Milliyet Sanat »Yazarlar » Seçkin Selvi | Burhanettin Tepsi ve Othello Kamil’den Günümüzün Kral Lear’ine…
Burhanettin Tepsi ve Othello Kamil’den Günümüzün Kral Lear’ine…
27 Ekim 2012 - 07:10 | Pınar Ünsal (Cordelia), Ümit Bakış (Kral Lear) ve Koray Onur (Kent Kontu), Kocaeli Şehir Tiyatroları'nın "Kral Lear" uyarlamasında.Oyunda kullanılan film teknikleri gerçekten etkileyici. Ama biraz zorlama olunca gerekliliği ve işlevi soru işareti yaratıyorKocaeli B.B.Şehir Tiyatroları Sezona “Kral Lear” ile Başladı
KRAL LEAR- Yazan: William Shakespeare, Çeviren: Özdemir Nutku, Yöneten: Malcolm Keith Kay, Dekor-Kostüm: Efter Tunç, Müzik: Çiğdem Erken, Işık: Yaşar Demirkıran, Ses tasarımı: İlker Sevüker, Görsel tasarım: M.Serkan Aktü, Dans düzeni: Ferdi Yıldız, Oynayanlar: Cemal Aldiç/ Ümit Bakış/ Engin Benli/ Esra Bezen Bilgin/ Çağla Buldak/ Tekin Ezgütekin/ Volkan Dinç/ Serhat Güzel/ Erdem Irmak/ Funda İlhan/ Çağrı Mengüç/ Utku Oğuz/ Koray Onur/ Ahmet Yaşar Özveri/ Sarper Saydam/ Fatir Sevdi/ Ozan Şahin/ Pınar Ünsal/ Ferdi Yıldız.
Yıldan yıla gelişerek Marmara Bölgesinin önemli tiyatro kuruluşlarından biri olan Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları, sezonu Kral Lear ile açtı. Onlarca sanatçının, bir o kadar teknik insanın büyük emeğiyle ortaya çıkan bu oyunu seçtikleri için ilgili herkesi kutlamak istiyorum.
Oyunu 1990’ların başından bu yana Türkiye’de çeşitli tiyatrolarda “Romeo ve Juliet”, “Üç Kuruşluk Opera”, “Marat/Sade”, “Mefisto”, “Küheylan” gibi oyunlar sahneleyen, 1992-1994 arasında Dokuz Eylül Üniversitesi’nde konuk öğretim görevlisi olarak çalışan ve artık (eş durumundan) yarı Türkiyeli sayılan Avustralyalı Malcolm Keith Kay yönetmiş.
“Dünyanın yozlaşıp çökmesi Kral Lear’in temasıdır. Oyun, tarihsel oyunlara benzer biçimde, krallığın paylaştırılması ile başlar ve yine tarihsel oyunlar gibi, yeni bir yönetimin gelişiyle sona erer. Ancak tarihsel oyunların tersine, bu yapıtta yeni bir dünya kurulmaz, hatta bu dünya iflah olmaz.”
Yönetmen Malcolm Keith Kay’in, “Değişen Kocaeli Dergisi”ne verdiği röportajdaki yorumu ise şöyle:
“Oyunun mesajı şu: Hayatımızın en güzel günleri gelecektir. Dürüstlük, doğruluk, birlik ve beraberlik, her türlü yapıcı düzenler peşimizi bırakmayacak. Eskiler devrilince yeniler yükselecektir. Evrensel mesaj, her şeye rağmen barış umududur! Evrensel adalet, çöken dünyanın yıkılmış kalıntıları arasında yükselecektir.”
Shakespeare ve Nutku, o “en güzel günleri” öngörmediklerine göre, bu olsa olsa yönetmenin iyimser dünya görüşünden kaynaklanmış olmalı.
