Batının Sorunu Batının Sonu
WESTEND-BATININ SONU, Yazan: Moritz Rinke, Çeviren: Hakan Saygun, Süpervizör: Hakan Savaş Mican, Yöneten: Tuğsal Moğul Sahne- Işık Tasarımı: Cem Yılmazer, Kostüm Tasarım: Eylül Gürcan, Koreograf: Deniz Atlı, Proje koordinatörü: Ezgi Ayvalı, Asistan: Çağan Timur, Oynayanlar: Mert Fırat, Tülin Özen, Gün Koper, Naz Çağla Irmak, Pervin Bağdat, Evren Bingöl.
DasDas Tiyatro’nun yeni oyunu Westend’i izlerken, ilginçtir ki hemen hemen aynı eksende kurgulanmış bir başka oyun aklıma geldi: “Çirkin”. Beş yıl arayla doğan, ünlü iki Alman yazar çağımızın gülünç zaaflarından birine parmak basmışlar: İnsanların toplumda ayakta kalabilme korkusuyla başvurdukları estetik ameliyatlar.
Oyunlardan biri estetik ameliyat olanların hikâyesini aktarırken, ikincisi estetik ameliyatı yapan doktorun hikâyesine yöneliyor. 1972 Münih doğumlu Marius von Mayenburg, 2012 yılında İstanbul Devlet Tiyatrosu’nun sahnelediği “Çirkin” adlı oyununda işinde tutunabilmek için estetik ameliyat olan çirkin bir adamı ve ameliyat sonrası çevresindeki süksesini anlatır. Ne var ki, madalyonun bir yüzü daha vardır. Onun bu güzellikle elde ettiklerini kıskanan bütün erkekler, aynı doktora, aynı operasyonu yaptırır. Bu da oyun kahramanının felaketi olur. Toplumdaki herkes aynı suratı taşıyınca, kendisinin bütün o sıra dışı özelliği kaybolur ve sıradan biri durumuna gelir. Tıpkı son yıllarda ülkemizde de sokakta, işyerinde, televizyon programlarında boy gösteren kadın kalabalığının şiş dudakları, yapay göğüsleri, botokslu yanaklarıyla bir örnek hilkat garibeleri olmaları gibi. Üstelik bu sapkınlık erkeklere de bulaştı.
Westend’i yazan ve günümüz dünyasını “Fırtına bulutları tam tepemizde,” diye tanımlayan 1967 Worpswede doğumlu Moritz Rinke ise konuya çok daha farklı, çok daha evrensel bir yönden yaklaşıyor ve bu yüzyılın tüm bireysel trajedilerinin komedisini sarsıcı bir dille ortaya koyuyor. Batıdaki doktor kendi çıkarı için insanların kişisel dramından yararlanma yolunu seçerken, aynı mesleği seçmiş olan Michael sınır tanımayan bir doktor olarak Afganistan’daki ve Libya’daki insan dramının yanına koşuyor. Bu oyunda doktorlardan birinin estetiysen olması, sahte suratları, sahte kişilikleri, sahte ilişkileriyle aldatmaca düzeni simgeliyor. İki farklı oyun, iki olumlu yapım.
Oyun ve Yorumu
Westend gözlemlerime salondan başlamak istiyorum. Her şeyin büyük, büyük, büyük ölçekli olduğu Ataşehir’in büyük, büyük, büyük Metropol binasındaki DasDas Tiyatro’nun yüksek tavanlı, büyük, yeni salonunda açık alanda oyun mekânı gerçekleştirince, dekor da ister istemez (belki gereğinden de fazla) yayılıyor. Öyle olunca haliyle mizansenin de yayılması gerekiyor. Üstelik salonun bir de işitme sorunu var. O yüzden de oyunlar genellikle mikrofonla oynanıyor. Mikrofon ya da hoparlör düzeninde aksaklık oldu mu vay seyircinin haline. M.S. 2.yüzyılda Aspendos tiyatrosunu yapan mimarı ve onun akustik dehasını gel de arama.
