Milliyet Sanat »Yazarlar » Seçkin Selvi | İstanbul Devlet Tiyatroları’nda Yeni Bir Kara Komedi: Çirkin
İstanbul Devlet Tiyatroları’nda Yeni Bir Kara Komedi: Çirkin
03 Kasım 2012 - 07:11 | Tolga Evren, Nişan Şirinyan, Şamil Kafkas ve Simay Tuna, İstanbul Devlet Tiyatroları'nın sahneye koyduğu "Çirkin"de.Oyun, "Günün birinde tüm dünyanın imreneceği bir güzelliğe sahip olsanız neler olurdu?" sorusundan yola çıkıyor.ÇİRKİN- Yazan: Marius von Mayenburg, Çeviren: Serdar Biliş, Yöneten: Metin Belgin, Dekor ve giysi tasarımı: Medine Yavuz Almaç, Işık tasarımı: Önder Ay, Oynayanlar: Tolga Evren/ Simay Tuna/ Nişan Şirinyan/ Şamil Kafkas.
İstanbul Devlet Tiyatroları’nın yeni oyunlarından “Çirkin”, 1972 Münih doğumlu, çok üretken yazar Marius von Mayenburg’un bir yapıtı. Yazar hakkında kısa bir bilgi vermek, yaklaşımını açıklamak için tiyatroya nasıl baktığını aktarmak istiyorum:“Sürekli okuyorum. İzlediğim oyunlarda ‘eksik’ olanın, söz konusu edilmeyenin ne olduğunu araştırıyorum; sonra onları içeren oyunları yazmaya çalışıyorum. Beni rahatsız eden, öfkelendiren şeyleri yazmaya çalışıyorum. Deneyimim olan, bildiğim konuları yazmaya çabalıyorum. Örneğin korku son derece kişisel, ama hepimizin paylaştığı, hepimizin bildiği bir duygudur.”
İnsanların fiziksel özelliklerine göre değerlendirildiği, başarının olmazsa olmaz ilk koşulu olarak güzelliğin öne çıktığı günümüz toplumlarına eleştirel bir bakışla yaklaşan oyun, "Günün birinde tüm dünyanın imreneceği bir güzelliğe sahip olsanız neler olurdu?" sorusundan yola çıkıyor. Önemli bir buluşla endüstride çığır açabilecek bir fiş geliştirmiş olan Lette, bir toplantıda buluşunun sunumunu yapmaya hazırlanırken, herhangi bir donanımı olmayan yardımcısının bu sunumu yapmakla görevlendirildiğini öğreniyor. Tepesi atarak bunun nedenini öğrenmek için patronuna gittiğinde, aklının köşesinden geçmeyen şu yanıtla karşılaşıyor: “Bu suratla hiçbir şey satamazsın.”
Önce patronundan, ardından karısından bakılamayacak kadar çirkin bir suratı olduğunu öğrenince, çareyi estetik cerrahide arıyor ve… ondan sonra tutmayın Lette’yi. Kadınlı erkekli her görenin aklını başından alan bir yakışıklı olup çıkıyor. Karşılaştığı bu yoğun ilgi, o aklı başında, sadık kocayı, güvenilir şirket elemanını, düzinelerle sevgili edinip karısına bunu kabullenmesini söyleyen bir egoiste, bir narsiste dönüştürüveriyor. İnsan toplumun tavrına göre forme olduğu için, o tavır değiştiğinde kendisi de tamamen değişiyor.
Ne var ki, madalyonun bir yüzü daha var. Onun bu güzellikle elde ettiklerini kıskanan bütün erkekler, aynı doktora, aynı operasyonu yaptırıyorlar. Bu da Lette’nin felaketi oluyor. Toplumdaki herkes aynı suratı taşıyınca, kendisinin bütün o sıra dışı özelliği kayboluyor ve sıradan biri durumuna geliyor. Oyunun bundan sonraki bölümünde işler iyice karışıyor.
