Sinema dergisi vur kaç kurbanı
Her şey o kadar hızlı gelişti ki, Sinema dergisine neyin vurduğunu bile anlayamadık. Gerçi bilirsiniz, racon budur. Bazen, işe başlarken dergiyi asla altından kalkamayacağı beklentilerle donatan yönetim, gün gelir nedense umduğunu bulamadığını fark eder; bazense Sinema’nın da başına geldiği gibi yayıncılıktan zerre kadar anlamayan bir şirket medya patronluğuna soyunur, ilk işi de “fazlalıklardan” kurtulmak olur. Daha da kötüsü bu tür kararlar göz açıp kapayıncaya kadar verilir ve ondan daha kısa bir sürede uygulanması emredilir. Hiçbir şeyden haberi olmayan dergi ekibi, 20 Aralık günü, yani baskıya birkaç gün kala son düzeltmeleri yapmak üzere yorgun argın ofise varır. Ve bir de bakarlar ki, birileri sanki kahvaltı masasında kapatılma kararlarını onaylamış; el sıkışmalar ve sırt sıvazlamalar eşliğinde, sızlayan bir vicdan ve emeğe saygının ise eşliği olmaksızın, derginin ipi çekilmiş. Sadece Sinema’nın da değil. Toplam yedi derginin, yedi ayrı dergi ekibinin ipi… Tek hamlede…
Bu şekilde kapatılmaktan daha kötü bir şey varsa, o da 19 yıldır kendisini takip eden okuyucuya veda etme fırsatı elde edemeden kapatılmak olsa gerek. Bir insan yaşamında 19 yıl ne demek? Şimdi 40’larını süren sinema yazarlarının 20’li yaşlarından itibaren hiç devamsızlık yapmadan gittikleri donanımlı bir okul olmak demek, daha genç yazarların kariyerlerinin bir noktasında mutlaka uğradıkları ve bundan gurur duydukları bir durak, bir basamak olmak demek, yıllanmışlığıyla Türkiye’deki sinema dergiciliğinin medar-ı iftiharı olmak demek, sinema seven her eve en kötü ihtimalle bir en iyi ihtimalle 200 küsur kez girmek demek, sinema hakkında ne biliyorsak büyük bir kısmını ondan öğrendik demek.
1995’te Mehmet Açar’ın birkaç aylık bir bebekken teslim aldığı ve geçen yıllar içinde markalaştırdığı Sinema, gençlik yıllarını son nefesine kadar Senem Erdine’nin yönetimi altında geçirdi. Nice sinema yazarına kadrosunda yer açmış olan Sinema, kapanırken künyesinde yıllardır dergiye büyük emek veren Müjde Işıl, Ebru Çeliktuğ ve Engin Ertan’ın ismini taşıyordu. Koskoca bir derginin her ay eksiksiz şekilde karşınıza çıkmasını sağlayan kişi sayısı bu kadardı işte.
Derginin kapatılma haberi gelince, “Okunmuyordu, tabii ki kapatılır” sesleri yükseldi dört bir yandan. Bu yorumu yapmak için dergiciliğin d’sinden anlamıyor olmanız gerekiyor. Sinema dergisini ya da eski sinema dergilerini kapattıran, okunmuyor oluşları değildir. Dergiler, hele hele kültür-sanat dergileri satıştan cüzi bir miktar kazanırlar, çoğu zaman kar bile edemezler. Dergiyi kalkındıran ilan sayfalarıdır, ama malum, kültür-sanat dergileri asla ilan bolluğu yaşamazlar. Dolayısıyla iş gelir, kendi yağıyla kavrulmaya, bazen de zarar etmeye kadar dayanır. Kültür-sanat dergiciliğinin prestij unsuru olarak kabul edildiği yıllarda, mesele bu kadar basittir işte. “Kendi yağıyla kavrulsun yeter.” Ancak ne zaman ki medya grupları ticarethanelere dönüştü ve koltuklara kalın enseli tüccarlar oturdu, o zaman işin rengi değişti. Prestij ayrıcalığı tarih oldu artık. Varsa yoksa kar. Ama mümkünse en kolay yoldan. Mümkünse emeğin yanına yaklaşmayan cinsten bir kar. Bu ülkede bundan böyle popüler sinema dergisi okuyamayacağız. Dahası, bu kaybın gerçekte ne anlama geldiğini uzun süre geçmeden anlayamayacağız. O kadar acınası durumdayız ki, hiç yüzleşmesek daha iyi.
Avrupa ve Amerika’da 19 yaşına yaşına ulaşmış sinema dergilerinin tek bir korkusu olabilir, o da sanal dergiye dönüşmek. Sanal dergilerin içinde doğanların asla anlamayacağı bir korkudur bu. Kağıttan, yazılı olandan, elle tutulandan, sayfası çevrilenden, mürekkep lekesinden kopmak… Evet, sanal dergi fikri yazılı basından gelen bizler için hep biraz nahoş kalacak. Ama 19 yıllık bir markanın kaybedilmesi kadar nahoş değil kuşkusuz. Herkes ağız birliği etmişçesine dergiciliğin öldüğünü konuşuyor, ama ülkemizde kaç kişi narin parmak hareketleriyle çevirdikleri hayali sayfaların ücretini ödemeye hazır? Hangi firmalar sanal dergilere ilan vermeye can atıyor? Okuyucusundan, kapağını bile açtırmadan ücretini talep eden basılı dergilerden, ücretsiz sanal dergilere geçiş yaptığımızı sanırken bir şeyleri atlamıyor muyuz? Peki madem ücretini ödemeye hazır değiliz, neden çabucak basılı dergilere veda ediyoruz? Bu geçiş dönemi bu şekilde mi idare edilmeli? Bütün bunlar başka bir yazının konusu. Ancak şunu vurgulamak gerekir ki, yazılı basında üzerinde çokça düşünülmeden atılan adımlar hem markayı hem dergi ekibini hem de okuyucuyu derinden yaralıyor.
Yurt dışındaki dergilerin korkularını paylaşmakla birlikte, ülkemizde çok daha vahim bir durumun sonuçlarıyla baş etmeye çalışıyoruz. Sinema gibi büyük markalar, bir el hareketiyle tek günde yerle bir ediliyor. Çünkü amaç “çağa uydurmak ya da dönüştürmek” değil, basitçe yıkmak, yok etmek. Neyse ki raflarımızı süsleyen yüzlerce sayı, bunun tam aksini söylüyor. Hep oradaydılar ve hep orada kalacaklar. Kimse asla var olmadıklarını iddia edemez.