Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Seçkin Selvi | Kendini Aramanın Öyküsü ’Yak Bunu’

Kendini Aramanın Öyküsü ’Yak Bunu’

22 Kasım 2019 - 01:11 | Büşra Develi ve Hakan Kurtaş, sözde reddettikleri bir aşk hikâyesinde buluşuyorlar.
“Yak Bunu”, duygunun mantığa ağır bastığı, aşk, acı, cinsellik, yas, ironi üzerine dört köşeli, dört kişili, dört dörtlük bir oyun. Bu dört kişi bir kayıp üzerinden yola çıkarak kendini ararken, hem kendileriyle hem de kayıplarıyla baş etmeye çabalıyor.

YAK BUNU- Yazan: Lanford Wilson, Yapım: B Planı & TOY, Çeviren-Yöneten: Sami Berat Marçalı, Dekor-Maske Tasarımı: Marta Montevecchi, Işık Tasarımı: Alev Topal, Müzik: Ah Kosmos, Kostüm Tasarımı: Selin Ölçen, Koreografi: Melis Erkaçan, Yönetmen yrd: Yaren Özgün, Furkan Tunç, Fotoğraf-Teaser: Murathan Özbek, Deniz Akseki, KoordinatörDilek Tora, Oynayanlar: Büşra Develi, Hakan Kurtaş, Sertan Erkaçan, Toprak Can Adıgüzel.

 

B Planı ve Toy İstanbul, Lanford Wilson’ın 1986’da yazdığı “Yak Bunu” adlı oyunu ortak yapım olarak seyirciyle buluşturdu. AIDS’in neredeyse bir salgın halini aldığı dönemde yazılan oyun, bu hastalıkla ilgili doğrudan mesaj vermiyor; ama oyundaki biri ölü, diğeri sağ iki eşcinsel kişinin karşısına koyu Katolik bir aile ile homofobik bir “errrkekk!” figürü koyarak, toplumun önyargılı tavrına ciddi bir eleştiri getiriyor. Kendisi de eşcinsel olan yazarın bu çarpıcı kurgusu, aynı önyargıların el üstünde tutulduğu Türkiye toplumu için de ders alınacak bir nitelik taşıyor.

 

Amerika’da ilk kez 1987’de sahnelenen ve Anna’yı Joan Allen’in, Pale’i John Malkovich’in, Burton’ı Jonathan Hogan’ın, Larry’yi Lou Liberatore’un canlandırdığı yapım, 2002’de aynı rolleri   Catherine Keener, Edward Norton,  Ty Burrell  ve Dallas Roberts’ın üstlenmesiyle bir kez daha sahneleniyor.

 

B Planı ve Toy’un yapımında da genç oyuncu kuşağının sivrilen sanatçıları Büşra Develi, Hakan Kurtaş, Sertan Erkaçan ve Toprak Can Adıgüzel’i izliyoruz.

 

                                Büşra Develi ve Hakan Kurtaş çok uyumlu bir ikili.
 
 

Oyun ve Yorumu

 

Oyun, şu sözlerle sunuluyor: “Opera değil bu, hayat. Aşklar neden hep trajik olmak zorunda o zaman? Çok sevdiğimiz birini kaybettiğimizde sorgulamaz mıyız kendimizi onu ne kadar tanıyoruz aslında diye? Neden özellikle bu soru peki? Tanımıyoruz çünkü belki de. Belki en yakın arkadaşımız. Belki en küçük kardeşimiz. Belki de sevgilisiyle bir bot kiralayıp macera peşinde koşarken büyük bir gemi tarafından ezilmiş başarılı hayalperest bir dansçıdır. Ne kadar derinden tanıyoruz peki onu? Ya da kendimizi? Hadi inelim biraz kendi derinimize. Aslında ne kadar tanıyoruz kendimizi? Kimiz biz? Ayağının altındaki zemini kaymış aylak itfaiyeciler miyiz biz? Kendi yangınlarımızı mı söndürmeye çalışıyoruz?

 

Bırak kişisel olsun, doğruları söyle, sonra da üzerine “Yak bunu” yaz geç. Dörtlü bir vals bu. Hikâyenin asıl kahramanı yaşamıyor. Kalanlar da bu hikâyedeki yerlerini arıyor. Belki de kendi hikâyelerini yazıyorlardır ilk defa hayatlarında. Bir nevi garip, komik bir aşk hikâyesidir belki de yazdıkları. Belki de.”

