Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Selin Gürel | Antalya Film Festivali’ne dair sayıklamalar

Antalya Film Festivali’ne dair sayıklamalar

18 Kasım 2016 - 03:11
Uluslararası Antalya Film Festivali’nde olanlar, olabilecekler ve bazı ilk filmler…
Uluslararası Antalya Film Festivali bu yıl, son zamanların en yüksek ilk film ortalamasına sahip ulusal yarışmalarından birine sahne oldu. Altın Portakal için yarışan 12 filmden 8’i yönetmenlerin ilk filmleriydi. Bu rakamın 2015’te 2 iken, 2014’te 5’te kaldığını hatırlatalım. En İyi Film ödülünün yanı sıra En İyi İlk Film ödülü de verilen bir film festivalinde, yarışan 12 filmden 2’sinin ilk film olması ne kadar sınırlayıcı ise, “12’de 8” de aynı ölçüde sorunlu bir oran. Nitekim ödül gecesi, En İyi İlk Film ödülüyle (“Babamın Kanatları”) birlikte En İyi Film ödülü de (“Mavi Bisiklet”) bir ilk filme gitti. Bu orantısızlık, ilk filmlere iki kez yarışma imkanı tanıdığı için de kafa karıştırıyor. Hal böyle olunca, yaratıcı ve yenilikçi filmlere verilmesi gereken En İyi İlk Film ödülü, aslında misyonu olmayan bir “ikincilik” ödülü olma yolunda hızla ilerliyor.
 
Antalya Film Festivali özelinde şunu öne sürmek mümkün: Bu şartlarda işlevini kaybeden En İyi İlk Film ödülünün tarihe karışıp, Altın Portakal’ın ilk yıllarından itibaren verilen, bir noktadan sonra Dr. Avni Tolunay Jüri Özel Ödülü’ne dönüşen ve sonra ortadan kaybolan En İyi İkinci Film ödülü geleneğinin canlandırılması yerinde olurdu. Dr. Avni Tolunay Jüri Özel Ödülü’nün bir zamanlar En İyi İkinci Film’e verildiği gerçeği, ne kadar hatırlanıyor, bu da ayrı bir soru…
 
'Rauf', yarışmanın çok sayıdaki ilk filmleri arasında birkaç adım öne çıkan bir örnekti.
 
Her ilk film yarışmaya girer mi?
 
Bu karışıklığı bir kenara bırakırsak, rol modeli olarak kendine Cannes’ı seçen Antalya’nın, yarışmasında bunca ilk filme yer açarak işini büsbütün zorlaştırdığı da bir gerçek. Cannes’ın ana yarışmasında nadiren ilk filmlere yer vermesi, eğer veriyorsa da başyapıt olma potansiyeli taşıyan filmlere bu ayrıcalığı tanıması boşuna değil. Festivalin prestijine gölge düşürmeyecek ilk filmler, elbette yarışmayı şereflendirir. Aynı zamanda gelecek yıllarda ayakta alkışlanacak bir yönetmenin ilk basamağı olmaya kim “Hayır” diyebilir ki? Ancak ustaca kotarılmış filmlerin arasına serpiştirilmiş sorunlu ilk filmlerin, yarışmanın prestijini tümden tehlikeye sokacağı da çok açık değil mi? Antalya’nın başına gelen, çoğunlukla bu. Ülkedeki festivallerin, yarışmalarına kalburüstü film bulmakta zorlandıkları muhakkak. Ama bir festivalde örneğin bir ustalık eseri olan “Tereddüt” ile bir sinema filmi denemesi olarak bir an için bile ayakta duramayan “Eşik”in aynı ödül için çarpışması kabul edilecek gibi değil. İlk filmler için ayrı bir yarışma yapılması ve örneğin “Albüm” gibi orijinal bir ilk film başvurduysa, onun ana yarışmaya alınarak onurlandırılması ideal olurdu. Bu, muhtemelen ana yarışma filmlerinin sayısının azalması anlamına gelecektir. Ancak böyle bir ayrım, birçok deneyimli yönetmenin festivale daha büyük bir rahatlıkla başvurmasını da sağlayacaktır. Sınırlı sayıda film çekildiği için, festivallerde aynı filmlerin yarışması kadar doğal bir şey olamaz. Ne var ki, yarışma seçkisini biraz olsun farklılaştırmak uğruna, büyük seviye farkları olan filmleri aynı potada eritmeye çalışmak, hem seyirciye hem de yönetmenlere haksızlık.
 
