Hapishane arkadaşımı kaybettim
Gabriel García Márquez öldü. Ne kadar sıradan bir cümle değil mi? Hiç de değil. Bu, çok kişisel bir yazı olacak; çünkü Gabo’nun ölümüyle ben bir akrabamı, dahası hapishane arkadaşımı kaybettim.
Belki baştan başlamak daha iyi olacak. 1974 yılı. Ben bir çeviriden dolayı Sağmalcılar cezaevindeyim. Can Yücel de Adana cezaevinde. Dünya edebiyatının ülkemize tanıtılmasındaki öncülerden sevgili dostumuz Necdet Sander, “Yüzyıllık Yalnızlık” kitabını çevirsin diye Can’a göndermiş. Can çeviriye başlamış, altmışıncı sayfaya gelmiş, ama Adana’daki koşullar nedeniyle çalışmayı sürdürememiş. Bunun üzerine kitap bana geldi. “Geldi” sözcüğü anlamsız, yetersiz kalıyor. Sağmalcılar’daki hücreme Latin Amerika’nın turuncu güneşi doldu, Maya’lardan, Aztekler’den biriktirilmiş sözlü edebiyatın Anadolu masallarıyla örtüşen ışığı doldu, Kolombiya yerlilerinin Yörük desenleriyle buluşan kilimleri serildi ranzama. Gabo arkadaşım oldu.
Çeviri sonuna yaklaşırken bitmesin, biraz daha sürsün birlikteliğimiz diye elimi ağırdan alıyordum. Çeviri bitince gerçekten bir boşluk oldu, tıpkı şimdi olduğu gibi. Kitap Can Yayınları’nda yayımlanırken baştaki o altmış sayfayı da çevirdim. Sonra bir kitabını daha çevirdim: “Şer Saati”. Can Yayınları’ndaki diğer bütün kitaplarının da editörlüğünü yaptım.
Aslında belki de öfkelenmem gerekirdi Márquez’e. Çünkü çevirdiğim bütün kitaplara (160 kitap) aynı özeni gösterdiğim, aynı emeği verdiğim halde çevirmenliğim neredeyse “Yüzyıllık Yalnızlık”la özdeşleşti. O çevirinin ötekilerden daha iyi olmasından değil, kitabın sarsıcı gücünden kaynaklandı bu. Öyle ya küçük bir dev adam, koca bir beyin, daha da koca bir yürek. “Büyülü Gerçekçilik” diye bir çığır açmış dünyada. O kitabın ses getirmesi çok doğaldı. Çevirmenliğimin bir bakıma o kitapla “tescili” de doğaldı.
Kırk yıl süren bir arkadaşlık. Mapus arkadaşlığı kolay unutulmaz, silinip arkada bırakılmaz. Öyle ki, hapishaneden sonraki zor dönemlerde, kitap baskı üstüne baskı yaparken, “Aile bütçeme en çok katkısı olan erkek,” demişliğim de vardır Gabo için. Hâlâ da elini üzerimden çekmiş değil, sağolsun. Dil nasıl da sürçüyor, nasıl da gerçeği kabullenmiyor, değil mi?
Gabriel García Márquez, dünyanın neresinde olursa olsun, hep eli kalem tutacak, her zaman olduğu gibi yeni soluklarla karşımıza çıkacak diye düşünürdüm. Yirminci yüzyıla damgasını vuran o soluk bitti. Asıl şimdi başlıyor yalnızlık.
Gabriel García Márquez öldü. Nokta. O kadar mı sanıyorsunuz. Koca bir dönem kapandı. Benim hapishanelerimde var olmaya devam edecek hep.