Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Seçkin Selvi | “Unuttuğum bir şey var mı?”

“Unuttuğum bir şey var mı?”

22 Mart 2018 - 05:03 | “Ruhun en yakın arkadaşı ışıktır, bedenin en yakın arkadaşı gölge.”
Onur Karaoğlu’nun yazıp yönettiği Işık Teorisi’nin, “fiziksel/bilimsel bir perspektifle çerçevelenmiş, ‘gitmek’ fikri üzerine hem fütüristik ve fantastik, hem nostaljik ve hem de bugüne dair bir meditasyon” olduğu iddia ediliyor.

 

IŞIK TEORİSİ – Yazan-yöneten: Onur Karaoğlu, Işık Tasarımı: Utku Kara, Mekân Tasarımı: Onur Karaoğlu, Utku Kara, Ses Tasarımı: Özcan Ertek, Kostüm Tasarımı: Hilal Polat, Fotoğraf: Burak Çevik, Dilşad Aladağ, Yardımcı Yönetmen: Yusuf Huysal, Oynayanlar: Okan Urun, Zinnure Türe.
 
Oyunun tanıtım yazısında, “Işık Teorisi” oyunu hayatlarımız zorunlu yolculuklarla şekillenirken, zamanla kaybolup gideceğini düşündüğümüz izlerin ortak geleceğimize nasıl bir anlam katacağını oyundaki üç karakterin hikâyeleri üzerinden hayal ediyor,” deniyor.
 
Oyunun yer aldığı iki salondan birincisine giriyoruz. Her taraf bembeyaz. Bir yükselti üzerinde, sonradan arkeolog olduğunu anladığımız oyuncu (Zinnure Türe) yeni bir buluştan söz ediyor. Yıl 2419… İstanbul şehrinin bir şekilde yok olmasının üzerinden 400 yıl geçmiş. Yapılan kazılarda arkeologlar bir kutu ve kutunun içinde bir bavul bulmuşlar ve buradan hareketle geliştirilen bir ışık teknolojisi sayesinde kutunun içine bakmak ve son kaydettiği ışığı/dolayısıyla görüntüyü okumak ve o kesitin öncesinde yer alan olaylarla süreçleri öğrenmek mümkün oluyormuş. Arkeolog bize 400 yıl öncesindeki bir “son an”la karşılaşacağımızı açıkladıktan sonra ikinci bölmeye, yani kara kutunun içine geçiyoruz. Böylece zamanda yolculuk yaparak farklı bir mekâna ve 2019 yılı Mayıs’ına “ışınlanıyoruz”.
 
Karşımızda İstanbul’u terk edip Paris’e taşınmaya karar vermiş olan Kaan var, aynı zamanda 1453’te Konstantinopolis’te yaşanan son savaştan kaçan Bizanslı Anna ve 2013’te Suriye’deki savaştan kaçıp İstanbul’a gelmiş olan Feraye de orada. Kaan kendi hikâyesini anlatırken Anna ve Feraye’nin hikâyelerini de aktarıyor, sonuçta üçünün ortak yanları da “gitmek” durumu ve bu durumdaki kişiler “Acaba bir şey unuttuk mu, giderken yanımıza ne almalıydık?” kaygısı içindeler. 
 
“Biz küçük bir algı gücüne sahipken etrafımızda sonsuz bilgi dolaşıp duruyor. Sınırlı bir gerçekliği anlıyoruz; çünkü beynimiz dünyayı daha büyük ölçekte anlayacak kadar gelişmeye yeni yeni başladı.”
 
 
Kaan bu kaygıyı şöyle dile getiriyor: “Hayatlarımız karışık bir mekanizma, her yeri küçük kapaklarla kapanmış bir sürü kutu gibi. Hangi kutuyu açınca içinden ne çıkacağını çok iyi bilirsek sırtımız yere gelmez sanki. Bütün dertlere iyi gelen bir kutu olsa onu yanıma alsam şimdi.”  Elinde bir iskambil destesi gibi fotoğraf destesi var. İçlerinden bir fotoğraf çekiyor, o fotoğraftaki görüntü sahnenin gerisindeki perdeye yansıyor ve o görüntüyle ilgili bir anı, bir öykü dinliyoruz Kaan’dan. Ardından desteden başka bir fotoğraf çekiyor, o da yansıyor perdeye. Sonra bir daha, bir daha. Görüntüler ve anlatılanlar bir noktada odaklanıyor:  “Bir insanın doğup büyüdüğü ve yaşamaya devam etmek istediği yerden gitmek zorunda kalması ne demek, gitmek ne demek, giderken yanınızda neyi, neleri götürmek ister ve götüremezsiniz? Eşyalardan vazgeçtiniz, peki ya insanlarınız? Anılarınız? Şehrin kendisinden bir parça?” Daha eski katmanlarda yaşamış Anna ile Feraye geri plandaki perdenin arkasında kalıyorlar. Kaan’ın bulunduğu alana çıkmıyorlar. Çünkü onların hikâyesini Kaan anlatıyor, kendileri değil. 
 
