Milliyet Sanat »Yazarlar » Selin Gürel | 2013 vizyonuna çok yakışacak 5 bağımsız film
2013 vizyonuna çok yakışacak 5 bağımsız film
02 Ocak 2013 - 09:01Madem 2012 onların yüzüne bakmadı, biz de onları 2013’e sevdirmeye çalışırız
Disconnect
“Kesişen yollar” filmlerinden iyiden iyiye nefret etmeye başladığımız bir dönemde, bu formatın iyi bir senaryo ve kendini gösteren bir yönetmenlik becerisiyle hala seyirci üzerinde iz bırakacak bir filme kaynaklık edebileceğini hatırlatıyor bizlere “Disconnect”. Alejandro González Iñárritu’nun suyunu çıkardığı bu formatın, son dönemde Fernando Meirelles’in de eline yakışmadığını görmüştük. Belgesel yönetmeni Henry Alex Rubin ise ilk kurmaca filmi “Disconnect” ile bilgisayarlar üzerinden kurduğumuz iletişimi sorgularken, sarsıcı hikayeler anlatmayı beceriyor. Üstelik bir A sınıfı oyuncular geçidine gerek görmeden.
Frances Ha
Noah Baumbach’ın yönettiği, Ben Stiller’lı “Greenberg”ün bile vizyon yüzü görmediği düşünülürse, Baumbach’ın Greta Gerwig’li üstelik de siyah-beyaz filmi “Frances Ha”yı herhangi bir festivalde bile izlerseniz şanslısınız demektir. Ama biz yine de söylemiş olalım: “Frances Ha”yı izledikten sonra onu elle tutabiliyor olsanız, hemen sıkıca bağrınıza basardınız. Öylesine sevimli, hınzır ve kalp çalan cinsten bir film. Harikulade Greta Gerwig’in senaryosunu Baumbach ile birlikte yazdığı “Frances Ha”, genç bir kadının hayatından bir kesiti, yalnızlık, dostluk ve seçimler üzerinden anlatıyor. 2012’nin en iyi bağımsız komedisi.
Hannah Arendt
Bir kez daha Margarethe von Trotta ile Barbara Sukowa’nın güçlerini birleştirmesine vesile olan “Hannah Arendt”, ünlü siyaset bilimcinin Amerika döneminde The New Yorker için takip ettiği Adolf Eichmann davasının yankılarını oturtuyor merkezine. Bu aynı zamanda, Arendt’in fırtınalı hayatının en can alıcı dönemlerinden biri. Kendisi de bir Yahudi olan Arendt’in, kötülüğün somutlaştırılıp birkaç isme mal edilmesini ve soykırım sonrası dünyanın tezcanlı samimiyetsizliğini eleştirirken Yahudi camiasını karşısına alması, kendi adını taşıyan filme Von Trotta’nın katkısıyla müthiş bir arka plan kazandırıyor. Sukowa’nın tepeden tırnağa Arendt’e dönüştüğü film, savaş suçlarına daha önce bakılmamış bir pencereden bakıyor.
The Perks of Being a Wallflower
Bir romanın bizzat yazarı tarafından beyazperdeye uyarlanmasına çok sık rastlamıyoruz. “The Perks of Being a Wallflower” o uyarlamalardan biri. Yazarı Stephen Chbosky, dramatik yanı güçlü ama mizah duygusunu da koruyabilen büyüme hikayesini ete kemiğe büründürürken, yönetmen olarak kendini arka plana atıp, oyuncularının performansına odaklanıyor ve temel olarak öyküsünü en doğru şekilde anlatma işine yoğunlaşıyor. Sonuç gayet başarılı. “Harry Potter” aleminden kendini çabuk kurtaran Emma Watson ile son olarak “We Need to Talk About Kevin”da kanımızı donduran Ezra Miller’ın el ele vermesiyle, “The Perks of Being a Wallflower” benzerlerinden bir adım öne çıkıyor. İnsanda hemen izleme isteği uyandırdığı da bir gerçek. Ama Amerika’da gördüğü küçük başyapıt muamelesi biraz abartılı doğrusu.
Seven Psychopaths
İşte listemizdeki vizyon yüzü görmesi en muhtemel film. Martin McDonagh’nın müthiş ilk filmi “In Bruges”u sevdiyseniz, “Seven Psychopaths”e de kayıtsız kalmanız imkansız. Çünkü bu sefer tek film değil, film içinde film, hikaye içinde hikaye izleyeceksiniz. Colin Farrell’ın endişeyle birleşmiş kaşları, mizah anlayışı gelişmiş bir kötü adam, harika yan karakterler, yüzünüze tebessüm konduran konuk oyuncular ve hiç düşmeyen bir tempo aynı filmin içinde. “Seven Psychopaths” sadece 2012’nin en iyi suç komedisi değil, aynı zamanda McDonagh’nın da başarısının bir tesadüf olmadığının kanıtı. McDonagh, iyi yazılmış bir senaryonun verdiği eşsiz zevki yaşatmak üzere izleyicilerini bekliyor.
Alexander Skarsgård ve Paula Patton, Henry Alex Rubin'in "Disconnect"inde.