Westend’in dekoru alabildiğine yalın, beyaz bir platform ve dört köşesindeki kulis-sahne diyebileceğim ufak bölümlerden oluşuyor. Evin duvarlarını temsil eden iki de beyaz pano var. Farklı sahneler farklı bitki aksesuarlarıyla vurgulanırken, ailenin sosyal statüsü, oyun metnine de gönderme yapan tablolar ve gereksiz gösterişin simgesi kristal avizeyle belirleniyor. Evin boşluğu bir bakımaburjuva yaşamındaki boşluğu da yansıtıyor,
Gelelim oyuna. DasDas kurulduğu günden bu yana hep tutarlı bir dünya görüşü çizgisinde oyunlar seçiyor, aynı tutarlı repertuarı sürdürme başarısını gerçekleştiriyor. Westend de o çizginin üzerinde yer alan çağdaş Alman tiyatrosunun önemli örneklerinden biri. Ama yalnızca Alman toplumunu ilgilendiren bir konuyu irdelemiyor. Dünyanın her yerinde geçerli güncel sorunlara parmak basması açısından evrensel önem taşıyor.
Oyunda karşımıza ilk çıkan bir karı koca oluyor. Eduard ünlü bir kozmetik cerrahı, Charlotte bir şarkıcı. Charlotte’un çok istemesine rağmen çocukları olmamış. Yeni aldıkları villa bomboş, bahçe fazlasıyla büyük, yakındaki göl fazlasıyla ıssız. Bu ortamda karı kocanın planları aşırılıklara yöneliyor: Ladin ağacından bir kameriye yaptırmayı düşünüyorlar. Akılları fikirleri ve konuştukları konular Charlotte’un şarkıcılığa devam edip etmemesi, düzene karşı bir tür isyanı, Eduard’ın yapacağı yeni burun ameliyatları. Karı kocanın sözde mutlu yaşamı, Eduard’ın liseden arkadaşı, Charlotte’un ise eski erkek arkadaşı olan Michael’ın gelmesiyle alt üst oluyor. Eduard’la Charlotte lüks evlerini dayayıp döşerken, Michael da Afganistan’da savaşta yaralanan çocuklarla ve kurbanlarla ilgili çalışmalarını tamamlayıp yurda dönmüş.
Gecenin diğer konukları ise dünyadaki bu karmaşalara gözlerini ve kulaklarını kapamayı seçen komşu bir karı koca ve oyuna göçmen sorununu da ekleyen bir genç kız. Aslında sahnedekilerin hiçbiri birbirini dinlemiyor, herkesin aklı kendisinin bir sonra ne söyleyeceğinde.
Bu ev toplantısı, kendi düzenlerinde mutlu olan bir çiftin, evlerine gelen iki ziyaretçi yüzünden huzurlarının bozulmasını irdeleyen, Goethe’nin ünlü yapıtı “Seçilmiş Yakınlıklar”a gönderme yapıyor.
Eduard ve Michael tıp fakültesini bitirmiş, doktor olmuş iki kişi, ama farklı yolları seçmişler, ikisi de başka yönlere savrulmuş. Aynı meslek, aynı diploma, ama iki ayrı dünya. Eduard Batılı zenginlerin yaşlanmak, beğenilmemek korkularını neşteriyle ortadan kaldırırken, Michael bir insani yardım örgütünde çalışıyor. Onun anlattıkları, kameriyelerle, burun ameliyatlarıyla, konserlerle ilgili değil. O Afganistan’daki Batılı zulmünü, mayın kurbanlarını, ölümcül çarpışmaları, anlamsız, nedensiz, amaçsız ölümleri anlatıyor.
İşte bu birbirini dinlemeye bile yanaşmayan altı kişi aynı gece aynı çatının altında bir araya geliyorlar ve saatler ilerledikçe Pandora’nın kutusu açılmaya başlıyor. Konuşulmaya cesaret edilemeyen konular, sınırlarda dolaşan konuklar, o süreçte beklenmeyen dönüşümleriyle karşımıza çıkıyorlar. Belki ailelerin, kişilerin özel çözümsüzlüklerini çözmenin yolu, o sorunlara bireysel olarak yaklaşmak değildir de, içinde yaşanılan toplum düzenini, o siyasal ve sosyo-ekonomik rejimi kökten değiştirmektir. Bunu göze alabilmektir. Michael’ın parçaladığı masa örneğindeki gibi kurulu düzeni parçalamaktır çözüm yolu. Moritz Rinke’nin ironik diliyle, nüanslarla hissettirdiği bu yaklaşımın gerçekleşmesi belki herkesin kurtuluşu olur.