Şimdi yazının başlığındaki diğer iki isme değinmek istiyorum. O kişileri hatırlatmak için önce Nazım Hikmet’ten bir alıntı:
"Ankara'da 921 kışında, ahırdan bozma salaş bir tiyatroda, gaz lambalarının ışığında ve ikide bir soğuktan avuçlarıma hohlayarak Otello Kâmil'i seyrettim. Ömrümde ilk defa Şekspir’i seyrettim. Kâmil bir gezgin aktördü. Repertuvarında bir tek piyes vardı denilebilir. Otello'nun, Otello'yu Papazyan üslubuyla oynadığını söylerler. Ne yazık Papazyan’ı Otello’da seyretmek nasib olmadı. Ama çırağı Kâmil'in Otello'suna bakıp ustasının ustalık kertesini kestirmek mümkün. Kâmil, Ankara'da kaldığım aylar içinde Venedik Amirali’ni belki on kere oynadı, ben her keresinde ordaydım. Şekspir'e hayranlığımı Abdullah Cevdet'in kötü, çok kötü çevirmelerine borçluyum, ama Şekspir’i bana Vahram Papazyan'ın çırağı Otello Kâmil anlattı.”
Burhanettin Tepsi de, hemen hemen aynı yıllarda pek çok oyunda rol almış, kumpanyalar kurmuş bir sanat gönüllüsüydü. Her iki sanatçının da oyun tarzı, Nazım Hikmet’in sözünü ettiği Papazyan üslubuydu. Yani abartılı hareketler, daha da abartılı vurgularla ve ton değişiklikleriyle, en çok da bağırarak yapılan konuşmalar.
Keith’in yorumladığı Lear’i seyrederken, onları anımsamam da, oyuncuların o üslupta oynatılmış olmasından kaynaklandı. Günümüz tiyatrosunda artık görülmeyen bu demode tarz, Lear için hiç de gerekli değildi. Oyuncuların hepsi, kendilerinden istenen bu üslubu büyük gayret sarf ederek başarıyla gerçekleştiriyorlar, ama dediğim gibi ne gerek var? Zaten aşırı simetrik mizansenler, oyuncuları yeterince zorluyor. Yönetmen, Soytarı’dan oyundaki ağırlığını yansıtacak biçimde yararlanmazken, görselliğin ötesinde işlevi olmayan bir dansçı figürüne yer vermiş. Dansçının hele Cordelia’nın arkasında kılıç gösterisi yaparak yürümesine anlam vermek zor.
Yönetmen yine aynı röportajda: “Oyunun içine koyduğum stil, Shakespeare’den; hatta normal tiyatrodan beklenilen stilin çok çok üstünde. Daha çok film teknikleri kullandık. Basit ama bir o kadar da etkileyici,” diyor.
Film teknikleri gerçekten etkileyici. Ama biraz zorlama olunca gerekliliği ve işlevi soru işareti yaratıyor. Örneğin oyun başlamadan önce, tül perdedeki ordunun gelişini görünce, ardından “Cowdor Beyi geliyor,” denmesini bekledim; çünkü izlenim bir Macbeth girişiydi. Aynı izlenim Regan’ın ellerindeki kanla ortaya çıktı. Neyse ki kanı yıkamaya kalkışmadı.
Ne var ki, bu stil son derece kullanışlı ve ekonomik. İnsanın bavulunda bu dumanlar, bu filmler, bu ayna, (Ophelia’ya pek yaraşacak) bu havuz ve yapraklar varken, Shakespeare tragedyalarının tümünü kolayca, üstelik seyircinin gözüne hoş gelen bir görsellikle sahneleyebilir.
Kocaeli Süleyman Demirel Kültür Merkezi - 0262 311 59 00
“Tek Kişilik Üniversite: Sermet Çağan”
1963’te sahnelenen, 1964’te Erlangen Şenliği'nde ödüllendirilen ve (ülkenin koşulları değişmediği için ne yazık ki) güncelliğini hâlâ sürdüren "Ayak Bacak Fabrikası” oyununun yazarı Sermet Çağan’la ilgili bir araştırma kitabı yayımlandı.
1966'da Türkiye'nin ilk ve tek sendika tiyatrosu olan Tiyatro TÖS'ü (Türkiye Öğretmenler Sendikası) kuran Türkiye'nin bütün il ve ilçelerini, köylerine kadar uzanan bir turneyle dolaşan Sermet Çağan, aynı zamanda çok iyi bir gazeteci ve dış politika yorumcusuydu. Gerek basın, gerekse tiyatro alanında gençlerin önünü açan, pek çok kişiyi yetiştiren Sermet Çağan için yapılmış en iyi tanım Prof. Cevat Çapan'ın şu sözleridir: "Sermet, tek kişilik bir üniversiteydi.”
