Biz Misafirperverliğimizle Nam Salmış Bir Milletiz
MİSAFİR- Yazan: Ömer Kaçar, Yöneten: Nefrin Tokyay, Müzik: Onur Kahraman, Çevre Tasarımı: Yiğit Sertdemir, Kostüm Tasarımı: Başak Özdoğan, Işık Tasarımı: İsmail Sağır, Yönetmen Yardımcısı: Dilan Parlak, Afiş tasarımı: Önder Sakıp Dündar, Fotoğraflar: Murat Dürüm, Dekor uygulama: Serkan Kavurt, Oynayanlar: Mert Asutay, Sinem Öcalır, Meriç Rakalar.
Çocukluğumda bizim evde kapalı kapılar ardında bir misafir odası vardı. El dokuması halıları, bilmem kaçıncı Louis berjerleri, ayaklı ve ayaksız abajurları, is yapar diye hiç yakılmayan şöminesiyle dört dörtlük misafir odası. Annemin adı Belkıs’tı, babam arada bir "Karıcığım, Belkıs hanımlar müsaitse bu akşam onlara misafirliğe gidelim,” diye takılırdı anneme. Bizim eve özgü bir durum da değildi bu. O zamanlar burjuva ailelerden hangisinin kapısını çalsanız benzer bir evle karşılaşırdınız. Altıdan Sonra Tiyatro/Kumbaracı50’nin yeni oyunu Misafir” de kapısı açılmayan bir misafir odasına odaklanıyor. Oyundaki misafir odasıyla bizim evdekinin arasındaki tek fark, sık sık gelen misafirlere kapının hep açık olmasıydı.
“Misafir” 1990 doğumlu genç yazar Ömer Kaçar’ın oyunu. Galata Perform’un düzenlediği Yeni Metin Yeni Tiyatro Projesi kapsamında yazılan oyun, sahnelenmeden önce 7.Yeni Metin Yeni Tiyatro Festivali’nde “Yılın Oyun Metni” olarak ödüllendirildi. Ardından Almanya’da Theater und Orchester Heidelberger tarafından düzenlenen Heidelberger Stückemarkt festivalinde Uluslararası Oyun Yazarı Ödülü ve Seyirci Ödülü’ne değer görüldü. Almanya’daki jüri üyeleri, “Öteki” kavramını absürd bir dille ele alan oyuna verilen ödülün gerekçesini şöyle açıkladı: “Kaçar'ın eseri yabancı düşmanlığı, nefret ve şiddet çekirdeğini inceliyor; bu önemli konuları mizah ve hızlı diyaloglar aracılığıyla önemsizleştirmeden erişilebilir kılıyor.”
Buradan herkese kemik çıkar.
Tanıtım metninde oyun şöyle sunuluyor: “Misafir, son yıllarda yükselişe geçen ötekileştirme, kimliksizleşme ve yabancı düşmanlığını ele alan kışkırtıcı bir kara komedi. Oyunun merkezinde yirmi yıldır hiç girilmemiş misafir odası ve kendilerini dış dünyaya kapatmış bir aile var. Misafirperver olduklarıyla övünüp duran bu aileye bir yabancı dahil oluyor ve bütün dengeler bozuluyor. Oyun kendilerini var etmek için bir “öteki”ne ihtiyaç duyan, sistemin kimliksizleştirdiği bireyleri mercek altına alıyor.”
Üç kişilik bir aile: Anne, baba ve çocuk. Bir de Lalo. Mutlu görünen, mutlu olduklarını iddia eden tipik bir orta sınıf ailesi. Anne misafir odasının düzeni bozulmasın diye yıllardır içeriye kimseyi sokmayan tipik bir orta sınıf ev kadını. Annesinin yadigârı ve denildiğine göre “Satsan, dört katlı apartman parası edecek” yemek takımını bile esirgiyor herkesten; çünkü onun “Yemek takımımız olmazsa biz bir aile sayılmayız,” diye vurguladığı sarsılmaz inancına göre, bir aileyi yapan da, aileye mutluluk getiren de sahip olunan şeyler.
Oyun anneye kıyasla daha babayani olan babanın sözleriyle başlıyor: “Aslında köpek besleme konusunda karımla hemfikirdik. Bir köpek beslesek iyi olur. Sonra Lalo geldi. O bir köpek değil ama olsun. O bir insan, bir misafir. Hayır, o bir köpek. Bizim sevimli köpeğimiz.”
Anlıyoruz ki, sabahın erken saatinde kapıya biri gelmiş ve kapı açılır açılmaz da içeri girip mutfağa dalmış, çöp tenekesindekilerle karnını doyurmaya başlamış. Biz misafirperverliğimizle övünen, misafirperverliğimizle nam salmış bir milletiz. Yine de gardımızı alıyoruz tabii:
“Anne- Evimizin sağlam duvarları var.
Baba- Ama olsun. Evimizi yabancılar ele geçirmesin diye her odada silah saklı.”
Çocuk ise anne ve baba kadar koşullanmadığını, “Eğer bir çocuk açsa, elbette çat kapı gelip birinin mutfağına girebilir,” diyerek gösteriyor.