Sekiz kişilik bu toplumsal taşlamada, dört oyuncu ikişer rol üstleniyor. Üstelik farklı kişileri aynı adlarla oynadıkları gibi, kostüm ve makyajlarını da değiştirmeden bir sahneden diğerine (Önder Ay’ın özenli ışık düzeninin yardımıyla) adeta kayarak geçiyorlar. İzleyici de aynı kişileri farklı insanlar olarak rahatça kabullenebiliyor. Yazar, bu durumu şöyle açıklıyor: “Tiyatronun büyüleyici bir hilesi vardır. ‘Bu adam kraldır,’ dediğiniz zaman, sahnedeki aktör seyircinin gözünde bir anda kral oluverir. Bu oyunumda aynı şeyi yaptık; çirkini çok yakışıklı bir aktöre oynattık ve bütün seyirciler onun çirkin olduğuna ikna oldular.”
Bu oyunda da aynı durum söz konusu. Seyirci “Çirkin”in çirkin olup olmadığını sorgulamıyor ya da ameliyat yaptıranlar birbirlerine benzeyince gerçekten benzerlik aramaya kalkmıyor. Bu da gerçekten tiyatronun büyüsü olsa gerek. Belki de başımızı ne yana çevirsek, aynı kalkık kaşlı, aynı kalkık burunlu, aynı renk ve biçim saçları, aynı botokslu suratları, aynı silikon memeleriyle dizi dizi sıralananları göre göre bu bağlantıları kurmaya alıştık da ondan yadırgamıyoruz.
Serdar Biliş’in akıcı çevirisiyle sahnelenen “Çirkin”i, çok yalın bir oyun düzeni kuran Metin Belgin başarıyla yönetmiş. Medine Yavuz Almaç’ın eş değerdeki yalın ve estetik sahne tasarımı da oyunun başarısına katkıda bulunuyor.
Lette’de Tolga Evren, Fanny’de Simay Tuna, Scheffler’i canlandıran Nişan Şirinyan ve Karlmann’ı oynayan Şamil Kafkas, canlandırdıkları birbirinden farklı ikişer kişiyi gerçekten başka kişiler olarak oynuyorlar. Bu başarılı dörtlünün oyunu, 2012-13 tiyatro döneminin ilginç çalışmalarından birine omuz veriyor.
(İstanbul Devlet Tiyatroları - 0212 292 39 00/111/142)
Tiyatro Artı, Gözlerinizi Bağlıyor
Farklı sahneleme teknikleri üzerine arayışını sürdüren Tiyatro Artı, “Bizde Yok!” adlı yeni oyununda seyirciyi bambaşka bir denemeyle buluşturuyor.
“Bizde Yok!” ile simulatif bir kurgu içine yerleştirilen seyirci, gerçeklikten uzaklaşarak kendini kurgunun içinde buluyor! Seyir algısını değiştirmeyi hedefleyen oyun, seyirciyi “seyirci” konumundan çıkararak oyunun bir parçası haline getiriyor! Oyunun başında gözleri bağlanan seyirci, sonrasında hücrelere atılıyor. Kendinizi kurgunun içinde bulmaya, gerçeğe uygun tasarlanmış hücrelerde gözleriniz bağlı bir şekilde gözaltı sürecine tanıklık etmeye hazırsanız yaşananlara tanıklık edeceksiniz.
Esir alınma, esir olma ve otorite-güç-kurban üçlüsü üzerinden hareket ederek yakın dönem Türkiye tarihini irdeleyen oyun, Türkiye’nin siyasi tarihine ve insan hakları sürecine de göz atıyor ve Cumartesi anneleri üzerinden kurgusunu tamamlıyor. Yakın geçmişteki gözaltı kayıplarının sürecini “insan” gözüyle yeniden değerlendiren oyun, sürecin siyasi ve politik yanıyla birlikte, psikolojik ve sosyolojik tarafıyla da ilgileniyor.