KRAL LEAR- Yazan: William Shakespeare, Çeviren: Özdemir Nutku, Yöneten: Malcolm Keith Kay, Dekor-Kostüm: Efter Tunç, Müzik: Çiğdem Erken, Işık: Yaşar Demirkıran, Ses tasarımı: İlker Sevüker, Görsel tasarım: M.Serkan Aktü, Dans düzeni: Ferdi Yıldız, Oynayanlar: Cemal Aldiç/ Ümit Bakış/ Engin Benli/ Esra Bezen Bilgin/ Çağla Buldak/ Tekin Ezgütekin/ Volkan Dinç/ Serhat Güzel/ Erdem Irmak/ Funda İlhan/ Çağrı Mengüç/ Utku Oğuz/ Koray Onur/ Ahmet Yaşar Özveri/ Sarper Saydam/ Fatir Sevdi/ Ozan Şahin/ Pınar Ünsal/ Ferdi Yıldız.
Yıldan yıla gelişerek Marmara Bölgesinin önemli tiyatro kuruluşlarından biri olan Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları, sezonu Kral Lear ile açtı. Onlarca sanatçının, bir o kadar teknik insanın büyük emeğiyle ortaya çıkan bu oyunu seçtikleri için ilgili herkesi kutlamak istiyorum.
Oyunu 1990’ların başından bu yana Türkiye’de çeşitli tiyatrolarda “Romeo ve Juliet”, “Üç Kuruşluk Opera”, “Marat/Sade”, “Mefisto”, “Küheylan” gibi oyunlar sahneleyen, 1992-1994 arasında Dokuz Eylül Üniversitesi’nde konuk öğretim görevlisi olarak çalışan ve artık (eş durumundan) yarı Türkiyeli sayılan Avustralyalı Malcolm Keith Kay yönetmiş.
Oyunun afişi.
Ülkemizde pek çok kez sahnelenen, o nedenle de seyircilerimizin aşina olduğu oyunun konusundan söz etmeye gerek yok. Oyunun çevirmeni, Shakespeare konusunda bir otorite olan Prof.Dr.Özdemir Nutku oyunun temasını şöyle anlatıyor:“Dünyanın yozlaşıp çökmesi Kral Lear’in temasıdır. Oyun, tarihsel oyunlara benzer biçimde, krallığın paylaştırılması ile başlar ve yine tarihsel oyunlar gibi, yeni bir yönetimin gelişiyle sona erer. Ancak tarihsel oyunların tersine, bu yapıtta yeni bir dünya kurulmaz, hatta bu dünya iflah olmaz.”
Yönetmen Malcolm Keith Kay’in, “Değişen Kocaeli Dergisi”ne verdiği röportajdaki yorumu ise şöyle:
“Oyunun mesajı şu: Hayatımızın en güzel günleri gelecektir. Dürüstlük, doğruluk, birlik ve beraberlik, her türlü yapıcı düzenler peşimizi bırakmayacak. Eskiler devrilince yeniler yükselecektir. Evrensel mesaj, her şeye rağmen barış umududur! Evrensel adalet, çöken dünyanın yıkılmış kalıntıları arasında yükselecektir.”
Shakespeare ve Nutku, o “en güzel günleri” öngörmediklerine göre, bu olsa olsa yönetmenin iyimser dünya görüşünden kaynaklanmış olmalı.