 

Üç aylık bir süreci kapsayan oyun, koreograf ve dansçı Anna’nın dans ve ev arkadaşı Robbie’nin cenazesinden döndüğü gün başlıyor. Beklenmedik ölümlerde hep olduğu gibi, Anna’nın bu ölüme ilk tepkisinde de öfke ağır basıyor. Yılın bu mevsiminde (yılbaşı yakındır) sen tut bir bot kirala, yanına sevgilini al ve körfeze açıl, hem de yüzme bile bilmezken. Sonra da boğul git. Olacak iş mi bu! Tabii öfkelenecek başka nedenler de var. Robbie’nin gay olduğunu kabullenmeyi reddeden, onun yaşamının ekseni olan dansını bir kez bile izlememiş olan ailesi, Anna’nın öfkelenme nedenlerinin başında geliyor. Üstüne üstlük aile ona Robbie’nin sevgilisi muamelesi yapmaya da kalkmış. Kadının tepesi öylesine atmış ki, bir süre önce bıraktığı sigaraya bile yeniden başlıyor. Neyse ki, ona başını dayayıp ağlayacağı bir omuz sunan, onu teselli eden ev arkadaşı, eşcinsel Larry var.

 

                 ”Burası uğruna birini öldürebileceğiniz ve içinde ölmeyeceğiniz bir yer.”
 
 
 

Bir ay sonra Robbie’nin o çooook erkek abisi Pale, kardeşinin eşyalarını almak için kapıya dayanıyor. Fiziği de mesleği de zarafet üzerinde kurulu Anna karşısında bu kaba saba, bağırarak konuşan, iki kelimesinden biri küfür olan adamı görünce neye uğradığını şaşırıyor. Öfkeleniyor, karşı koymaya çalışıyor. Ama gece yatak odasında bitiyor.

 

O andan itibaren git-gelli bir ilişki başlıyor. Bu arada evdekilerin eski dostu, Anna’nın da erkek arkadaşı olan Burton, ona kendince ayakları yere basan bir beraberlik öneriyor. Anna bu teklifi kabul ederse sevdiği erkekle aynı çatı altında yaşayacak, çoluk çocuğa bile karışacaktır. Hatta bu bir tür rekabet ortamı iki erkeğin kavgasına kadar varıyor. O üç ay içinde Anna, Pale ve Burton değişiyorlar, benliklerini bulmaya başlıyorlar. Oyunun başından sonuna kadar değişmeyen, sağduyulu Larry oluyor. Nitekim oyunun finalini de “Yak bunu” diye verdiği notla o çözümlüyor.

 

Sami Berat Marçalı oyunu yapısına uygun ve akıcı bir dille çevirmiş. Yine de çok renkli bir argo dağarcığı olan Türkçede çok çeşitli seçenek varken, (tıpkı dumur oldum gibi) gelip geçici bir jargon olduğunu düşündüğüm “sikik” ve “sıçık” sözcüklerini yadırgıyorum. Marçalı’nın oyun yorumu ise başarılı. İyi bir dramaturgi çalışmasıyla oyun kısaltılmış. Birinci perdenin sonunda bütün oyuncuların aynı maskeyle cinsel ve fiziksel farklılıkları kaldırılarak gerçekleştirilen vals çok iyi düşünülmüş. O sahne Anna’nın tasarladığı dansı sahneye taşımış oluyor. Melis Erkaçan’ın koreografisi oyun süreci içindeki iki farklı yapıyı hem ayıran hem birleştiren bir geçişi sağlıyor. Marta Montevecchi’nin tasarladığı dekor ve maskeler, izleyiciler ile oyuncular ve oyun alanı arasına uzaklaştırıcı bir unsur koyuyor. Alev Topal’ın ışık düzeni, Selin Ölçen’in kostümleri iyi,  Hakan Kurtaş’a iki ayı aşan sürede aynı külotu giydirmese daha da iyi olurdu.

 

Oyuncuların dördü de oyunun dört ucundan başarıyla tutuyorlar. Hakan Kurtaş’ın çarpıcı bir yorumla gerçekleştirdiği sert, geveze, tutarsız, ama aynı zamanda kırılgan ve duygusal kişiliği, Büşra Develi’nin yine kırılgan ve tepkili yapısıyla dengeleniyor. Terazinin diğer iki kefesinde de birbirini dengeleyen Sertan Erkaçan ve Toprak Can Adıgüzel’in başarılı oyunculukları var. Dörtlü başarı oyunu soluksuz izlediğimiz bir noktaya taşıyor.

