Milliyet Sanat »Yazarlar » Seçkin Selvi | Tek Kişilik Bir İsyan Oyunu: HAK
Tek Kişilik Bir İsyan Oyunu: HAK
10 Ocak 2015 - 08:01İyi bir tiyatro adamı, güçlü bir yazar olma yolundaki Berkay Ateş, dilerim kendini belirli bir coğrafya ile sınırlamaz da hak ettiği gibi evrensele açılır
HAK- Yazan: Berkay Ateş, Yönetenler: Ayşenil Şamlıoğlu, Berkay Ateş, Müzisyen: Merih Aşkın, Sahne ve Kostüm Tasarımı: Tomris Kuzu, Hareket Düzeni: Canberk Yıldız, Oynayan: Amal Omran.
Bir süredir Urfa’da yaşayan Suriye’li sanatçı Amal Omran’ın tek kişilik performansı “HAK”, Kumbaracı50-İstanbul/ Fundamental Monodrama Festival Lüxemburg/ Moussem Nomadic Arts Center-Brüksel / Köln Festival 2014 ortak yapımı olarak sahneleniyor. Amal Omran’ın biyografik hikayesinden yola çıkılarak yazılan ve teması savaş olan tek kişilik oyun, sezon boyunca Belçika, Almanya, Lüxemburg dışında çeşitli ülkelerde ve İstanbul’da Kumbaracı50’de seyirciyle buluşacak. Arapça oynanan oyunun Türkiye gösterimlerinde Türkçe üst yazı kullanılıyor.
Oyun ve Yorumu
“HAK, adını, kimliğini, dilini bırakarak, nefesini, vicdanını, yanına alarak, adımlarını saymadan, geriye dönüp bakmadan yalın ayak yürüyen bir insanın hikâyesidir. Acıya sarılmanın, isyan etmenin sesidir,” diye sunulan oyun belki özelde Suriye’de, ama kesinlikle Orta Doğu’nun bütün ülkelerinde, dahası zorbalığın egemen olduğu her yerde yaşanan acıların bir izdüşümü.
Oyunun başında çoraklığın bütün sarı, bütün kahverengi, bütün bej tonları arasında kıvrılmış yatan bir kadın görüyoruz. Berkay Ateş’in dediği gibi, “Yer önemlidir, dünyanın toprağı sarı olan denizsiz şehirlerindeki insanları için…” Sonra kadın çorak topraktan, kızgın çölden, amansız doğanın tozları arasından doğruluyor. Tomris Kuzu’nun ödülleri hak eden ve müthiş bir görsellik sunan sahne ve kostüm tasarımı, kadının o topraktan kopamayışını; benliğinden, yaşantısından bir şeyleri feda edip soyunup atarak o topraktan kopsa, oralardan uzaklaşsa da bal eylenemeyen acıyı peşinden sürükleyişini haykırıyor.
Onu yollara düşecek kadar isyan ettiren olay, saat 17:02 ile 17:19’u 20’ye bağlayan on sekiz dakikalık sürede yaşanıyor. Kalabalık bir alan bir anda karışıyor. Eli silahlı adamlar dikiliyor karşıya. İçlerinden biri kadının çocukluk aşkı üstelik. Üstelik o çocukluk aşkı şimdi namlusunu ona doğrultmuş bakıyor. Derken bir çocuk, on altısında var yok, kurtarmak için kadını fırlıyor öne. Saat 17:15.
Sonra olanlar oluyor. İsyanlardaki kadın, işte orada olanları ve daha da olacakları anlatmak, on altısında öldürülen çocukların sessiz çığlıklarını, çocukluk aşklarının çoraklaşmış duygularını, kızını arayan bir babanın dökülmeyen gözyaşlarını dünyaya duyurmak için saat 17:19’u 20’ye bağlarken düşüyor yollara. Anlatıyor, anlatıyor, rabbine haykırıyor haksızlıkları. Sonunda yine rahimdeki bir cenin kıvrılmasında iniyor toprağa.