Metin yazarlığını ve yönetmenliğini Ufuk Tan Altunkaya’ nın yaptığı oyunda Bayhan Ekici, Cihan Esen, Cihat Süvarioğlu, Demet Ergün, Efe Can Erdal oyuncu olarak görev alıyor.
0212 224 57 56 numaralı telefondan ve iletisim@mekanarti.com adresinden yıl boyunca Mekanartı’da dönüşümlü oynanacak oyunla ve oyun tarihleriyle ilgili bilgi alınabilir.
İstanbul Devlet Tiyatroları’nın yeni oyunlarından “Çirkin”, 1972 Münih doğumlu, çok üretken yazar Marius von Mayenburg’un bir yapıtı. Yazar hakkında kısa bir bilgi vermek, yaklaşımını açıklamak için tiyatroya nasıl baktığını aktarmak istiyorum:“Sürekli okuyorum. İzlediğim oyunlarda ‘eksik’ olanın, söz konusu edilmeyenin ne olduğunu araştırıyorum; sonra onları içeren oyunları yazmaya çalışıyorum. Beni rahatsız eden, öfkelendiren şeyleri yazmaya çalışıyorum. Deneyimim olan, bildiğim konuları yazmaya çabalıyorum. Örneğin korku son derece kişisel, ama hepimizin paylaştığı, hepimizin bildiği bir duygudur.”
İnsanların fiziksel özelliklerine göre değerlendirildiği, başarının olmazsa olmaz ilk koşulu olarak güzelliğin öne çıktığı günümüz toplumlarına eleştirel bir bakışla yaklaşan oyun, "Günün birinde tüm dünyanın imreneceği bir güzelliğe sahip olsanız neler olurdu?" sorusundan yola çıkıyor. Önemli bir buluşla endüstride çığır açabilecek bir fiş geliştirmiş olan Lette, bir toplantıda buluşunun sunumunu yapmaya hazırlanırken, herhangi bir donanımı olmayan yardımcısının bu sunumu yapmakla görevlendirildiğini öğreniyor. Tepesi atarak bunun nedenini öğrenmek için patronuna gittiğinde, aklının köşesinden geçmeyen şu yanıtla karşılaşıyor: “Bu suratla hiçbir şey satamazsın.”
Önce patronundan, ardından karısından bakılamayacak kadar çirkin bir suratı olduğunu öğrenince, çareyi estetik cerrahide arıyor ve… ondan sonra tutmayın Lette’yi. Kadınlı erkekli her görenin aklını başından alan bir yakışıklı olup çıkıyor. Karşılaştığı bu yoğun ilgi, o aklı başında, sadık kocayı, güvenilir şirket elemanını, düzinelerle sevgili edinip karısına bunu kabullenmesini söyleyen bir egoiste, bir narsiste dönüştürüveriyor. İnsan toplumun tavrına göre forme olduğu için, o tavır değiştiğinde kendisi de tamamen değişiyor.
Ne var ki, madalyonun bir yüzü daha var. Onun bu güzellikle elde ettiklerini kıskanan bütün erkekler, aynı doktora, aynı operasyonu yaptırıyorlar. Bu da Lette’nin felaketi oluyor. Toplumdaki herkes aynı suratı taşıyınca, kendisinin bütün o sıra dışı özelliği kayboluyor ve sıradan biri durumuna geliyor. Oyunun bundan sonraki bölümünde işler iyice karışıyor.
Sekiz kişilik bu toplumsal taşlamada, dört oyuncu ikişer rol üstleniyor. Üstelik farklı kişileri aynı adlarla oynadıkları gibi, kostüm ve makyajlarını da değiştirmeden bir sahneden diğerine (Önder Ay’ın özenli ışık düzeninin yardımıyla) adeta kayarak geçiyorlar. İzleyici de aynı kişileri farklı insanlar olarak rahatça kabullenebiliyor. Yazar, bu durumu şöyle açıklıyor: “Tiyatronun büyüleyici bir hilesi vardır. ‘Bu adam kraldır,’ dediğiniz zaman, sahnedeki aktör seyircinin gözünde bir anda kral oluverir. Bu oyunumda aynı şeyi yaptık; çirkini çok yakışıklı bir aktöre oynattık ve bütün seyirciler onun çirkin olduğuna ikna oldular.”