Basın gösterimiyle prömiyer aynı şey olur mu?
 
Antalya’nın “uluslararası” festival olma hedefi gereğince başlattığı kart okutma, film puanlandırma gibi kimi uygulamaları, gelecek yıllarda rayına oturunca daha işler hale gelecektir mutlaka. Şayet ortada böyle somut bir hedef varsa, 'uluslararası' festivallerin basın gösterimi geleneğinin de örnek alınmasını tavsiye ederim. Bu yıl basın mensupları olarak, eğer bir filmin ilk gösterimini kaçırdıysak, bir alışveriş merkezi sinemasında yapılan ikinci gösterime bilet bulamayarak filmi izleyememe ihtimaline kendimizi alıştırmak zorunda kaldık. Hem biletlerin neredeyse çıkar çıkmaz tükenmesi hem salonların küçük olması hem de Film Forum tarafına ayrılan davetiye sayısının yüksek olması nedeniyle… Özellikle Ulusal Yarışma filmlerine ayrı bir salonda basın gösterimi yapılması, herkesin hayatını kolaylaştıracak bir hamle olurdu. Film eleştirmenlerinin, filmi değerlendirmek için ne yarışma filmlerinin aldığı seyirci tepkisini ölçüp biçmeye ne de soru-cevap bölümünde, genelde eksiklerin kapanması, muğlak noktaların aydınlatılması açısından filmlerin yararına olduğu gözlenen etkileşime tanıklık etmeye ihtiyaçları var. Mümkünse uluslararası festivallerin çok net bir biçimde ayırdığı gibi, bir tür kutlama, takdir ve övgü etkinliğine dönüşen prömiyerlerle filmin kendisi arasında bir ayrım yapılmalı.
 
'Genç Pehlivanlar', belgesel türünde olsa da kurmacaya göz kırpan başarılı bir ilk film.
 
Yarışmada öne çıkanlar
 
Yarışmaya dönersek, Altın Portakal’a uzanan “Mavi Bisiklet”ten çok daha iyi üç ilk film vardı karşımızda: “Albüm”, “Rauf” ve “Genç Pehlivanlar”. Bunlardan “Albüm” ile ilgili fikirlerimi daha önce paylaşmıştım. İlk olarak İstanbul Film Festivali’nde izlediğim “Rauf”un ise Antalya’da da ödüllendirilen görüntü yönetiminden özellikle etkilendiğimi eklemeliyim. İlk film olmayan filmlerin bile “ilk film zaafları” taşıdığı yarışmada teknik açıdan belirli bir seviyenin üzerine çıkan, özellikle ışık kullanımıyla dikkat çeken, yönetmenlik dilini oturtmuş, olgun filmlerden biriydi “Rauf”. Genelde hem ilk aşkın kırılganlığını hem de büyümenin acısını ele alan “kırsaldaki çocuk” hikayelerinin artış gösterdiği son dönemde, bu denklemin merkezine Doğu’daki savaşı da ekleyerek zor bir işe soyunan film, bu yükün altından zarafetle kalkıyor.
 
Yarışmaya belgesel kontenjanından dahil olan “Genç Pehlivanlar”, gerçek kişileri takip ediyor olsa da kurmacaya da göz kırpan bir anlatı yapısını benimseyip, karakter oluşturmayı başararak, işlevsel bir anlatım dili tutturuyor. Yönetmen Mete Gümürhan’ın, küçük sporcuların başarı, özlem, hayal kırıklığı ve hırs dörtgenindeki gerçek maceralarına seyirciyi ilk elden tanık etme yöntemleri takdire şayan. Yarışmanın diğer belgeseli “Orhan Pamuk’a Söylemeyin, Kars’ta Çektiğim Fimde Kar Romanı da Var” da türde yeni denemeler yaptığı için anılmayı hak ediyor. Tekrara daha az düşseydi, yarışmanın en orijinal filmi olabilirdi. Yönetmen Rıza Sönmez’in sıra dışı fikirleri hayata geçirmeye devam etmesini dilerim.