En çok anne tedirgin oluyor Lalo’nun çat kapı gelişinden. Ne idüğü belirsiz bu insan/köpek evi için, ailesi için, düzeni için bir tehdit oluşturur mu kaygısında.
Anne, baba ve çocuk kimliği hakkında bir fikir edinmek için peşpeşe soru yağmuruna tutuyor Lalo’yu:
“Nereden geldin? Niye geldin? Nerelisin? Annen var mı? Baban var mı?Kardeşin var mı? Buralara daha önce geldin mi? Düşman mısın? Dost musun? Bizden misin? Onlardan mısın? Yabancı mısın? Yerli misin? Dilimizi biliyor musun?”
Lalo dilimizi bilmese de, aile olanca yardımseverliğiyle tıpkı birinci sınıfta okuma öğretilen bir çocuk gibi fişlere yazılı sözcüklerle ona dil öğretmeye çalışıyor. İnteraktif oyun düzeninde sahnelenen oyunda dil dersine izleyiciler de katılıyor. Zaten o oyun düzeninde, hiç görmediğimiz Lalo, zaman zaman salondaki biz, siz, onlardan biri oluyor. O yüzden, düşüncelerinde haklı çıkmak isteyen aile bireyleri süreç içindeki her durumu seyircilere de açıklıyor ve onlardan da anlayış bekliyor:
“Siz bizim misafirimizsiniz. Lalo da misafirimiz. Ama biraz şey gibi… Ne gibi? Biraz şey, hani…
Ne önemi var? Bakın bizim kapımız herkese açık. Açık ama… Bu demek olmuyor ki herkes girebilir. Sonuçta burası bir ev. Bu yüzden öyle herkes elini kolunu sallayarak giremez.”
Derken babanın da işten çıkarıldığını öğreniyoruz. Bulduğu günah keçisine dört elle sarılan babanın bu konudaki yorumu çok açık seçik:
“İşten kovulmakla işinden olmak farklı şeyler. Birinin sorumlusu sensindir, diğerinin sorumlusu başkaları. Kimler mi? Onlar! Onlar her yerde. Onlar geldi, her şey bozuldu. Bütün deliklere sızmışlar. Başkaları işte. Bizden olmayan herkes! Çünkü onlar yüzünden. Lalo ve onun gibiler yüzünden. Eğer onlar olmasaydı işsiz kalmazdım.”
O sırada aile yadigârı, paha biçilmez yemek takımı bulunamıyor. Ve bununla ilgili fikirler yürütülüyor:
“Baba- Yemek takımı senin mi? / Anne- Benim tabii! / Baba- Bizim! Hepimizin. Senin, benim, onun. Ve Lalo’nun. / Anne- Bizim olabilir ama onun değil. / Çocuk- O da bizden biri anne. / Anne- O bizden biri değil.”
Polisi aramaya karar veriyorlar:
“Baba- Kim çaldı? Yani kim olduğunu da söylemeliyiz.
Çocuk ve anne-Sığınmacı? Yabancı. Mülteci? Afrikalı?”
Oyunun Yorumu
Yönetmen Nefrin Tokyay, oyuncularla seyircileri buluşturan interaktif bir yöntem seçmiş. Oyunu izlemeye gelenlere “misafir” muamelesi yapılan bu yorumda, salonun kapıları, kapısı çalınmış bir ev gibi ailenin çocuğu tarafından açılıyor, onun annesine “Misafirler geldi,” diye seslenmesiyle anne de kapıya geliyor ve misafirler içeri buyur ediliyor.
Misafir, onuncu parmağındaki hüneri dekor tasarımcılığı olan Yiğit Sertdemir’in sahne düzeninde oynanıyor. Misafirlerin bir kısmı salondaki çepeçevre sıralara otururken, bir kısmı da salonun ortasına ortası boş bir kare şeklinde kurulmuş, beyaz örtülü sofraya oturuyorlar. Oyun ilerledikçe beyaz örtü sıyrılıyor, altından içi ışıklı metal iskeletten oluşan oturma, yürüme, koşma alanı işlevini gören dekor çıkıyor.
Yazar Ömer Kaçar, Lalo’ya kapılarına yanaşmış bir aç köpek gözüyle bakan ailenin/toplumun kendisinin de köpekleşeceği yaklaşımını oyunun diyaloglarını yer yer havlamalar, hırlamalar, ulumalarla somutlaştırarak yorumluyor. Nefrin Tokyay da o havlayıp hırlamalara seyircileri de katan rejisinde alabildiğine tempolu, neredeyse bir “rap” şarkısı kadar dinamik hareket düzenini gerçekleştiriyor.
Toplumun çoğunluğunu simgeleyen ailenin bireylerinden babayı oynayan Mert Asutay, anneyi canlandıran Sinem Öcalır ve çocuk rolünde Meriç Rakalar, izleyiciyle çok yakın planda oynamanın risklerini başarıyla ortadan kaldıran bir ekip oyunculuğu sergiliyorlar. Oyunun yapısındaki simgeselliği insanların gözüne sokan bir vurgulamadan kaçınarak, bütün şaşırtıcı, aykırı diyaloglara karşın çok sıradan, çok doğal bir aile ortamını yansıtırcasına oynuyorlar. Oyunun başarısı da yönetmen ve oyuncuların bu yaklaşımıyla gerçekleşiyor.