Bu oyunda da aynı durum söz konusu. Seyirci “Çirkin”in çirkin olup olmadığını sorgulamıyor ya da ameliyat yaptıranlar birbirlerine benzeyince gerçekten benzerlik aramaya kalkmıyor. Bu da gerçekten tiyatronun büyüsü olsa gerek. Belki de başımızı ne yana çevirsek, aynı kalkık kaşlı, aynı kalkık burunlu, aynı renk ve biçim saçları, aynı botokslu suratları, aynı silikon memeleriyle dizi dizi sıralananları göre göre bu bağlantıları kurmaya alıştık da ondan yadırgamıyoruz.
Serdar Biliş’in akıcı çevirisiyle sahnelenen “Çirkin”i, çok yalın bir oyun düzeni kuran Metin Belgin başarıyla yönetmiş. Medine Yavuz Almaç’ın eş değerdeki yalın ve estetik sahne tasarımı da oyunun başarısına katkıda bulunuyor.
Lette’de Tolga Evren, Fanny’de Simay Tuna, Scheffler’i canlandıran Nişan Şirinyan ve Karlmann’ı oynayan Şamil Kafkas, canlandırdıkları birbirinden farklı ikişer kişiyi gerçekten başka kişiler olarak oynuyorlar. Bu başarılı dörtlünün oyunu, 2012-13 tiyatro döneminin ilginç çalışmalarından birine omuz veriyor.
(İstanbul Devlet Tiyatroları - 0212 292 39 00/111/142)
Farklı sahneleme teknikleri üzerine arayışını sürdüren Tiyatro Artı, “Bizde Yok!” adlı yeni oyununda seyirciyi bambaşka bir denemeyle buluşturuyor.
“Bizde Yok!” ile simulatif bir kurgu içine yerleştirilen seyirci, gerçeklikten uzaklaşarak kendini kurgunun içinde buluyor! Seyir algısını değiştirmeyi hedefleyen oyun, seyirciyi “seyirci” konumundan çıkararak oyunun bir parçası haline getiriyor! Oyunun başında gözleri bağlanan seyirci, sonrasında hücrelere atılıyor. Kendinizi kurgunun içinde bulmaya, gerçeğe uygun tasarlanmış hücrelerde gözleriniz bağlı bir şekilde gözaltı sürecine tanıklık etmeye hazırsanız yaşananlara tanıklık edeceksiniz.
Esir alınma, esir olma ve otorite-güç-kurban üçlüsü üzerinden hareket ederek yakın dönem Türkiye tarihini irdeleyen oyun, Türkiye’nin siyasi tarihine ve insan hakları sürecine de göz atıyor ve Cumartesi anneleri üzerinden kurgusunu tamamlıyor. Yakın geçmişteki gözaltı kayıplarının sürecini “insan” gözüyle yeniden değerlendiren oyun, sürecin siyasi ve politik yanıyla birlikte, psikolojik ve sosyolojik tarafıyla da ilgileniyor.
Metin yazarlığını ve yönetmenliğini Ufuk Tan Altunkaya’ nın yaptığı oyunda Bayhan Ekici, Cihan Esen, Cihat Süvarioğlu, Demet Ergün, Efe Can Erdal oyuncu olarak görev alıyor.
0212 224 57 56 numaralı telefondan ve iletisim@mekanarti.com adresinden yıl boyunca Mekanartı’da dönüşümlü oynanacak oyunla ve oyun tarihleriyle ilgili bilgi alınabilir.