Oyun geride bırakılmış bir eylemin anlatısı olduğu için oyun düzeninde fazla bir hareketlilik olması olanaksız. İster istemez kolların ve bedenin devinimlerine yönelinmiş. Bu yaklaşım bir süre sonra tekdüzeliğe düşme riski yaratıyor. Belki oyunun başındaki toprağa bağlılığı görkemli bir biçimde somutlaştıran kostümden hiç soyunulmasa daha mı iyi olurdu sorusu kurcalıyor kafamı.
Berkay Ateş’in dili, vuruculuğu ve şiirselliği benzersiz bir ustalıkla bütünleştiriyor. “Biz adalete üvey olanlar”, “Acıdan daha kötüdür acının bilinmesi”, “Her ölü bilinmesini ister neden orada yattığını, her ölü bilinmesini ister kimin onu yatırdığını ve dünyada en büyük adaleti ölüler ister,” “Belki demir merminin canı olsaydı gitmezdi; belki derdi ben on altısında birini vuramam,” “Direklere, halatlarla, zincirlerle bağlanan bayraklar özgürlükten bahsedemez,” cümleleri, karşısında şapka çıkarılacak bu imge zenginliğinin, bu anlatım renkliliğinin ve çarpıcılığının rastgele seçtiğim birkaç örneği. İyi bir tiyatro adamı, güçlü bir yazar olma yolundaki Berkay Ateş, dilerim kendini belirli bir coğrafya ile sınırlamaz da hak ettiği gibi evrensele açılır.
Devlet Tiyatrosu’nda Yeni Oyun
Bülbül Susturulduğunda
Alptekin Serdengeçti
Raja Shehadeh’in yazdığı David Greig’in uyarladığı ‘’Bülbül Susturulduğunda’’ adlı oyunun çevirmeni Hakan Silahsızoğlu, yönetmeni Özgür Yalım. Oyunun dekor ve kostüm tasarımı Işın Mumcu’ya, ışık tasarımı Enver Başar’a, dramaturji Eray Kahya’ya ait. Oyunda Alptekin Serdengeçti rol alıyor.
1987 yılında ‘’İntifada’’ adıyla başlayan ve 1992’ye kadar etkin bir biçimde devam eden İsrail-Filistin savaşı sırasında Filistinlilerin yaşadıkları güçlükleri, çaresizliği, mahrumiyet halini, bir aydının tuttuğu günlükler üzerinden anlatan bu oyun orada yaşanılanların olduğu kadar yaşanılan her savaşın bir özetidir aslında…
‘’Burada hayat budur: sürekli travma, trajedi, yıkım, zorbalık, vahşilik, aptallık’’
Oyun 10, 11 Ocak 2015’te tarihlerinde Küçük Sahne’de.
Sadri Alışık Sahnelerinde İki Oyun
Kafesten Bir Kuş Uçtu
Ken Kesey’in romanından sinemaya uyarlanan Jack Nicholson'un yıldızı olduğu beyaz perdenin kült filmleri arasında yer alan 1975 yapımı "Guguk Kuşu" (One Flew Over Cucko's Nest), Şakir Gürzumar yönetiminde Çolpan İlhan & Sadri Alışık Tiyatrosu Birim Sahne bünyesinde sahneleniyor.
“Guguk Kuşu” tutuklu olduğu cezaevinde çalışmaktan kurtulmak için deli taklidi yaparak güvenlik önlemleri daha az olan bir akıl hastanesine sevk edilen bir mahkûmun (McMurphy / Oktay Kaynarca) burada geçirdiği zamanı konu alıyor. McMurphy özelinde “deli kimdir?” “delileri sistem mi yaratır?”, “kim deli ya da kim akıllı” sorularına yanıt arıyor. Mahkûm McMurphy bu süre içerisinde hem kurallara uymuyor hem kaçma planları yapıyor hem de diğer hastalarla farklı bir diyalog kuruyor. Terapilerdeki kendi başına buyruk hareketleri ve özgürlüğüne olan düşkünlüğü nedeniyle soğuk, tavırlı, suratsız, otoriter Başhemşire Ratched (Deniz Uğur) ile de büyük sorunlar yaşıyor ve aralarında ciddi bir çatışma başlıyor. Oyunda gelişen bir dizi olaylar üzerinden birbirlerine üstünlük kurma çabaları normal olmaya çalışmanın deli olmaya çalışmaktan daha zor olduğu mizahi bir dille anlatılıyor.