Disconnect
“Kesişen yollar” filmlerinden iyiden iyiye nefret etmeye başladığımız bir dönemde, bu formatın iyi bir senaryo ve kendini gösteren bir yönetmenlik becerisiyle hala seyirci üzerinde iz bırakacak bir filme kaynaklık edebileceğini hatırlatıyor bizlere “Disconnect”. Alejandro González Iñárritu’nun suyunu çıkardığı bu formatın, son dönemde Fernando Meirelles’in de eline yakışmadığını görmüştük. Belgesel yönetmeni Henry Alex Rubin ise ilk kurmaca filmi “Disconnect” ile bilgisayarlar üzerinden kurduğumuz iletişimi sorgularken, sarsıcı hikayeler anlatmayı beceriyor. Üstelik bir A sınıfı oyuncular geçidine gerek görmeden.
Greta Gerwig, "Frances Ha"nın hem senaristi, hem de başrol oyuncusu.
Frances Ha
Noah Baumbach’ın yönettiği, Ben Stiller’lı “Greenberg”ün bile vizyon yüzü görmediği düşünülürse, Baumbach’ın Greta Gerwig’li üstelik de siyah-beyaz filmi “Frances Ha”yı herhangi bir festivalde bile izlerseniz şanslısınız demektir. Ama biz yine de söylemiş olalım: “Frances Ha”yı izledikten sonra onu elle tutabiliyor olsanız, hemen sıkıca bağrınıza basardınız. Öylesine sevimli, hınzır ve kalp çalan cinsten bir film. Harikulade Greta Gerwig’in senaryosunu Baumbach ile birlikte yazdığı “Frances Ha”, genç bir kadının hayatından bir kesiti, yalnızlık, dostluk ve seçimler üzerinden anlatıyor. 2012’nin en iyi bağımsız komedisi.
Barbara Sukowa, Margarethe von Trotta'nın filminde 20. yüzyılın en önemli Marksist düşünürlerinden Hannah Arendt'i canlandırıyor.
Hannah Arendt
Bir kez daha Margarethe von Trotta ile Barbara Sukowa’nın güçlerini birleştirmesine vesile olan “Hannah Arendt”, ünlü siyaset bilimcinin Amerika döneminde The New Yorker için takip ettiği Adolf Eichmann davasının yankılarını oturtuyor merkezine. Bu aynı zamanda, Arendt’in fırtınalı hayatının en can alıcı dönemlerinden biri. Kendisi de bir Yahudi olan Arendt’in, kötülüğün somutlaştırılıp birkaç isme mal edilmesini ve soykırım sonrası dünyanın tezcanlı samimiyetsizliğini eleştirirken Yahudi camiasını karşısına alması, kendi adını taşıyan filme Von Trotta’nın katkısıyla müthiş bir arka plan kazandırıyor. Sukowa’nın tepeden tırnağa Arendt’e dönüştüğü film, savaş suçlarına daha önce bakılmamış bir pencereden bakıyor.
Logan Lerman, "The Perks of Being a Wallflower"da bir yandan lise hayatına uyum sağlamaya çalışırken bir yandan da geçmişiyle ilgili sorunlarını çözmeye uğraşan bir genci canlandırıyor.
The Perks of Being a Wallflower
Bir romanın bizzat yazarı tarafından beyazperdeye uyarlanmasına çok sık rastlamıyoruz. “The Perks of Being a Wallflower” o uyarlamalardan biri. Yazarı Stephen Chbosky, dramatik yanı güçlü ama mizah duygusunu da koruyabilen büyüme hikayesini ete kemiğe büründürürken, yönetmen olarak kendini arka plana atıp, oyuncularının performansına odaklanıyor ve temel olarak öyküsünü en doğru şekilde anlatma işine yoğunlaşıyor. Sonuç gayet başarılı. “Harry Potter” aleminden kendini çabuk kurtaran Emma Watson ile son olarak “We Need to Talk About Kevin”da kanımızı donduran Ezra Miller’ın el ele vermesiyle, “The Perks of Being a Wallflower” benzerlerinden bir adım öne çıkıyor. İnsanda hemen izleme isteği uyandırdığı da bir gerçek. Ama Amerika’da gördüğü küçük başyapıt muamelesi biraz abartılı doğrusu.
Colin Farrell ve Sam Rockwell, "Seven Psychopaths"de bir köpek hırsızlığı işine karışan iki arkadaşı canlandırıyorlar.
Seven Psychopaths
İşte listemizdeki vizyon yüzü görmesi en muhtemel film. Martin McDonagh’nın müthiş ilk filmi “In Bruges”u sevdiyseniz, “Seven Psychopaths”e de kayıtsız kalmanız imkansız. Çünkü bu sefer tek film değil, film içinde film, hikaye içinde hikaye izleyeceksiniz. Colin Farrell’ın endişeyle birleşmiş kaşları, mizah anlayışı gelişmiş bir kötü adam, harika yan karakterler, yüzünüze tebessüm konduran konuk oyuncular ve hiç düşmeyen bir tempo aynı filmin içinde. “Seven Psychopaths” sadece 2012’nin en iyi suç komedisi değil, aynı zamanda McDonagh’nın da başarısının bir tesadüf olmadığının kanıtı. McDonagh, iyi yazılmış bir senaryonun verdiği eşsiz zevki yaşatmak üzere izleyicilerini bekliyor.
Etiketler: Alexander Skarsgård Christopher Walken Colin Farrell Disconnect Emma Watson Frances Ha Hannah Arendt Margrethe von Trotta Martin McDonagh Selin Gürel Seven Psychopaths The Perks of Being a Wallflower