Bilinçaltının Labirentinde Zafere Koşmak
ALTAR- Yazan, Oynayan: Can Bora, Hareket tasarımı: Ufuk Şenel, Işık tasarımı: Ayşe Sedef Ayter, Dekor-Kostüm tasarımı: Meltem Çakmak, Ses tasarımı: Gökcan Sanlıman, Işık operatörü: Kenan Kılavun, Proje ekibi & Asistanlar: Melike Tekin, Hilmi Ahiska, Feyza Erkale, Mert Ali, Devrim Beytekin, Afiş fotoğrafı: Murat Dürüm.
Önceki yıllarda “Dantel” ve “Kam” gibi çalışmalarıyla tanıdığımız Can Bora, şimdi “Altar” adlı bir oyun/dans/mim yaratımı ile seyirci karşısına çıktı. Müthiş bir estetik kurgu içinde sunulan bu gösterinin anlamını kavramak ve tadına varabilmek için sıkı bir ev ödevi yapmak gerektiğini belirtmek istiyorum. Bunun için de proje kitapçığını iyi okumak şart, gösteri söze yer vermeyen, hareket ağırlıklı bir çalışma olduğu için sanatçının bilinçaltına yaptığı yolculuğu ancak projeyi okuyarak izleyebiliyor ve değerlendirebiliyoruz.
“Altar”, Türkiye’de LGBT bir birey ve özgün bir dansçı olmayı irdelerken kişiliğimizin nasıl oluştuğu noktasına odaklanıyor ve bu oluşumu aile içinde ve dışında yaşanılan ilişkilerle açıklamaya çalışıyor. İlişkiler çerçevesi içinde de görülmek, aynalamak, haset, utanç, var olmak ve hatırlamak gibi kavramları araştırıyor.
Can Bora’nın çıkış noktası Joseph Campbell’in, ülkemizde “Kahramanın Sonsuz Yolculuğu” adıyla yayınlanan 1949 tarihli “Bin Yüzlü Kahraman” yapıtı olmuş. Mitoloji ve insan psikolojisi arasındaki bağı inceleyen bu kitap, dünyanın bütün mitolojilerindeki arketip kahramanın yolculuğu üzerinde duruyor. Can Bora ile Ufuk Şenel’in çalışmasında da, ölüm döşeğindeki Rüzgâr adlı kişinin bilinç ile bilinçdışının, hayat ile ölümün arasındaki eşik bölgede yaptığı yolculuğu izliyoruz. Rüzgâr bu iz sürme sonucunda kaynak denilen kavramın “küsmeden önce olduğumuz kişi”, yani çocukluk olduğunu keşfediyor.
Bu noktada Joseph Campbell’in şu görüşü Can Bora’nın arayışına ve zaferle vardığı sonuca ışık tutuyor:
“Çünkü her çağdan kahramanlar bizden önce gitmiştir; labirent iyice bilinmektedir; bize kalan yalnızca kahramanın ipliğini izlemektir. Ve nerede bir nefret bulacağımızı düşünürsek orada bir tanrı bulacağız; nerede bir başkasını öldürmeyi düşünsek orada kendimizi öldüreceğiz; nerede dışa doğru yol almayı umsak orada kendi varlığımızın merkezine geleceğiz; nerede yalnız olduğumuzu sansak orada bütün dünyayla birlikte olacağız.”
Sanatçı, cinsel tercihi ya da sosyal konumu ne olursa olsun, herkesin benzer deneyimlerden geçtiği düşüncesinden hareketle bu konuya dair iki soru soruyor: Birincisi, kendi varoluş hikâyemizin hangi noktasında, olduğumuz kişi”yi unutup, onu reddetmeye ya da sorumluluğunu
almamaya başladık? İkincisi, bu tutsaklık halinden özgürleşmeyi arzu ediyorsak, ne yapabiliriz?
Yine Campbell’e dayanarak çağdaş bir kahraman olarak da nitelendirebilecek olan Rüzgâr’ın yolculuğu, dışarı değil, içeriye doğrudur. Ve bu yolculuğu tamamlama cesaretine erişebilen kişi, asla yolculuğa başladığı kişiyle aynı kişi değildir.
Can Bora da milimetrik bir tartımla düzenlenmiş gösterisinde izleyicilere büyüleyici bir görsellik sunarak başarıya ulaşıyor.
Ezop Sahne yapımı olan ve Derya Alabora ileDeniz Çakır’ın rol aldığı “Beyaz”, yıllar sonra bir araya gelen ve ölüm döşeğindeki annelerinin başında bekleyen iki kız kardeşin bir ömürlük hesaplaşmasını sahneye taşıyor. Oyun kocasıyla mutsuz evliliğini sürükleyen, hayallerini gerçekleştiremeyen kız kardeş ile hayatını kendi isteğine göre yaşayan, uzun zaman sonra eski kasabasına dönen ablasının, geçmişleriyle ve kendileriyle yüzleşmelerine odaklanıyor. Yıllar sonra annelerinin hastalığı nedeniyle tekrar bir araya gelen iki kız kardeş, geçmişin muhasebesini yaparken, ertelenmiş duygular da birer birer su yüzüne çıkıyor.
Fransız yazar Emmanuelle Marie’nin kaleme aldığı, Zeynep Utku’nun dilimize kazandırdığı “Beyaz”ın yönetmen koltuğunda Özen Yula oturuyor. Dekor tasarımını ve styling çalışmasını Tomris Kuzu’nun, ışık tasarımını Yakup Çartık’ın yaptığı oyunun müzikleri Çiğdem Erken’in, fotoğrafları ise Muhsin Akgün’ün imzasını taşıyor.