Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Selin Gürel | Türkiye’deki festivallerin gözünden kaçan en iyi 5 Rotterdam Film Festivali filmi

Türkiye’deki festivallerin gözünden kaçan en iyi 5 Rotterdam Film Festivali filmi

15 Temmuz 2015 - 03:07
Ocak’taki Rotterdam Film Festivali’nin üzerinden aylar geçti, ama bu güzelim filmler hala yakınınızdaki bir sinemaya uğramadı. Keşif meraklıları, bu yazı sizin için.
 
 
La creazione di significato 
(Yönetmen: Simone Rapisarda Casanova)
 
Belgesel yönetmeni Simone Rapisarda Casanova, ikinci filmi "La creazione di significato"da muhteşem Toskana coğrafyasını İtalya’nın o kadar da muhteşem olmayan ekonomik durumuyla mümkün olabilecek en artistik şekillerde kafa kafaya getiriyor ve seyirciyi geleceğe dair düşünmeye sevk ediyor. Filmin sıradışı görsel dili, özellikle belgesel çekmeye soyunan yönetmenler için ufuk açıcı detaylar barındırıyor. İzleyici olarak ise Casanova’nın yeni ve eski Avrupa’ya dair isabetli karşılaştırmalarına; sadece İtalyan toplumu üzerinden değil, şehrin ekonomik ve toplumsal depresyonunun ta köye kadar uzandığı, topun ucundaki tüm Avrupa toplumları üzerinden çıkardığı manzaraya kapılıp gitmemek imkansız. Filmin öznesi ve kırsalda yaşayan İtalyanlar’ın temsilcisi konumundaki 60’larındaki Pacifico’nun, içine doğduğu toprakları genç bir Alman’a satarken söyledikleri, bu satış çok trajik şartlarda gerçekleşmiyor olsa da, hayli sarsıcı. "La creazione di significato" bir belgesel olarak tanıtılıyor, ama belgesel olmanın ötesinde kaybedilen değerlerin, yakında tamamen unutulacak bir yaşama biçiminin ve en güzel haliyle doğanın yasını tutan bir sözlü tarih kaydı aslında.
 
 
Parabellum
(Yönetmen: Lukas Valenta Rinner)
 
Yeni bir yönetmen keşfine var mısınız? Hem Avusturya hem de Arjantin ile bağları olan Lukas Valenta Rinner, ilk filmi Parabellum’da bu iki ülke sinemasının harika bir karışımını sunuyor. Küçük ölçekli bir kıyamet filmi olan Parabellum, daha önce izlediğiniz kıyamet filmlerinin hiçbirine benzemiyor. Son yıllarda topluma aşılanan “dünyanın sonu” fikrinin yarattığı tuhaf yönelimleri filmine malzeme etmeye karar veren yönetmen, Arjantin’in orta sınıfa mensup şehirli halkını kendine kurban olarak seçiyor. Filmde nedenini bilmediğimiz bir kaosun göbeğindeki Buenos Aires’te yaşayan bir grup insan, tüm mal varlığını elinden çıkarıp, yaklaşan kıyamete hazırlıksız yakalanmamak için, gönüllü olarak bir askeri kampa yazılıyor. Çoğu orta yaş üstü, sudan çıkmış balığa dönmüş bir grup insanın, bu “kıyamete hazırlık” kampında yaşadıkları, Rinner’ın az diyaloglu, incelikle hesap edilmiş planlarla beslenen anlatım tekniğiyle birleşince, unutulmaz bir sinema deneyimine dönüşüyor. Kara mizahtan da bolca beslenen Parabellum, 2015’in benzersiz, küçük hazinelerinden.
 
 
Impressions of a Drowned Man
(Yönetmen: Kyros Papavassiliou)
 
Önceki kısa filmiyle Cannes’da yarışan Kıbrıs doğumlu yönetmen Kyros Papavassiliou, ilk uzun metrajlı filmi Impressions of a Drowned Man’de, tuhaf, varoluşçu sancılar taşıyan, Kafkaesk bir kimlik arayışı öyküsü anlatıyor. Filmde, kim olduğunu bilmeyen ancak karşılaştığı insanlardan yıllar önce intihar etmiş, meşhur bir şair olduğunu öğrenen orta yaşlı bir adamın, içinde bulunduğu duruma açıklık getirme çabasını izliyoruz. Filmin en tuhaf özelliği, karakteri, gerçekten de 1928’de intihar eden Yunan şair Kostas Karyotakis olarak tanıtıyor olması. Impressions of a Drowned Man, bir Kafka romanının görselleştirilmiş hali gibi. Kirli sarı bir atmosferde, hayalle gerçek arasında, melankolik bir arayış öyküsü. Yönetmenin Kafka merakının köklerini ise Kafka’nın ana karakter olarak karşımıza çıktığı ilk kısa filminde aramak gerek.  
 
 
Melody
(Yönetmen: Bernard Bellefroid)
 
Dış dünyadan soyutlanmış, insanın ruhuna dokunan, kırılgan bir hali var Melody’nin. Öykü, ayrı ayrı hayalleri olan iki kadını beklenmedik koşullarda bir araya getiriyor ve onlara sıra dışı bir anne-kız ilişkisi bahşediyor. Filmin yumuşak huylu bir kamera kullanımı, gözü dinlendiren bir görüntü yönetimi var. Belçikalı yönetmen Bernard Bellefroid, bütün filmi iki karakterin gelişimine ve karşılıklı etkileşimine ayırdığı için, Melody’yi izlerken; araya giren yeni karakterler, yeni sorunlar veya yeni duygular olmadan, tür geçişleri yaşanmadan, düpedüz dramın göbeğine dalıyoruz. Öykü, kadınlık hallerine ayna tutuyormuş gibi görünürken, aslında mahrum ve muhtaç olduklarıyla “insan”ı masaya yatırıyor. Perdeden seyirciye geçen duygular çok yoğun; hüzün, özlem, sevgi ve öfke birbirine karışmış, size meydan okuyor.
 
 
Stinking Heaven
(Yönetmen: Nathan Silver)
 
“Senaryo dediğiniz şeyle anca kıçınızı silersiniz.” Böyle diyor senaryosuz çekilen Stinking Heaven’ın yönetmeni Nathan Silver. Kickstarter yoluyla filmi için destek toplayan ve sonunda tuhaf mı tuhaf bir filmle arz-ı endam eden Silver, kapalı alanlarda bir arada yaşamak zorunda olan insanların ruh halleriyle ilgileniyor ve Stinking Heaven bu konuya parmak basan tek filmi değil. Eski madde bağımlılarından oluşan bir komünün içine kamerasını uzatan Silver, 1990’da geçen filmini o dönemin kameralarından biriyle çekmiş. 4:3 formatta, grenli görüntüler eşliğinde, birlikte yaşamayı seçen travmatik karakterlerin rahatsız edici dünyasına girmek çok daha kolay nedense. Neredeyse bütünüyle doğaçlamaya yaslanan film, karakterler arasındaki dinamiği çözdükçe ilginçleşiyor. Dikkat edin, bittikten sonra 2000’lerin yüksek çözünürlüklü dünyasına dönmek oldukça afallatıcı olacak.