Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Selin Gürel | Kim inanır ilk film olduklarına?

Kim inanır ilk film olduklarına?

30 Aralık 2016 - 11:12 | Gu?mundur Arnar Gu?mundsson'un yönettiği, FIPRESCI ödüllü 'Heartstone', özellikle çocuk oyuncuların başarılı performanslarıyla ön plana çıkıyor.
Ukrayna’nın en büyük film festivali olan Molodist - Uluslararası Kiev Film Festivali’nde FIPRESCI jürisi olarak İzlanda filmi “Heartstone”u ödüllendirdik, ancak yarışmanın iki önemli filmini daha anmadan geçmeyeyim
Dostları ona kısaca “Molodist” (gençlik) diyor. Kiev’in tam sonbaharı yolcu edip kışı buyur ettiği dönemde şehrin içini ısıtan, dört başı mamur bir kültür-sanat etkinliği Kiev Uluslararası Film Festivali… Ukrayna’nın en saygıdeğer film festivali olarak, tam 46 yıldır dümende. 1970’te öğrencilerin kısa filmlerini gösteren iki günlük bir etkinlik olarak yola çıkıp, 80’lerden itibaren Doğu Avrupa’nın kültür-sanat sahnesinde adını duyurmaya başlamış. 2016’ya gelindiğinde, uzun ve kısa metrajlı yüzlerce filmi seyirciyle buluşturan, ülkenin en büyük film festivali var karşımızda artık. 
 
Ekim sonunda, FIPRESCI (Uluslararası Film Eleştirmenleri Federasyonu) jürisi sıfatıyla katıldığım festival, hem adına yaraşır şekilde genç yönetmenlerin çarpıcı ilk filmlerini yarıştırıyor hem de büyük film festivallerinde ses getirmiş filmleri yarışma dışı olarak gösterip, takipçilerini yılın en iyi filmlerinden mahrum etmemiş oluyor. Bir yandan öğrenci filmleri ve kısa filmler geleneğini de memnuniyetle devam ettirdiğini eklemek gerek.
 
Stéphane Brizé'nin 'Une vie'si, bir dönem filmi başyapıtı.
 
Molodist’in açılış ve kapanış filmi seçimleri, özellikle dikkat çekiciydi. Açılış filmi olan “Une vie”, Venedik’teki prömiyerinin ardından daha küçük birkaç festivalde sessizce gösterilmiş bir başyapıt olarak hak ettiği itibara Molodist ile kavuştu. Stéphane Brizé’nin yönettiği, 19. yüzyılda Fransa kırsalında geçen bu eşsiz dönem filmi, bir kadının gençlikten yaşlılığa uzanan hayatını, gösterişten uzak bir incelikle anlatıyor. Hayran olunacak dönem filmleri izlediğimiz 2016’da, Brizé’ninki rahat rahat zirveye oynuyor. Kapanış filmi olarak gösterilen “Afterimage” ise Ekim başında kaybettiğimiz usta Andrzej Wajda’nın son filmi olması dolayısıyla önem teşkil ediyor. Wajda, filmde meşhur Polonyalı ressam Wladyslaw Strzeminski’nin, savaş sonrasının baskıcı komünist hükümetiyle mücadele halinde geçirdiği son günlerini anlatıyor. Yaşadığı dönemde değeri bilinmese de doğru bildiklerinden hiç şaşmayan Strzeminski ile kişisel bir bağ kurduğu çok belli olan yönetmen, filmini geleneksel biyografi kalıplarından çıkmadan, mesaj kaygısını fazlasıyla belli ederek çekmiş. “Afterimage”, Polonya tarafından Oscar yarışına gönderildi, ancak son dokuz film arasına giremedi. 
 
