıldılar. Onlara göre, ilişkileri yaşanıp bitmişti.