Moritz Rinke’nin kara mizahla örülmüş bu önemli oyunu Hakan Saygun’un çevirisiyle başarılı bir Türkçe metin haline gelmiş. Cem Yılmazer’in sahne ve ışık tasarımı da oyunun oturduğu yalınlık temelini vurgulayan, buna bir de görsel estetik katan usta işi bir çalışma. Yönetmen Tuğsal Moğul da o yalınlığı oyun düzenine yansıtıyor. Oyundaki karmaşa anları bile duru bir biçemde sunuluyor.
Mert Fırat, Tülin Özen, Gün Koper, Naz Çağla Irmak, Pervin Bağdat ve Evren Bingöl’den oluşan oyuncular ekibi aynı yalın ve mesafeli oyunculuk tarzını seçmiş. Sadece Mert Fırat’ın canlandırdığı Eduard ile Gün Koper’in oynadığı Michael’ın ciddi çatışma sahnesinde yalın tavrın bozulması, oyunun doruk noktasını başarıyla vurguluyor. İki karakter yalnızca birbirleriyle değil, kendi kendileriyle de yüzleşiyorlar orada. Tülin Özen gerçekçi ve özenli bir Charlotte karakteri çiziyor. Pervin Bağdat ve Evren Bingöl başarılı birer kontrpuan. Naz Çağla Irmak önü açık görünen genç bir yetenek olarak göz dolduruyor.
Westend bu yılın kaçırılmaması gereken yapımlarından biri.
Bizim Tiyatro’da bir Roland Topor oyunu:
Masanın Altında
Çevirmenlik yaparak geçimini sağlayan Florence, ek gelir elde etmek için yaşadığı evdeki çalışma masasının altını ayakkabı tamirciliği yapan bir göçmene kiralar. Zaman geçtikçe bir “kiracının kiracısı” olan Dragomir ile Florence arasındaki bağ güçlenmeye ve Florence’ın hayatı değişmeye başlar. Kara mizah türündeki oyun, sınıf farklılıklarına getirdiği eleştirinin yanı sıra göçmenlik kavramına da alışılmadık bir perspektiften bakıyor ve giderek yalnızlaşan bireyin sıkışmışlığını kadın-erkek ekseninde anlatıyor.
Yazan: Roland Topor, Çeviren: Esen Özman, Yöneten: Derya Artemel, Dramaturg ve Işık tasarımı: Ayşe Arter, Müzik: Alper Meral, Dekor-kostüm tasarımı: Makbule Mercan, Yönetmen yardımcıları: Mustafa Ergüven, Sedat Yerlikaya, Beyza Nur Bilici, Afiş tasarımı:Tuna Üner, Fotoğraf:Emre Mollaoğlu, Oynayanlar: Derya Artemel, Memetcan Diper, Mustafa Ergüven, Nurkan Törün, Ercüment Acar.
*****
Livaneli Müzikali “Böyledir Bizim Sevdamız”
Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Zülfü Livaneli’nin şarkılarından yola çıkarak hazırladığı “Böyledir Bizim Sevdamız” adlı müzikal seyirlik dünya prömiyerini yaptı.
Eskişehir Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmenliği görevini de sürdüren Ali Eyidoğan’ın yönettiği oyun, ülkemizi derinden etkileyen toplumsal olayları ve yakın Türkiye tarihini konu ediyor. Şehir Tiyatroları ve Aytuğ Ülgen'in şefliğini üstlendiği Senfoni Orkestrası’nın ortaklaşa gerçekleştirdiği “Böyledir Bizim Sevdamız” adlı müzikalin koreografisi Deniz Alp'e ait. Oyunun kostüm tasarımını Tülay Kale, ışık tasarımını Soner Erdoğmuş, dekor tasarımını ise Ahmet Ertap gerçekleştirdi.
“Böyledir Bizim Sevdamız” adlı müzikal tiyatro severleri yakın geçmişte bir yolculuğa çıkarıyor, hüzün ve coşkuyu bir arada aktarıyor. Şehir tiyatrolarının başarılı sanatçılarından Devrim Özder Akın, Elif Melda Yılmaz, Zafer Ergül, Sinan Demirer, Gamze Demirer, Özlem Akdoğan, Berkay Akın ve Hakkı Kuş'un rol aldığı müzikal, değerli sanatçı Zülfü Livaneli'nin birbirinden güzel şarkıları eşliğinde izleyici ile buluşacak ve sezon boyunca Şehir Tiyatroları sahnelerinde perdelerini açmaya devam edecek.