 

 

***

 

Tiyatrolardan Haberler

 

GESTUS’ta “Orijinal Günahlar”

Gestus topluluğu yeni yapımları “Orijinal Günahlar” ile tiyatro severlerin karşısına çıkıyor.  Gökhan Erarslan'ın yazıp yönettiği oyunda, kapitalist düzen içerisinde çaresizce sıkışmış dört emekçinin trajik yazgısına odaklanan bir ülke fotoğrafı sergileniyor. Her biri farklı mesleklere sahip dört karakter bir mahkemede hâkim karşısında sanık konumundadır. Suçları cinayet işlemektir. Sosyokültürel açıdan birbirlerine hiç benzemeyen bu dört karakter, patronlarını öldürmekten dolayı, yargılanmaktadır. Sırayla bizlere öykülerini ve orijinal günahlarını anlatırlar. Hikâyeler tamamlandığında aklımıza şu soru takılır: acaba gerçek suçlular onlar mı? Yoz ve fırsatçı sistem içinde şiddetten kaçamayan bu dört karakter av mıdır yoksa avcı mı? Bunun cevabını seyirci verecektir!

 

Yazan-Yöneten-Sahne ve Kostüm tasarımı:Gökhan Erarslan, Yönetmen Yardımcısı:Kadir Toran, Işık Tasarımı:Serdar Tuncer, Müzik Tasarımı: Emrah Can Yaylı, Koreografi: Seçil Demircan, Teaser: Tarkan Öztürk, Fotoğraf:Doğukan Köse, Afiş Tasarım:Murat Kamçı, Koordinatör: Arif Afkan, Asistanlar: Zeynep Öykü Çakıl- Zeynep Büyüklale, Oynayanlar:Şirvan Kalenderoğlu, Ezgi Hüyükpınar Erarslan, Özer Keçeci, Özge Ünal, Orkestra: Mahir Bektaş, Burak Güven, Yaşar Çınar.

 

***

 

 

Tiyatro Boyalı Kuş: “Komedya 2020”

 

 

Yirminci yılını kutlamaya hazırlanan bir tiyatro topluluğu komedinin gizemini ortaya çıkarmak için yola çıkar. Bu esrarengiz yol onları Aristofanes'in Eşek Arıları/Yargıçlar oyununa götürür; topluluk oyunu sahnelemekte kararlıdır! Gülmenin ardındaki kapıyı aralayan ekip, seyirciyi de Antik Yunan’ın bu çarpıcı oyununun provasına davet ediyor.Kurmaca ile gerçek arasındaki bu eğlenceli gerilim antik komedya ile günümüz dünyasını bakalım nasıl buluşturacak?

 

 Metin-Reji: Jale Karabekir, Dramaturg: Gonca Katman, Asistanlar: Esra Yavuz, Merve Tokgo¨z, Yasemin C¸olak, Afiş Tasarım: Hilal Bozkurt, Fotoğraf: Gizem Kozanoğlu, Oynayanlar: Aslıhan Kılıc¸,Casandra Evren Loveless, Gu¨l Ersu¨rmeli Yılmaz, Gu¨l S¸ener, Melis C¸algı, O¨zlem Yıldırım/Yasemin C¸olak, Pelin Oruc¸, Seda Elhan, Tugˆc¸e Yu¨kselel.

 

***

 

Jean Genet'nin Son Oyunu "Paravanlar"

 

 
 
 
“Nereye gittiğimizi ve niçin gittiğimizi biliyorum Said. Bir yere gitmiş olmak için değil, bizi oraya gönderenler sakin bir kıyıda kafalarını dinlesinler diye gidiyoruz.”
 
 
İstanbul’un açık sahnesi K! Kültüral Performing Arts, tiyatronun ve edebiyatın asi çocuğu Jean Genet’nin ‘Paravanlar’ oyunuyla seyircisini rüyalar geçidi içinde hem karanl‎ık hem rengarenk karnavala davet ediyor. Disiplinlerarası‎ çal‎‏‎ışılan projede müziğin, dans‎ın, ışığın, animasyon ve ‘video art’‎n kuvvetli sahne plastiği içinde öne ç‎ıkışı ve sanatç‎lar‎n katılımı da oldukça dikkat çekiyor. Genet’nin vefat‎ndan önce yazdığı son oyun olan Paravanlar, Türkiye’de ilk kez profesyonel bir tiyatro taraf‎ndan sahneleniyor. 
 
 
Genet, “Yazarken en çok keyif ald‎?‎m oyun” dediği Paravanlar’da derin dehlizli dünyas‎na çekiyor bizi. Kalabalık, çok sesli, çok renkli, çok sözlü bu dünyada ‘çok’lukla baş baş‏a bırak‎yor seyircisini. Her ş‏ey ne çok, ne kalabalık, ne yüksek, ne hızlıyken izlediklerimizin kim olduğunu da kesin olarak bilmiyoruz. Cezayir’in bir köyünde iki yüzlü Avrupalı‎lara karşı kendi kalmak adına salt çirkinliği seçen Araplar aras‎nda ya da bugünde bir yerde, iç sesimizin kakofonisi arasında hiçbir şey duyamazken… Karakter yok, kişilik yok. Al‎‏ışverişi var, para yok. Çocuk var, anne yok. Kimse hiçbir ‏ey de?ilken oluyor bir ‏eyler. Ne kalabal‎k oysa sahneler! Bir yok, çok varken hiç oluyor sonunda her şey. Çoklukla yoklu?ğu ayn‎ anda sahnede eş zamanlı yaş‏at‎yor bize oyun. 
 