Şimdi yazının başlığındaki diğer iki isme değinmek istiyorum. O kişileri hatırlatmak için önce Nazım Hikmet’ten bir alıntı:
"Ankara'da 921 kışında, ahırdan bozma salaş bir tiyatroda, gaz lambalarının ışığında ve ikide bir soğuktan avuçlarıma hohlayarak Otello Kâmil'i seyrettim. Ömrümde ilk defa Şekspir’i seyrettim. Kâmil bir gezgin aktördü. Repertuvarında bir tek piyes vardı denilebilir. Otello'nun, Otello'yu Papazyan üslubuyla oynadığını söylerler. Ne yazık Papazyan’ı Otello’da seyretmek nasib olmadı. Ama çırağı Kâmil'in Otello'suna bakıp ustasının ustalık kertesini kestirmek mümkün. Kâmil, Ankara'da kaldığım aylar içinde Venedik Amirali’ni belki on kere oynadı, ben her keresinde ordaydım. Şekspir'e hayranlığımı Abdullah Cevdet'in kötü, çok kötü çevirmelerine borçluyum, ama Şekspir’i bana Vahram Papazyan'ın çırağı Otello Kâmil anlattı.”
Burhanettin Tepsi de, hemen hemen aynı yıllarda pek çok oyunda rol almış, kumpanyalar kurmuş bir sanat gönüllüsüydü. Her iki sanatçının da oyun tarzı, Nazım Hikmet’in sözünü ettiği Papazyan üslubuydu. Yani abartılı hareketler, daha da abartılı vurgularla ve ton değişiklikleriyle, en çok da bağırarak yapılan konuşmalar.
Keith’in yorumladığı Lear’i seyrederken, onları anımsamam da, oyuncuların o üslupta oynatılmış olmasından kaynaklandı. Günümüz tiyatrosunda artık görülmeyen bu demode tarz, Lear için hiç de gerekli değildi. Oyuncuların hepsi, kendilerinden istenen bu üslubu büyük gayret sarf ederek başarıyla gerçekleştiriyorlar, ama dediğim gibi ne gerek var? Zaten aşırı simetrik mizansenler, oyuncuları yeterince zorluyor. Yönetmen, Soytarı’dan oyundaki ağırlığını yansıtacak biçimde yararlanmazken, görselliğin ötesinde işlevi olmayan bir dansçı figürüne yer vermiş. Dansçının hele Cordelia’nın arkasında kılıç gösterisi yaparak yürümesine anlam vermek zor.
Yönetmen yine aynı röportajda: “Oyunun içine koyduğum stil, Shakespeare’den; hatta normal tiyatrodan beklenilen stilin çok çok üstünde. Daha çok film teknikleri kullandık. Basit ama bir o kadar da etkileyici,” diyor.
Film teknikleri gerçekten etkileyici. Ama biraz zorlama olunca gerekliliği ve işlevi soru işareti yaratıyor. Örneğin oyun başlamadan önce, tül perdedeki ordunun gelişini görünce, ardından “Cowdor Beyi geliyor,” denmesini bekledim; çünkü izlenim bir Macbeth girişiydi. Aynı izlenim Regan’ın ellerindeki kanla ortaya çıktı. Neyse ki kanı yıkamaya kalkışmadı.
Ne var ki, bu stil son derece kullanışlı ve ekonomik. İnsanın bavulunda bu dumanlar, bu filmler, bu ayna, (Ophelia’ya pek yaraşacak) bu havuz ve yapraklar varken, Shakespeare tragedyalarının tümünü kolayca, üstelik seyircinin gözüne hoş gelen bir görsellikle sahneleyebilir.
Kocaeli Süleyman Demirel Kültür Merkezi - 0262 311 59 00
1963’te sahnelenen, 1964’te Erlangen Şenliği'nde ödüllendirilen ve (ülkenin koşulları değişmediği için ne yazık ki) güncelliğini hâlâ sürdüren "Ayak Bacak Fabrikası” oyununun yazarı Sermet Çağan’la ilgili bir araştırma kitabı yayımlandı.
1966'da Türkiye'nin ilk ve tek sendika tiyatrosu olan Tiyatro TÖS'ü (Türkiye Öğretmenler Sendikası) kuran Türkiye'nin bütün il ve ilçelerini, köylerine kadar uzanan bir turneyle dolaşan Sermet Çağan, aynı zamanda çok iyi bir gazeteci ve dış politika yorumcusuydu. Gerek basın, gerekse tiyatro alanında gençlerin önünü açan, pek çok kişiyi yetiştiren Sermet Çağan için yapılmış en iyi tanım Prof. Cevat Çapan'ın şu sözleridir: "Sermet, tek kişilik bir üniversiteydi.”