Milliyet Sanat »Yazarlar » Seçkin Selvi | İnfaza beş kala…
İnfaza beş kala…
13 Mart 2015 - 04:03Yeni Tiyatro, Victor Hugo’nun ölümsüz yapıtını sahneye taşıyor 5 – 24 Mart 2015 10 Mart – 18 Nisan
BİR İDAM MAHKÛMUNUN SON GÜNÜ- Yazan: Victor Hugo, Çeviren: Volkan Yalçıntoklu, Uyarlayan:Gizem Yerlikaya, Dekor Tasarım: Onur Özcan, Yöneten ve oynayan: Batuhan Pamukçu.
“Sizin de son gününüz olsaydı ne hissederdiniz? Son gününüzü yaşadığınızı bilmek ister miydiniz? Peki boynunuza inen keskin bir bıçakla sonlansaydı yaşamınız! Kahramanımız zamanının uçuculuğunda kaybolmamaya çalışıyor. Oyunumuz bir idam mahkumunun son gününü anlatıyor. Hayat, suç, ölüm, masumiyet ve geride bırakılanlar… Tek bir gerçekle savaşıyor: ”Mezarların kapakları içeriden açılmaz.”
Yeni Tiyatro’nun sahnelediği “Bir İdam Mahkûmunun Son Günü” bu sözlerle tanıtılıyor.
Uyarlama ve Yorum
Fransa’da “İhtilal önce kendi evlatlarını yer” anlayışının hüküm sürdüğü bir dönem.
Halk yığınları hemen her Perşembe günü Gréve meydanında toplanıp bir sirk gösterisi seyreder gibi giyotinle kellesi sepete düşürülerek idam edilenleri izliyor.
Victor Hugo 1829 yılında böyle bir infaz gerçekleşirken o meydandan geçiyor ve kalabalığın infazı insanca duygulardan koparak alkışladığını, gülerek seyrettiğini görünce bu uygulamayı eleştirerek önlemek için bir roman yazıyor. Kitabın ikinci basımına yazdığı önsözde, “Bir İdam Mahkumunun Son Günü, doğrudan ya da dolaylı olarak, ölüm cezasının kaldırılması için yapılan bir söylevden başka bir şey değildir,” diyerek amacını açıklıyor.
Kitap “Bir İdam Mahkumunun Son Günü” adını taşısa da aslında mahkûmunun hükmü öğrenmesi ile infazı arasındaki altı haftalık süreçte yaşadığı çaresizlik, umutsuzluk, öfke, perişanlık ve gerilimi aktarıyor.
Yeni Tiyatro’da sahnelenen oyunu Gizem Yerlikaya uyarlamış ve 45 dakikalık bir sürece yoğunlaştırmış. Mahkûmun duygusal çırpınışlarının yanı sıra yaşamakla, gerçek yaşamla bağını en dolaysız aktaran diş ağrısı motifini de oyun metnine yerleştirerek doğru bir seçim yapmış. Dekor tasarımını yapan Onur Özcan, oyunun bir roman uyarlaması olduğuna gönderme yapan o kitap dekorunu keşke hiç sahneye getirmeseydi diye düşünüyorum. Bu hoş bir buluş gibi görünse de o naif çizimler bir anda çok gerilerde kalmış bir dönemin primitif dekor panolara götürüyor izleyiciyi. Oysa ayakkabıların kullanımı ne kadar akılcı ve yaratıcı. Bu çelişki ortadan kaldırılsa herhalde olumlu sonuç verir.
Batuhan Pamukçu oyunu hem yönetmiş hem de oynuyor. Tek kişilik oyunlarda bu iki işi üstlenmek çok riskli bir seçim. Bir dış gözün, bir üçüncü gözün mutlaka gerekli olduğuna inanıyorum. Bu yaklaşımın olumsuz örneklerini çok gördük. Yetenekli ve hevesli bir genç oyuncu olduğu anlaşılan Batuhan Pamukçu, sanırım bu dış gözün olmayışı yüzünden, marifetlerini kırk beş dakikada harcamak yanlışına düşüyor. Bir aktörün sahnede yapabileceği bütün mimikleri, jestleri, mimden tirada, göstermeci tarzdan tragedya üslubuna kadar farklı biçemleri bir arada harmanlıyor. Bu trükleri başarıyla uygulasa da, insan ister istemez, “Gelecek oyunda yapacağı farklı bir şey kaldı mı acaba?” sorusunu soruyor. Yetenekli Pamukçu’nun, iyi oyunculuğun olmazsa olmaz koşulu “ekonomik oynamayı” göz ardı etmemesini dilerim.
