Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Selin Gürel | “Yaktın beni, Yusuf!”

“Yaktın beni, Yusuf!”

03 Temmuz 2018 - 05:07
Karlovy Vary Film Festivali’nde dünya prömiyerini yapan, Ömür Atay’ın ilk filmi “Kardeşler” üzerine…

Ana karakterin hiç gülmediği bir film bu. Filmin başından sonuna kadar, Yiğit Ege Yazar’ın canlandırdığı Yusuf’un yüzü nadiren duygulara kendini bırakacak kadar gevşiyor. Belki bir tek ıslahevinde geçirdiği dört yılın ardından annesini ilk kez gördüğünde. Uzun uzun teselli edilmek, gölgesine sığınmak, dizlerine yatmak için ufak bir işaret beklerken. Mahçup, pişman, heyecanlı, yeniden 13 yaşında, çocukluğunu geri istiyor. Bunu yapabilecek tek kişi, ona doya doya sarılmaktan bile imtina eden annesi oysa. “Ben affetsem ne olur, Allah affetsin” diyor fısıldar gibi. “Kardeşler”de, bundan sonra Yusuf’un yüzü hiç yumuşamıyor.

 

Ömür Atay, ilk solo yönetmenliğinde, genç yaşta büyük bir suçun gölgesinde yaşamak zorunda kalan iki kardeşin dünyasına sokuyor bizleri. Bu, Yusuf’un olduğu kadar ağabeyi Ramazan’ın da hikâyesi, çünkü onun da kendi hapishanesi var, ıslahevinden bin beter. Üstelik erkekliğin keskin gölgesi, daha çok onun üzerinde. 

 
 
Filmin hatırı sayılır bir kısmının geçtiği, İran’a giden anayolun üzerindeki dinlenme tesisi, sonradan hikâyeye dahil olup kardeşleri yüzleştiren Yasemin’in dediği gibi, herkesin geçip gittiği, geride kalanda ise bir an önce uzaklara gitme isteği uyandıran, yarı karanlık bir tünel gibi. Ölesiye sıkıntılı. Zamanın akmadığı türden. Ne kalabilen ne de gidebilen kardeşlerin saplanıp kaldığı, dahası sahiplenmek ve ilgilenmek zorunda oldukları, lanetli bir ayak bağı. Tıpkı uzaklara götürmesi gerekirken, kaderleriyle alay edercesine hep belirli bir alan içinde kullanılan, amcadan kalmış araba gibi. Ramazan, ucuz bir barın ışıltısı yüzüne vururken, kendi kasabasının karanlığından dem vuruyor. Yusuf, eve dönmek, annesini görmek için sabırsızlanırken, o hiç acele etmiyor. Çünkü Yusuf uzak kaldığı için henüz farkında değil, ama ev çok karanlık. Bu karanlığa, yönetmenin çok göstermeyip sadece ağırlığını hissettirmekle çok iyi ettiği amca da, suçlarını sessizliğiyle kardeşlerin yüzlerine vuran anne de, onları ödüllendirircesine gizli bir uzlaşı içine girmiş cemiyet de, yakın ilişkiler içinde bulunulan kanun güçleri de ve hatta kanunun kendisi de dahil. “Din”in ve “töre”nin, dışarıya kapalı bir cemiyeti bir arada tutmak için tek gerekenler olduğu bir Türkiye portresi, izlediğimiz. Ailenin kutsal, kadının ikinci sınıf sayıldığı, adlarına aile reisi denen erkek ağaların yönetiminde, düşünmeye, hesap sormaya, isyan etmeye zahmet etmeyen, yazılı olmayan kurallarla işleyen, ikiyüzlü bir muhafazakârlığın esiri olmuş, hastalıklı bir toplum.

 

Atay’ın anlattığı, akşam haberlerinde ballandıra ballandıra sunulan üçüncü sayfa haberlerinden birinin devamı niteliğinde. Benzer filmlerde sıklıkla rastladığımız üzere, kötülüğün bireyselleştirilmediği, genel bir toplum arızasına mâl edildiği bir hikâye bu. Tek bir kişinin atmadığı, herkesin el birliğiyle büyüttüğü kör bir düğümün tam ortasında geçiyor. Suç işlendikten, suçlular cezasını çektikten ve hatta suçlular kurbana dönüştükten sonra ne oluyor? Dümen vicdana geçince en çok kimin canı yanıyor? Düzeni yıkmak değil belki ama, ondan kaçmak mümkün mü?

 

 

 

“Kardeşler”, eğer sadece Yusuf’un hikâyesi olsaydı, çocukluğunu kaybetmiş, harap halde bir genç adam ve bu tür filmlerde daha önce kullanılmış metaforlar dışında pek bir şey kalmazdı elimizde. Ama ilk andan itibaren itici bir yapaylıkla sarmalanmış, ona hükmedildiği şekilde olmadığı biri gibi görünmeye çalışan, hiçbir şey olmamış gibi davranmak için büyük çaba sarfeden Ramazan’ın maskesini ağır ağır düşürmesi, hikâye bağlamında filmin kozunu kuvvetlendiriyor. Yerli sinema için belki fazla tanıdık bir toplumsal yaranın, başka bir pencereden görünüşünü, teknik olarak aksamayan, ölçülü ve gösterişten uzak bir yönetmenlikle sunuyor Atay. Filmdeki tespitlerle daha önce karşılaşmış olsak da, üzerinde düşününce, ne tuhaftır ki eskiyenin bu tespitler olmadığını fark ediyor insan. Bu suç eskimiyor ki, tespitleri eskimiş olsun.