“Her ağacın bir adı varmış, her insanın bir şarkısı”
Seçkin Selvi
seckinselvi@canyayinlari.com
Cerrahide “paketleme” denilen ilginç bir yöntem var. Bir kaza sonucu kopan ya da ağır hasar gören el, karın derisi açılıp boşluğa gömülüyor, sonra deri dikiliyor ve hasarın büyüklüğüne göre bir buçuk - iki ay karın boşluğunda kalan el iyileşiyor. Sonra yerleştirildiği boşluktan çıkarılan el, eğer kopmuşsa bileğe dikiliyor, kopmamış da ağır hasar görmüşse yüzde yüze yakın oranda normal işlevini kazanıyor.
“Gomidas”ın ilk sahnesini izlerken bu cerrahi yöntemi anımsadım; çünkü Gomidas ağrıyan ayağının yanı sıra akıl ve ruh sağlığını da koruyabilmek için ayağını toprağa gömüyor. Belki topraktan aldığı elektrik yararlı oluyor, belki de sadece psikosomatik bir süreç bu; yine de işe yarıyor. Ve oyun, “Ayağımı toprağa gömdüğüm zaman her şey hafifliyor” cümlesiyle başlıyor.
Ayağını, daha doğrusu simgesel olarak tüm bedenini ve ruhunu toprağa gömerek iyileşmeye çalışan bu Gomidas kimdi? Gomidas, Osmanlı döneminde yaşamış önemli bir Ermeni müzisyen, koro şefi ve Anadolu müziğini batılılaştıran ilk müzikologdu. Gomidas, köy köy gezip, köylerdeki etnik müziği derleyen, halk ezgilerini ilk defa derli toplu bir şekilde düzenleyen, Ermeni müziğini batılı anlamda “tanımlı” duruma getiren, sadece Ermenice değil, Türkçe ve Kürtçe şarkıları da derleyip ortaya çıkaran bir etnologdu. O dönemini “Şarkıları dinlerken hikâyeleri gördüm, her hikâyede beni buldum. Kendimin okulu oldum duyduğum her ezgide. Her ağacın bir adı varmış, her insanın bir şarkısı,” diye anlatıyor oyunda.
Oyun ve yorumu
Ahmet Sami Özbudak’ın yazıp yönettiği, Ersin Umut Güler’in süpervizörlüğünü üstlendiği oyun, olabilecek en doğal, en çarpıcı, en doğru mekânda, Kumkapı’daki Surp Vortvots Vorodman Kilisesi’nde oynanıyor. İstanbul 2010 yılında Avrupa Kültür Başkenti olarak ilan edildiği zaman yürütülen ve benim de yer aldığım çalışmalar sonucunda sanatsal etkinliklere açılan kilisenin atmosferi, oyun-oyuncu-izleyici etkileşimine ilk adımda en büyük desteği sağlıyor.
Yazar Ahmet Sami Özbudak, Gomidas’ın Villejuif’teki akıl hastanesinde en yakın dostu olan Pierre’in ölmeden önce ona emanet ettiği hayalî koyunun peşinden izleyicileri bir hayat hikâyesinin zemininde yolculuğa çıkarıyor. Özbudak, acılarla örülmüş bir yaşamı, hiç abartmadan, hikâyede de ideolojide de aşırılıklara kaçmadan, sadeliğin çarpıcılığı içinde oluşturmuş oyun metnini. Soğomon çocukluğunda ilâhi de söylüyor, ezan da okuyor. Onun bu eylemlerle ilişkisi salt dinî değil, sanatsal, öyle olduğu için de evrensel bir nitelik kazanıyor.
Yönetmen Ahmet Sami Özbudak, apsisin önündeki boşluğu oyun alanı olarak kullanıyor. Alanın çevresi izleyici sandalyeleriyle çevrili. Alanın ortasındaki boşlukta cam bir platform var. Cihan Aşar’ın tasarladığı üzeri toprak kaplı platform Gomidas’ın yaşamının geçtiği her yeri simgeliyor. Gomidas da, oyun çanı çalmadan önce yerini alıp mizansenlere başlayarak izleyici ile ilk sıcak bağını kuruyor. Metnin ve rejinin büyük sürprizi ise apsisin önünü kapatan ve aydınlatıldığı zaman içini gösteren perdenin arkasında yer alan 40 kişilik Lusavoriç Korosu. Koro, müzik direktörü ve koro şefi Hagop Mamigonyan’ın yönetiminde Gomidas Vartabed’in müziğini seslendiriyor. Koroda yer alan sanatçılar oyunun finalinde de akıl hastanesinin bahçesindeki ağaçların sesi olarak oyun alanına giriyorlar. Özlem Kaya’nın yalın kostüm tasarımı, Cem Yılmazer ile Yasin Gültepe’nin gerçekleştirdiği ışık düzeni oyunun olmazsa olmaz unsurları. Burada ayrıca belirtmek istediğim bir şey de, oyunun aynı zamanda Serra Yılmaz ve Yiğit Bener çevirisiyle Fransızca oynanıyor olması.
Ve Fehmi Karaarslan, Olympos’tan inmiş bir tanrı fiziği ve olağanüstü bariton sesiyle Gomidas’ın yaşamının, Ahmet Sami Özbudak’ın ve koronun emeklerinin hakkını hakkıyla vererek büyülüyor izleyicileri.
Bu yazı Milliyet Sanat dergisinden alıntılanmıştır. Yazının tamamını derginin haziran sayısında okuyabilirsiniz.