Şehir Tiyatrosu’nda Ölü Ordunun Generali
İsmail Kadare’nin 1964 yılında yazdığı romanından aynı adla Yeton Neziray tarafından sahneye uyarlanan “Ölü Ordunun Generali” bitmiş bir savaşın insan ve toplumlar üzerinde devam eden yıkıcı etkileri üzerine odaklanıyor. 2. Dünya Savaşı’nın üzerinden yirmi yıl geçmiştir. Uluslararası bir anlaşmayla ölü askerlerin kimlikleri ülkelerine geri götürülebilecektir. Ölen askerlerin kemiklerini ülkelerine götürebilmek için görevlendirilen general ve rahibin Arnavutluk’ta başlarından geçenler… Bir yanda çocuklarının kemiklerini acı ve özlem içinde bekleyen anneler diğer yanda çocuklarını öldüren düşmanla karşı karşıya kalan bir halk.
Nurullah Tuncer’in rejisiyle sahneye taşınan oyunda Müge Akyamaç, Göksel Arslan, Musa Arslanali, Şevket Avşar, Ö. Barış Bakova, Ayşen Çetiner, Direnç Dedeoğlu, Pınar Demiral, Mevlüt Demiryay, Özgür Dereli, Ozan Gözel, Hakan Gümüş, Seza Güneş, Orhan Hızlı, İlhan Kilimci, Aslı Narcı, Irmak Örnek, Selçuk Soğukçay, Alp Tuhan Taş, Selçuk Yüksel rol alıyor.
Çevirisi Bilge Emin, dramaturjisi Hatice Yurtduru, sahne tasarımı M. Nurullah Tuncer, kostüm tasarımı Tomris Kuzu, hareket tasarımı İlyas Odman, müzik tasarımı Cenap Oğuz, ışık tasarımı Cengiz Özdemir, efekt tasarımı Özgür Yaşar İşler, fotoğrafları Ahmet Çelikbaş imzalarını taşıyor.
Galata Perform’da “Kabuk”
Günümüzde geçen bir platonik aşk hikayesi…
Yeni Metin Yeni Tiyatro projesinden doğan genç yazar Ayşıl Akşehirli, şehirli bir kadın ve erkeğin yalnızlığına naif bir dille dokunuyor. İlişkileri ve duyguları hunharca tükettiğimiz günümüzde bir zamane masalı vaat eden “Kabuk”un hikayesinde kahramanlarımız Ozan ve Lale hiç tanışmadan aşkın sularında gezinip, kendi iç dünyalarına doğru bir yolculuğa çıkıyorlar. Seyirci de onların bu oyununa dahil olup kendi masumiyetinin izlerini sürecekleri başka bir yolculuğa…
Yazan: Ayşıl Akşehirli, Yöneten: Mine Çerçi, Oyuncular: Burak Safa Çalış, İpek Erdem, Işık Tasarımı: Tugay Görmez. Her Cuma 20.30’da.
Rezervasyon: 0530 2602524, 0212 2439991
Bir Savaş Nasıl Hatırlanmalıdır?
HUB Art Space by CerModern / 11 Mart–05 Nisan 2015
"Bir Savaş Nasıl Hatırlanmalıdır?" sorusuyla başlayan bu sergi,
tehlikeleri göze alıp "Silahlar insin!" diyebilme cesaretini gösteriyor.
Sergi, Toby Clark’ın “Savaş ve Propaganda” adlı kitabından çıkışla, sosyal bir sorun olan savaşa dair, disiplinlerarası yeni sorular ve cevaplar ortaya koyabilmeyi amaçlıyor. "Bir Savaş Nasıl Hatırlanmalıdır?" sorusunu Toby Clark sorar. Soru sorulara açılır yazarın aklından kalemine: "Savaş anıtları sadece ölenlerin anısına mı yoksa onların uğruna öldükleri değerlere mi adanmalıdır? Kimlerin ölenleri anmak için semboller üretme hakkı vardır; bu sadece bireylere tanınan bir hak mıdır yoksa ulusal anma ve uzlaşma günlerini düzenlemek devletin yükümlülüğü müdür?" Büyük Dünya savaşları, Soğuk Savaş, Sıcak Savaş, Psikolojik Savaş, Biyolojik Savaş, Gerilla savaşları, İç Savaş, Kimyasal savaş, Nükleer savaş, Körfez savaşı, Bağımsızlık savaşları, İhtilaller, İstilalar, Din temelli savaşlar, Halk Savaşı, Kültür savaşları, Temsili Savaş, Topyekûn Savaş ve daha nicesiyle, insanın var olduğu günden bugüne ve belli ki geleceğe de uzanacak olan savaş hali oldukça geniş bir konu. Biten savaşların ardından kalan acıların telafisi için çok geç! Fakat geleceğe dair “Barış” sözcükleri bırakmak adına birilerinin bir şeyler yapması için, hiç de geç değil! Bu nedenle de sergi, günümüz sanatçılarının dünden ve bugünden savaşa dair taradıkları bellekten çıkan her şeyi yorumladıkları ve geleceğe bıraktıkları bir “Barış” öngörüsü sunuyor.
