Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Selin Gürel | Türkiye’de tek kopyalık film olmak

Türkiye’de tek kopyalık film olmak

23 Ocak 2013 - 07:01 | Gael Garcia Bernal'in başrolünde olduğu "No", 1988 yılında Şili'nin darbeci diktatörü Augusto Pinochet'yi devirmek için başlatılan bir kampanyayı konu alıyor.
Yabancı Dilde En İyi Film dalında Oscar adayı “No” 25 Ocak’ta tek kopya olarak gösterimde. Bizler ise onun gösterime girmesine bile şükredecek haldeyiz. Dağıtımcıların bağımsız / alternatif yapımlara rahatça salon bulabildikleri bir gün gelecek mi?
2012’de tek kopya olarak gösterim şansı bulan filmlerin listesi şöyle: “Hwanghae / Ölüm Denizi”, “Le Skylab / Gökten Bir Uydu Düştü”, “Faust”, “La femme du Vème / Gizemli Kadın”, “Cesare deve morire / Sezar Ölmeli”, “Bellflower / Arıza Aşk”, “Miss Bala”, “Kokuriko-zaka kara / Tepedeki Ev”, “Katmandú, un espejo en el cielo / Gökyüzünde Bir Ayna”, “Sabah Yıldızı: Sabahattin Ali”, “The Angels' Share / Meleklerin Payı”, “Tot altijd / Hayatımın Kararı”, “Utomlennye solntsem 2 / Güneş Yanığı 2”, “Marley” ve “Monsieur Lazhar / Canım Öğretmenim”. 2013 listesi şimdiden dolmaya başladı. Ocak’ta “No”, Şubat’ta “Dupa dealuri / Tepelerin Ardında” ve Mart’ta “The Imposter / Hayat Avcısı” gösterimdeki tek kopyalık harikalar olacak. Bu filmlere şöyle bir göz gezdirirseniz, içlerinde 2012 sinemasının geleceğin sinema kitaplarında nasıl temsil edileceğini belirleyen çok mühim örnekler bulacaksınız.

Romanya'nın en tanınmış yönetmenlerinden Cristian Mungiu'nun yönettiği "Tepelerin Ardında / Dupa dealuri", 2013'te tek kopya olarak gösterime girecek filmler arasında.


Ağırlıklı olarak Avrupa sinemasından çıkan 2012’nin tek kopyalık filmleri, Türkiye’de sadece anaakım sinemanın dışında kalan örnekleri izleyiciyle buluşturan bir sinema olmaması dolayısıyla çok sınırlı bir kitleye ulaşmakla yetinmek zorunda. Birçok bağımsız / alternatif yapımın salon bulamaması, Cinemaximum sinemalarının yüksek salon sayısıyla sektörün kontrolünü elinde tutmasıyla yakından ilişkili. Sinemada ne izleyip ne izlemeyeceğimize ticari kaygılar üzerinden karar verilmesi neresinden tutarsanız tutun hiç de adil değil. Oysa Cinemaximum’un İstanbul’daki düşük gelirli (Astoria sinemaları, Trump Towers sinemaları) birkaç salonunu sadece bu tür örneklere ayırmasıyla bu sorun çözüme kavuşabilirdi. İzleyici o salonlara festival havasında gider, hangi tarz filmleri izleyeceğini bilerek koltuklara otururdu. Yine tek kopyalık filmlerimiz olurdu elbette, ama en azından nerede izleyeceğimizi bilirdik. O sinemalar birer sinematek işlevi görürdü. Böylece şimdi ellerindeki sanat sineması örneklerine, bağımsız yapımlara nasıl yer açılacağını kara kara düşünen dağıtımcılar, filmlerinin hangi sinemada oynayacağını çok önceden kestirebilir, rahat hareket edebilirdi. Yukarıdaki filmlerin kaçını vizyonda izlediğinizi bir hesaplayın. Ya da daha da kötüsü kaçını izlediğinizi... 12 ay devam eden bir vizyon festivali hem dağıtımcılar hem de izleyiciler için bu manzarayı değiştirebilir. En azından bir denesek hoş olmaz mıydı?