Yazan: Ken Kesey, Yöneten: Şakir Gürzumar, Oyuncular: Oktay Kaynarca, Tarık Ünlüoğlu, Deniz Uğur, Tuba Ünsal, Levent Can, Kevork Türker, Yiğit Pakmen, Melda Narin, Ali Deniz Çelik, Onur Kırat, Umut Avcı, Gamze Uçar, Dorukan Kenger, Engin Demircioğlu, Onur Yenidünya ve Kayhan Yıldızoğlu.
Market
Çolpan İlhan & Sadri Alışık Tiyatrosu’nun yeni sezon alternatif sahne oyunu Market, farklı kurgusu ve yalın anlatımıyla yeni gerçekçi, sıra dışı bir eser… Belki de bir tiyatro oyunundan daha fazlası…
Sansar, Piç ve Gazi. İzledikleri bir filmden etkilenerek hiç tanımadıkları dokuz insanı soğukkanlılıkla öldüren üç katil. Bir benzin istasyonunun marketinde başlayan tuhaf bir hesaplaşma ve sorgu. Nedensiz şiddet olur mu ya da katillik insanın doğasında olan, doğuştan gelen bir güdü mü? Yoksa katil, hiçbir zaman katile benzemez mi? Katil, hiçbir zaman katile benzemez.
Yazan-Yöneten-Dekor tasarım: Gökhan Erarslan, Kostüm Tasarım: Funda Sarı, Işık Tasarım: Cengiz Özdemir, Müzik: Emrah Can Yaylı, Hareket: Utku Demirkaya, Oyuncular: Burç Kümbetlioğlu, Teoman Mermutlu, Muzaffer Ercan, Cem Hamzaoğulları, Tolga Çolak, Dorukhan Kenger, Kemal Ağar, Gürcan Yavuz, Şirin Gürbüz, Ezgi Erarslan, Kamer Karabektaş, Dilara Yıldırım, Yeliz Bozkurt Üstündağ, Emre Avşar, Ünal Hakverdi, İffet Kendirli, Gül Gülsün Yıldız.
ART350’de Jacques Tange Sergisi
"Yabancı Topraklarda // On Foreign Ground"
8.1. - 21.2.2015
Hızlı Koşu, Tuval üzerine yağlıboya, 100x180 cm, 2014
Jacques Tange 1960’da Vlissingen’de doğdu. Hollandalı sanatçı, Rotterdam Sanat Okulu’nu bitirdikten sonra 1984 yılından bu yana aktif olarak eser üretiyor. Sanatçının yeteneği, 2005-2006 yıllarında Hollanda’da ‘’Yılın Sanatçısı’’ seçilmesiyle tescillendi. Tange’nin eserleri ortaçağın resimlenmiş el yazmalarına dayanıyor, ama zaman içinde, bugünkü dünyaya ve insanın dünyadaki yerine odaklanan bir nitelik aldı.
Filikalar, Tuval üzerine yağlıboya, 100x140 cm, 2013
Jacques Tange’nin kişisel sergisinin başlığı olan ‘Yabancı Topraklarda’ , sanatçının ilk kez tanımadığı ve yabancı olduğu bir ülke olan Türkiye’de sergi gerçekleştirecek olmasından doğmuştur. Bu sergi onu alışık olduğu ve yaşadığı Avrupa kıtasından bir adım dışarıya çıkarmaktadır.