 

Yazan: Jean Genet, Çeviren: Sosi Dolanoğlu, Proje Tasarımı, Uyarlayan, Yöneten, Yapımcı ve Sahne tasarımı: Yağmur Yağmur, Yapım: K! Kültüral Performing Arts, Yönetmen Yardımcısı: Zeliha Gürsoy, Koreografi: Orçun Okurgan, Sahne Çizimi ve Realizasyon: Cansu Köksal, Kostüm Tasarımı: Aslı Jackson, Işık Tasarımı: Yakup Çartı, Müzik: Selim Can Yalçın, Barış Manisa, Ses Koçu: Çağrı Hün, Animasyon: Ahmet İspirli, İllüstrasyon: Ömer Gazi Yılmaz, Afiş Tasarım: Erin İlkcan Arslan, Reji Asistanı: Dilan Derya Aydın, Oynayanlar: Altay Özbek, Cem Tek, Çiğdem Yıldız, Ekin Tunçeli, Eren Akova, Gülnara Golovina, Pusat Ürkmez, Sercan Gülbahar, Şirin Ergüven, Teoman Gelmez, Zeliha Gürsoy.

 

***

 

Tiyatro Kare’de “Süper İyi Günler”

 

 

 
 

İngiliz yazar Mark Haddon’un romanından Simon Stephens’ın sahneye uyarladığı  “Süper İyi Günler” oyunu, 17 yaşındaki asperger sendromlu Christopher Boone’un sıradışı yaşamını anlatıyor. Otizmin farklı bir alanı olan asperger sendromlu Christopher Boone, 7507’ye kadar asal sayıların tümünü ezbere bilen bir matematik dehası, fakat insanları çözmek,  anlamak konusunda  zorlanan biridir.

 

Yazan: Mark Haddon - Simon Stephens, Yöneten - Çeviren: Nedim Saban, Koreograf: Orçun Okurgan, Dekor - Işık: Kerem Çetinel, Görsel tasarım-animasyon: Tufan Dağtekin, Oynayanlar: Suna Keskin, Emir Özden, Korel Cezayirli, Didem İnselel, Ayça Erturan,  Cem Arslan, Onur Kırat, İbrahim Can Sayan, Şebnem Şeviktürk, Beste Koçak, Sevcan Başaydın, Uğur Can Arıkan.

 

***

 

Kozmik Yaralar 

 

Cindy Lue Johnson’ınyazdığı Brilliant Traces oyunundan uyarlanan Siyah Beyaz ve Renkli prodüksiyonu ‘Kozmik Yaralar’ Sahne Beşiktaş’ta izleyicisiyle buluşuyor.

 

Uzay boşluğunda travmaların bir araya getirdiği iki insanı konu alan oyun izleyicisine unutulmaz anlar yaşatıyor.

 

İki kozmik yaralının kaçış öyküleri üzerinden anlatılan oyunda biri kendini toplumdan soyutlayan,

 

diğeri de kozmik yarasına yokmuş gibi davranarak yaşayan iki farklı insanın perspektifinden aktarılıyor.

 

‘Aslında kanama durmuştur, yara aktif değildir. Yani öyle bakarken içinizin kalkacağı türden değil. Ama öyle bir haldedir ki, yanma, irin, ince sızı, sürekli kaşınıp duran, incecik yara kabuğunun altında, bütün potansiyelleri ile yaşamaya devam eder, kanamanın pusuda olduğunu bilirsin.’

 

Alaska’da bir ahırda karşı karşıya gelen bu iki insan bütün yaralarını açıkça görüyor. Aynı kıtanın iki ayrı ucundan, iki yaralı insan Harry ve Rossanna yaralarından saklanmak için tesadüfen buluştukları bir odada da hiçliğin ortasında bütün yaralarını görüyorlar.

 

“Vücudumun her yeri yara izleriyle dolu. Yüzlerce. Vücudumun her yanını yıldızlar sarmış gibi.” O zaman kozmik yara izleri hayatın ışığıyla buluşur. Ve belki iyileşir bile.’

 

KOZMİK YARALAR- Yazan: Cindy Lue Johnson, Yönetenler: Güneş Sayın-Çağrı Şensoy, Sahne ve Kostüm Tasarımı: Zeynep Erdem, Işık Tasarımı: Emir Uğurçağ, Yönetmen Yardımcıları: Devrim Selen Güner-Kadir Yıldırım, Oynayanlar: Miray Beşli, Yusuf Akgün.