Amaç gelecek için “Barış”ı güvence altına almaktır. Katılan sanatçılar: Hüseyin Arıcı / Mustafa Akkaya / Deniz Aktaş / Alper Aydın / Mehmet Aydoğdu (Liegé-Belçika) / Ozan Bilginer / Buğra Ceylan / Hatice Çöklü / Rukiye Epli Dede / Serkan Demir / Erdal Duman / Uygar Erdim (Lefkoşa-Kıbrıs) / Genco Gülan / Onur Gülfidan / Nurtane Karagil (Lefkoşa-Kıbrıs) / Ekin Kılıç / Ecem Dilan Köse / Ali Kotan / Emre Okçuer / Aykut Öz / Ali Şentürk / Arda Yalkın / Umay Yılmaz Kutay (Lefkoşa-Kıbrıs). Küratöryel Ekip: Dilek Karaaziz Şener (Proje Koordinatörü-Küratör), Ekin Kılıç (Asistan Küratör-Görsel Kimlik ve Hareketli Grafikler)
Altınsoy Caddesi No:3 Sıhhiye-Altındağ • Ankara
Yeditepe İstanbul
Bir şehir, üç farklı bakış, üç çağdaş sanatçı...
Türk izlenimci sanatçılardan Ayhan Türker, Muhsin Kut ve Mustafa Pilevneli’yi buluşturan ‘Yeditepe İstanbul’ başlıklı sergi, birbirinden farklı teknik, üslup ve yaklaşımlar ile sanatçıların gözündeki İstanbul’u ve izlenimlerini bir araya getiriyor. Ayhan Türker’in sakinliği ve yeşiliyle İstanbul’un eski günlerine göz kırpan resimleri, Muhsin Kut’un kendine özgü tekniği ve renkleriyle resmettiği gözden kaçan İstanbul manzaraları ve Mustafa Pilevneli’nin coşkulu renkleri ve tekniğiyle göz kamaştırıcı bir şekilde aktardığı Boğaz ve Kalamış resimleri.
Pazar, Pazartesi dışında her gün
Valikonağı Cad. Pasaj 73, Nişantaşı - 0212.225 23 37
11 Mart – 16 Mayıs 2015
Geçtiğimiz yıl ikincisi düzenlenen Akbank Sanat Uluslararası Küratör Yarışması’nı kazanan Hollandalı Niekolaas Johannes Lekkerkerk’in küratörlüğünde on dört sanatçının işlerinden oluşan Sesle Avlanan/Percussive Hunter sergisi, özellikle sanatsal pratikte son zamanlarda diğer araştırma alanlarının yanı sıra, aciliyet kazanmakta olan Dünya’nın inorganik ve organik, insan ve insan olmayan girdileri arasındaki, maddeye dair ihtimallerin derinliğini de dikkate almaya özen gösteriyor.
Sergide işleri yer alan sanatçılar şöyle: A.Kassen, Juliette Bonneviot, Nina Canell, Nicolas Deshayes, Kevin Gallagher, Paul Geelen, Camille Henrot, Carlos Irijalba, Rachel de Joode, Fran Meana, Alexandra Navratil, Katja Novitskova, Angela de Weijer, Müge Yılmaz
RAMPA
Servet Koçyiğit – Burası Benim Adam
Servet Koçyiğit’in Rampa’daki ikinci solo sergisi Burası Benim Adam sanatçının son üç yılda ürettiği kolaj, video ve heykel çalışmalarını içeriyor ve pratiğinde yepyeni bir döneme işaret ediyor. Sergi başlığında önerilen otobiyografik alan, Koçyiğit’in araştırma, ölçümleme, işaretleme, iz sürme ve bilgiyi harmanlama eylemleri üzerinden çevresindeki dünyayı anlama çabasıyla, son zamanlarda benimsediği haritalama metodolojisinin ilk evresini oluşturuyor. Servet Koçyiğit’in bu yeni yol çizelgesi, kullandığı sanatsal dilde bir kaymanın sinyallerini veriyor ve en geniş anlamıyla haritalandırma kavramını ele alarak, limitler, aşılan sınırlar ve ufukta bekleyen engelleri kişisel bir soruşturma kapsamına alıyor. Burası Benim Adam aidiyet, yer ve yersizlik, evini sırtında taşıma gibi fikirleri irdeleyen uzun soluklu bir projenin başlangıç noktası. Sanatçının haritalama projesi bu kişisel soruşturmadan başlayıp genişleyerek sosyal, ekonomik ve zihinsel haritalamalarla halihazırda devam eden bir süreç.