Bekarlığa Veda Partisi, Tuval üzerine yağlıboya, 28x23 cm. 2014
Tange’nin eserleri hayatın kendisinden etkilenir ve en önemlisi, aşktan ilham alır. Kadınları övme yoluna gitmesinin nedeni ise onların gücünün dünyayı kurtaracağını düşünmesinden kaynaklanır. Tange’nin eserlerindeki kadınlar güzel, kuvvetli ve azimlidir. Sanatçı, kadınlara olan sevgisini, onları eserlerinde arzu nesnesi olarak değil, anne ve sevgili olarak göstererek yansıtır. Kadınların erkekler gibi güç tutkunu olmadığını fakat aslında gücün kendisi olduklarını düşünmektedir.
Eserlere yansıyan başka bir konu ise sanatçının evrene ve geleceğe ilişkin kaygılarıdır. Evrenin hepimizin koruyucusu ve besleyicisi olduğunu söyleyen Tange, onu yeteri kadar koruyamadığımızı belirtiyor. Bizi koruyan evrene sahip çıkamamamız kendimize de sahip çıkamamak anlamına geliyor. Hava kirliliğini yaratan, ormanları yok eden, hayvanları ve hatta birbirimizi öldüren bizlerin betonla kaplı bir ormanda yaşadığımızı, şehirlerimizi giderek büyüttüğümüzü ve bir zamanlar olduğumuz saf halimizden giderek uzaklaştığımızı düşünüyor. Neyse ki, sanatçının eserlerinde her zaman bir çıkış yolu vardır ve bu bir kaçış alanıdır; bir parça mavi gökyüzü, özgür ve düz bir alana çıkış yolu, bizi başka bir yöne uçurabilecek bir balon, ya da aşk veya mutluluk için ufak bir işaret…
Her gün: 11:00 – 19:00 ve randevu ile Tel.: 0 216 369 80 50
Bağdat Caddesi No: 350, Erenköy - info@art350.com
GALERİ EKSEN
Doç. Ertuğrul Tuna Sergisi
Günahsız olan ilk taşı atsın
Cinler, 120x90 cm
2-15 Ocak tarihleri arasında Galeri Eksen’de gerçekleşecek Doç. Ertuğrul Tuna sergisinde,sanatçının son dönem işlerinden oluşturduğu bir konuyu izleyeceğiz.Sanatçının enteresan yolculuğunda edindiği deneyimler ve gözlemlerini yansıttığı sergide çok sayıda eser yer alacak.
Önceki seride işlenen konuların dışında sanatçının hayata kattığı bakış açısı ve anlamlandırdığı olay ve olgular ağında heyecanlı bir yolculuk izleyicileri bekliyor.
Azrail, 50x70 cm
Eserlerinde yer alan insan, temelde samimiyet, heyecan ve harekete PAREIDOLIA etkisini de ekleyen sanatçı, bu terimi aşağıdaki gibi açıklıyor:
PAREIDOLIA gördüğün bir şeyde, örneğin kayalık bir alanda ya da bulutta, bir ses de, yüz gibi veya hayvan şekli gibi anlam vereceğiniz bir şekil görmek veya duymak anlamına gelen Yunanca sözcük. Türkçe tam karşılığı yok. Hayatın özeti gibi. Sen bir Melek gördüğünü zannedersin, ama o Şeytandır. Sen gel dediklerini zannedersin, o rüzgârdır. Sen hayattayım zannedersin, çoktan ölmüşsündür. Sen gördüğünü zannediyorsundur, aslında görmüyorsundur ve hayat gördüğünü sandığın şeylerden anlam çıkarmaktan ibarettir, o kadar.