Jüri üyeleri olarak sorumlu olduğumuz Uluslararası Yarışma filmleri seçkisinde 12 ilk film bulunuyordu. Bunların tümü, yıl içinde Berlin, Cannes, Locarno, Toronto gibi köklü film festivallerinde prömiyerlerini yapmış ve bir kısmı ödüllendirilmiş filmlerdi. FIPRESCI jürisi olarak, İzlandalı Guðmundur Arnar Guðmundsson’un yönettiği “Heartstone”u ödüllendirdik. “Heartstone”un büyüme öyküsü kalıpları içinde büyük bir olgunlukla anlattığı aşkla karışık dostluk hikayesi, çocuk oyunculardan alınan şaşırtıcı performanslarla birleşince sahici, ayakları yere basan bir drama alan açıyor.
 
Irina Ivanova'nın Bulgar filmi 'Bezbog'daki (Godless) performansı ruhsuzluğu, karanlığı ve korkutuculuğuyla etkileyici.
 
Yarışmada iki dikkat çekici film daha karşımıza çıktı: “Bezbog” (Godless) ve “Ostatnia rodzina” (The Last Family)… Yılın en kasvetli filmi seçilecek olsa, oyumu muhakkak “Bezbog”tan yana kullanırdım. Locarno’dan Altın Leopar ve En İyi Kadın Oyuncu ödülleriyle dönmüş bu Bulgar filmi, gri bir şehrin içine düştüğü kokuşmuş düzeni, seyircinin ruhunu bir toplu iğnenin başına sıkıştıracak şekilde tasvir ediyor. Filmin karakterleri; karanlık Sovyet geçmişinin zehirli havasını solumaya devam eden Bulgaristan’ın ölesiye mutsuz insanları, puslu bir gökyüzü ve çirkin sokaklar… Görüntü yönetmenleri Chayse Irvin ve Krum Rodriguez’in filmin depresif tonuyla kusursuz bir bütünlük içindeki çalışması, “Bezbog”un ayırt edici özelliklerinin başında geliyor. Yönetmen Ralitza Petrova’nın yakın planlarla mümkün olabilecek en verimli şekilde kullandığı başrol oyuncusu Irena Ivanova’nın hipnoz altında oynadığı açıklansa yeridir. Öylesine ruhsuz, karanlık ve korkutucu bir performans… Filmin ana hissiyatı, çıkışsızlık. Petrova, kendini tutamayarak seyirci için katharsis anları yaratmaya kalkmasaydı, “Bezbog”un yılın en iyilerinden biri olması kaçınılmazdı. 
 
'Ostatnia rodzina' (The Last Family), aile kurumu ve kan bağının zorunlu bağlılığına başkaldırı niteliğinde.
 
Bir ilk film olduğuna inanmakta zorlanacağınız “Ostatnia rodzina” ise 2016’da Polonya’dan çıkan filmler arasında en iyisi. Wajda gibi, Polonyalı bir ressamın, Zdzislaw Beksinski’nin hayatını anlatan yönetmen Jan P. Matuszynski, bir yakın dönem ressamı olan Beksinski’nin kendine özgü sanat anlayışını kaderini büyük ölçüde etkileyen aile hayatının penceresinden ele alıyor. “Ostatnia rodzina”, Wajda’nınkinin tersine biyografi türünün tipik bir örneği değil. Beksinski ailesi hakkında bildiğiniz her şeyi daha ilk dakikalarında unutturan ve onları dünyada kalan son aileymiş gibi portreleyen çok tuhaf ve klostrofobik bir film bu. Beksinski’lerin ve sorunlu oğullarının birbirine komşu olduğu, komünist döneme özgü çirkin apartman bloklarının sınırlarından çıkamadığımız ve ailenin başına gelen her trajediye kapı aralarından, koridorlardan tanık olduğumuz bu hikayede, aile kurumu ile adına kan bağı denen zorunlu bağlılığa yönelik yoğun bir başkaldırı göze çarpıyor. Yıllar boyu günlük yaşantısını sadakatle kaydeden Beksinski’nin elde bulunan onca kaydına rağmen, gerçeğin içinden başka bir gerçeklik çıkarmayı başaran Matuszynski’yi tebrik etmek gerek.