99 Yıl (2014) isimli 8 dakikalık videoda, bir kadın ve bir erkek siyah bir arka planın önünde yüzyüze konumlandırılır. Kadın erkeğin kollarına sarılı farklı renklerdeki yünü yavaş yavaş açarak kendi ellerinde büyüyen bir küreye dönüştürür. Bu küre zamanla tanıdık dünya imgesine dönüşür ve sonunda ufak bir dokunuşla dönmeye başlar.
Sergiye adını veren Burası Benim Adam (2013) sanatçının yeni büyük ölçekli kolaj serisinin de ilk parçası. Bu kolajlarda, Koçyiğit, haritalandırma eyleminin temsili dilini, uzun süredir üretim pratiğinin parçası olan el işçiliği ile uyguluyor. Elle dikilmiş yüzeyler üzerinde hayali coğrafyalar betimlerken, veri sıkıştırmaya yönelik haritalama sistemini benimsiyor. Kolajdaki kumaşların deseni farklı bağlamlardan aşina olduğumuz poşu ile kasten ve doğrudan bir bağlantı kurarak Orta Doğu’yla ilintileniyor fakat kullanılan renk çeşitliliği sabit bir referansı engelleyerek izleyicinin okumasına muğlak bir başlangıç sunuyor. Burası Benim Adam adlı işi Anadolu’da, özellikle taşrada kadınların günlük kıyafetlerinde kullanılan, genellikle çiçek desenli ucuz poplin kullanarak yapılmış bir başka harita izliyor. Sanatçının bu serideki üçüncü kolajda tercih ettiği, Afrika kumaşı olarak da bilinen, Hollanda işi balmumu baskılı kumaş ise parlak renklerle bezeli geometrik desenler arasında dikkatli bakıldığında Hollanda Kraliyeti’nin sembollerini de içeren sürprizli bir dokuma çeşidi. Bu kumaşlardaki desenler sadece dolambaçlı bir malzeme tarihini yansıtmakla kalmıyor, aynı zamanda sanatçının hâlen yaşadığı Hollanda’nın sömürgeci geçmişine de referans oluşturuyor.
Üzerinde yaşadığımız ve durmadan dönüştürdüğümüz bu dünyaya ilişkin referanslar, ister gerçekçi isterse hayali olsun, sanatçının Yörünge (2014) adlı enstalasyonunda devam ediyor. 99 Yıl videosundaki yünden dünya, bu işte plastik bir kovanın dibinde yeniden karşımıza çıkıyor. Koçyiğit rastgele yerleştirilmiş gibi duran, bu tavandan asılı gündelik nesnenin çevresindeki alanı harekete geçiriyor ve izleyiciyi yaklaşarak kovanın içine bakmaya davet ediyor. Koçyiğit’in pratiğindeki absürt eğilimler bu işte öne çıkıyor; sonsuz bir karanlıkla çevrelenmiş halde bir plastik kovanın içinde duran bu oyuncak küre, nesnelerin göreceli ölçeğinde ufacık bir zerre olarak görüldüğünde müthiş bir şekilde gerçeğe yaklaşıyor.
Servet Koçyiğit’in son on yıllık dönemdeki sanatsal üretimi, buzdolabının kapısının kapandığından emin olmak, rutin tıbbi tetkiklerden geçmek, gündüz düşlerine dalmak veya gün batımı hakkında edepsiz bir iç çekişe kulak kabartmak gibi günlük olguların çevresinde şekillendi. Bu durumların özündeki sıra dışı özelliklerini betimleyerek onların (ister kişisel, isterse kolektif olsun) hastalığa, absürtlüğe ve anormalliğe yakınlığını ifşa etti. Tek cümlelik şakalar ve haftalık karikatür dergilerinin erkeksi mizah anlayışına yakın bir üslup ile bir ev kadınının takıntılı ve nevrotik elişi üretimini kendine mal etmek arasında gidip gelen sanatçı, şimdiye dek kendini şizofrenik bir ikililikte konumlandırıyordu.
Salı-Cumartesi 11.00-19.00, Pazartesi randevu ile
Sair Nedim Caddesi No:21a, Akaretler Besiktas, (0212) 327 0800
Olbinski Afişleri
Carmen – Georges Bizet
Etiketler: yeni tiyatro Seçkin Selvi milliyet Milliyet Sanat victor Hugo gizem yerlikaya batuhan pamukçu