Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Selin Gürel | Kalıplara karşı bir festivali kalıplara sokmak

Kalıplara karşı bir festivali kalıplara sokmak

20 Mayıs 2014 - 10:05
Bu yıl FIPRESCI Jürisi olarak görev yaptığım 17. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali’nde, festivalin canla başla çalışan yürekli kadınlarına çok şey borçlu olduğumuzu düşündüm en çok. Bu borcu ödemeye, kalıplara sokmayı pek sevdiğimiz Uçan Süpürge’nin algımızdaki sınırlarını genişleterek başlayabiliriz belki…
Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali’nin ülkedeki diğer film festivalleri arasındaki yerini, aynı ülkede neden bir Kadın Filmleri Festivali’ne ihtiyaç duyulduğunu ve “kadın filmi” tanımının nasıl algılandığını sorgularken, sözü geçen bu “ülke”nin kadına bakışına ve bu bakışı sinemaya nasıl yansıttığına özellikle dikkat etmek gerekiyor. 17 yıldır ilk günkü coşku ve heyecanla gerçekleştirilen Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali, devletten alması gereken desteğin yarısını bile alamadan, kendi başına birçok ilke imza atarken, onun adına sormamız gereken bazı sorular ve ne acıdır ki bunca yıl sonra bile düzeltmemiz gereken bazı yanlışlar var.
 
Kadın yönetmenlerin filmleri için ayrı bir festival düzenlenmesi fikrinin kadın sinemacıları ötekileştirdiğini ve festivallerin cinsiyeti olmaması gerektiğini düşünüyorsanız, idealize ettiğiniz bu dünyada, yıl içinde, kadın yönetmenler tarafından çekilmiş kaç filmin önünüze çıkarıldığını sormak isterim. Bu, aynı zamanda kadın sinemacılara yönelik bir ayrımcılığın var olmadığını düşündüğünüz anlamına da gelir, ki bu düşünce tarzının gerçeğin yakınından bile geçmediğini biliyoruz. Kadın sinemacılar, sadece Türkiye’de değil, dünyanın her yerinde, filmlerine bütçe aradıkları aşamadan son noktayı koydukları ana dek, erkek yönetmenlerin boyunduruğu altındaki bir sektörde kendilerini var etmeye çalışıyor.
 
Dünyanın en gelişmiş sinema sektörüne sahip olan Amerika’da, bu zamanda hala, içinde “ilk” ve “kadın” kelimeleri geçen ödüller verilebiliyor, takvimler 2010’u gösterirken Kathryn Bigelow En İyi Yönetmen Oscar’ı alan ilk kadın sinemacı olabiliyor. Diğer yandan işin daha da vahim tarafı şu ki, Bigelow’un “başarı”sının sırrını, biraz da çektiği savaş filminin vatansever damarında aramak gerekiyor. Hollywood’un yapabileceğinin en iyisi, erkek yönetmenlere atfedilmiş, yoğun testosteron soslu bir türde onlar kadar “dişli” çıkan bir kadın yönetmeni ödüllendirmek iken; Avrupa’da halen sürmekte olan Cannes Film Festivali’nin bugüne kadar Altın Palmiye kazanmış tek kadın yönetmeni Jane Campion ilk gün jüri başkanı olarak kameralar karşısına geçip, film endüstrisinin doğasında cinsiyetçi bir bakış açısının yattığını, pastanın tümünü erkek sinemacıların yediğini söylüyor. Rakamlar da söylediklerini sonuna kadar destekler nitelikte. Sinemanın erkeklerin hakimiyetinde olduğu konusunda anlaştıysak, Türkiye’nin veya herhangi bir ülkenin neden bir Kadın Filmleri Festivali’ne ihtiyacı olduğu sorusunu zaten yanıtladık demektir. Ama yine de ekleyelim, bir yerlerde sinema için emek veren kadınlar olduğu sürece, bu festivallere ihtiyacımız var. Aksi takdirde, aradan sıyrılabilen sınırlı sayıda film dışında, dünyayı sadece erkek sinemacıların gözünden görmeye devam ederiz.
 
 
Bu da bizi ikinci meseleye, yani kadın yönetmenlerin ille de kadın hikayeleri anlattığı yanılgısına getiriyor. Uçan Süpürge elbette toplumsal cinsiyet rolleri ve kadın sorunlarına ilişkin yeteri kadar dile getirilemeyen dertlerin, filmler aracılığıyla özgürce tartışılabildiği bir platform olma gayretinde. Ancak bu, festivalde sadece kadın hikayeleri izleyeceğiniz anlamına gelmiyor. Kadınları en iyi kadınların anlatabileceği inanışı, kısmen doğru olsa da, kadın yönetmenlerin gözünden anlatılan erkek hikayelerinin de festival için müthiş bir değeri var. Diğer yandan kadın yönetmenlerin kadın hikayelerine meylediyor oluşunu, sinemada erkeğin kadını hasarlı bir şekilde resmetme eğilimiyle bağlantılı olarak değerlendirmek zorundayız. Bütün bunları göz önünde bulundurunca, bir Kadın Filmleri Festivali’nde kadın hikayeleri izliyor olmaktan daha doğal bir şey olamaz. Ama bu süreçte, “kadın filmi”nin “kadın hikayeleri anlatan film” anlamına gelmediğini, ne Uçan Süpürge’nin ne de diğer Kadın Filmleri Festivalleri’nin bu şekilde sınırlandırılamayacağını tekrar hatırlatayım.
 
Bir diğer vahim gerçek de şu: Uçan Süpürge, Türkiye’de hem sinemaseverler hem de kadın sinemacılar adına kadına yönelik ayrımcılığı kendi eliyle dizginlemeye çalışırken, dünyada FIPRESCI jürisini ağırlayan tek Kadın Filmleri Festivali olduğu ve uluslararası arenadaki tanınırlığına rağmen, her ne hikmetse medyada kendine yeteri kadar yer bulamıyor, devlet desteği konusunda her seneyi bir öncekinden daha zor geçiriyor, dahası hiçbir TV kanalı festivalin açılış ve kapanış törenlerini canlı olarak yayınlamaya yanaşmıyor. Bütün bunların altında, ne işle uğraştığı fark etmeksizin, basitçe güçlenen kadına köstek olmanın dayanılmaz hafifliğini aramayalım da ne yapalım?