Maçka Cad. No:29 Nişantaşı / İstanbul
0212 219 08 50 – www.galerieksen.com
BURCU PERÇİN @ x-ist
Burcu Perçin, İsimsiz, 160x220 cm, 2014
Galeri x-ist, Burcu Perçin'in x-ist ailesine katıldığını ve sanatçının kişisel sergisinin 2016'da açılacağını bildirdi
1979 doğumlu Burcu Perçin, M.S.Ü.resim bölümünden mezun oldu. Genellikle tuval üzerine yağlıboya tekniğinde çalışan sanatçı, mekânları konu ediniyor. Bu mekânlar, sanatçının terkedilmiş alanlardan çektiği fotoğraflarla oluşturduğu kompozisyonlar sonucu ortaya çıkıyor. Perçin'in konu edindiği endüstriyel alanları tuvale uyguladığı hareketli ve belirgin fırça vuruşları ve kendine özgü tekniğiyle aktarıyor. Sanatçının çektiği fotoğraflardaki mekân ve nesneler, onun daha sonra yapacağı kolajlarda farklı kompozisyonlar olarak karşımıza çıkıyor. Endüstriyel alan, fabrika, depo, tersane gibi mekânlarla, kimi zaman buralardaki nesneleri, kimi zaman da başka yerlerde bulduğu nesne ve imgeleri birleştirerek yeni bir kompozisyon oluşturan sanatçı bu foto-kolajlarını yeniden yorumlayarak tuvale aktarıyor. Son dönem çalışmalarında grafitinin de resmine dahil olduğu görülüyor.
The Empire Project
Jasper de Beijer Solo Sergisi
1-13-2012 | 2014 | 170 x 118 cm
Jasper de Beijer’in The Empire Project’deki üçüncü solo sergisi, “Mr. Knight’s World Band Receiver”, 15 Ocak -24 Şubat 2015 tarihleri arasında görülebilir.
Sergideki fotoğraflar, sanatçının, kâğıt ve çeşitli malzemeleri kullanarak ortaya çıkardığı heykellerin, fotoğraflarını çekmesinin ardından, çeşitli teknikler kullanarak yaptığı düzenlemelerin birer ürünüdür. Jasper de Beijer, daha önceki sergilerinde olduğu gibi, bu kez de, hiper-detaylı görsellerinde, çizim, heykel, yeşil ekran gibi değişik teknikleri, ustaca kullanarak izleyicinin görsel algısını sınamaktadır.
Mr.Knight’s World Band Receiver serisi, Jasper de Beijer’in Christopher Knight’ın gerçek yaşam öyküsünden esinlenmesi sonucunda ortaya çıkmıştır. Christopher Knight, 18 yaşındayken, bir kaç parça eşya ile North Pond/Chicago yakınlarında ormanlık alana sığınmış ve 27 sene boyunca -2013 senesinde yetkililer tarafından yakalana kadar- yaşamını burada sürdürmüştür. Bu süre boyunca, sığınağındaki radyo, dış dünya ile bağlantı kurmasını sağlayan tek unsur olmuştur.
Bu seride sanatçı, Christopher Knight’ın görsel soyutlanmasını benimsemiş, Mr.Knight’ın inziva sürecinde gerçekleşmiş olan, dünya tarihinde iz bırakan çeşitli olayları onun bakış açısı üzerinden yorumlamayı amaçlamıştır.
Teknolojinin bu denli hayatımıza hüküm kurduğu bir çağda yaşarken, Mr. Knight’ın hikayesi, yalnızca onu ilgilendirmekle kalmıyor. Jasper, yapıtları ile, bireylere teknolojiden faydalanmak ve onun esiri olmak arasındaki ince çizgide hangi noktada olduklarını sorgulatıyor.
Jasper de Beijer, 1973 yılında, Amsterdam’da doğdu. 1996 senesinde, Amsterdam School of Arts’dan mezun olduktan sonra, Utrecht School of Arts’ın tasarım bölümünde eğitimine bir sene daha devam etti. De Beijer’in farklı disiplinlerdeki bu eğitimi, ileriki zamanlardaki çalışmalarını şekillendirdi. Sanatçı, değişik teknikleri harmanlayarak, günümüze kadar 11 proje tamamladı. Sanatçının, çeşitli ülkelerde grup ve solo sergileri yer aldı, eserleri Bank of America ve Robobank gibi önemli koleksiyonlara girdi.
İletişim: 0212. 292 59 68
Olbinski Afişleri
Elektra – Richard Strauss