Oyundaki üç kadını, yani arkeoloğu, Feraye’yi ve Anna’yı oynayan Zinnure Türe ve Kaan’ı canlandıran Okan Urun’un büyük emek verdikleri anlaşılıyor. Her ikisi de başarılı. Ne var ki, oyunda aksayan, eksik kalan bir şey var. Oyunun ete, cana bürünmesini gerçekleştiremeyen, inandırıcı olmasını sağlayamayan bir eksiklik. Bu yazardan mı kaynaklanıyor, yoksa başka topluluklarda örneklerine zaman zaman rastladığımız gibi yazarla yönetmenin aynı kişi olmasından gelen uyarıcı bir üçüncü gözün olmamasından mı kestiremiyorum. Ama başlangıçta iyi düşünülmüş ve mutlaka iyi niyetle çalışıldığına inandığım oyun ne yazık ki “olmuş” niteliğini kazanamıyor.
 
bomontiada Alt Adres: Silahşör Cad. Birahane Sok. 
Tarihi Bomonti Bira Fabrikası No:1, Şişli
 0212. 230 21 62, 0541. 468 02 14, 0505. 705 40 45
 
* * *
 
 

Vale – Gel ve Hoşça kal

 
Şule Kazgan’ın genel koordinatörlüğünü yaptığı Tiyatral, yeni oyunu “Vale – Gel e Hoşça kal” ile 26 Mart’ta Borusan sahnede seyirci karşısına çıkıyor. Tiyatral’in dördüncü oyunu herkesin kara deliklerle sınandığı aile kavramının gerçek yüzünü anlatan bir kara komedi. Aileyi bir arada tutmaya çalışan bir abla ve üç kardeşi. Yaşamlarında en çok neye güldüklerini unutmuş olan bir aile. Bir aileyi hem kuran hem çökerten anne ve babalar değil mi? Vale (Elveda) ya da Gel ve Hoşça kal izleyicinin aklını, kalbini ve köklerini derinden sarsacak bir oyun. Güldürdüğü ölçüde düşündüren bir yapıt. Vicdan, ailenin kutsallığı, sistemin dayattıkları, bireyin algıladıkları. Tiyatral şöyle sesleniyor bizlere:
“Vale (Elveda) ya da "Gel ve Hoşçakal" bir aile komedisi.
İtiraf etmeye cesaret edemediklerimiz – zannettiklerimiz- çok sevdiklerimiz - az sevdiklerimiz; Ailemiz! Sırlar kara kutuya!
Zarar büyük ve komik ve acınası ve dokunaklı. 
Ve her zaman karar sizin.
İsterseniz bin kilometre öteye gidin, aileniz hissettirdikleriyle hep peşinizde.
Kaçmayın o halde.
Fena halde gülümseyin.”
 
Yazan: Sibel Yıldırım, Yöneten: Kubilay Karslıoğlu, Dekor-Kostüm tasarımı: Dilek Kaplan, Işık tasarımı: Kubilay Karslıoğlu, Müzik: Murat Gedikli, Oynayanlar: Esra Ülger, Sibel Yıldırım, Cemre Buğra Ün.
 
İletişim: 0532.365 02 13
 
* * *
 

Praxis Perform’dan “Jean-Paul Marat

 
“1793 senesinin…
13 Temmuz Cumartesi günü…
Fransız ulusuna…
Ölüm.”
 
Peter Weiss'ın "Jean-Paul Marat'nın Takip Edilip Öldürülmesinin, Charenton Akıl Hastanesi'nde Marquis De Sade Yönetiminde Hastalar Tarafından Canlandırılması" isimli oyunundan uyarlanan "Jean-Paul Marat", tek kişilik müzikal bir performans. 
 
Oyunun öyküsü, Fransız devriminin radikal önderlerinden Jean-Paul Marat’nın küvetinde bıçaklanarak öldürülmesinin canlandırılmasıdır. Bu basit canlandırma sayesinde iki müthiş tarihsel karakter olan Jean-Paul Marat ile Marquis de Sade’ın karşılaşmalarına tanık oluruz. 
 
Peter WEISS’ın “Marat/Sade” Oyunundan Uyarlayan ve Yöneten: Ant Aksan, Oynayan: Ayşegül Sünetçioğlu, Besteler: Barbaros Göksan, Gökay Kaçanoğlu, Ozan Gökmen, Sinan Göksan, Dekor ve Kostüm Tasarım: Ali Altunsoy, Afiş ve Grafik Tasarım: Ege Gençkan, Fotoğraf: Murat Dürüm, Afiş Fotoğrafı: Güral Caba, Video İçerik: Kare Film / Fırat Turgut.
 
Praxis Perform İletişim:  0553 702 16 92
 
* * *