Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Seçkin Selvi | “Taşın fazlasını atıyorum, geriye heykel kalıyor”

“Taşın fazlasını atıyorum, geriye heykel kalıyor”

24 Kasım 2012 - 07:11 | Solda, Ece Dizdar ve Pınar Töre; sağda, Ece Dizdar ve Tan Temel, Dot-Salon İKSV yapımı "İki Kişilik Bir Oyun"da.
Bu hafta, Dot-Salon İKSV işbirliğiyle gerçekleştirilen "İki Kişilik Bir Oyun" ve Tiyatro Formül'ün sahnelediği, Arthur Miller'ın hayatından yola çıkarak yazılan Gerhard Borris oyunu "Yükselişten Sonra"yi inceliyoruz...İki Kişilik Bir Oyun - Konsept, Sahne Tasarımı ve Yöneten: Bülent Erkmen, Yazan: Aslı Mertan/ Bülent Erkmen, Sahne Projelendirme: Yeşim Bakırküre, Işık Tasarım: Kemal Yiğitcar, Oynayanlar: Ece Dizdar/ Pınar Töre/ Tan Temel/ Serkan Salihoğlu.

Başlıktaki cümle, Michelangelo’nun “Her taş kütlesinin içinde bir heykel vardır, heykeltıraşın işi onu keşfetmektir” sözünden hareketle Auguste Rodin’in söylediği bir söz. “İki Kişilik Bir Oyun”u izlerken, bu söz kafamda döndü durdu. Aslı Mertan ve Bülent Erkmen’in tek kelimelik cümlelerden oluşturdukları oyun, gerçekten de konuşmalardaki fazlalığın atılıp geriye “essential”ların bırakılmasıyla ortaya çıkmış ve taşın içindeki heykeli biçimlendirmiş.

Evet, konuşmalarda aslında iletmek istediğimiz tek sözcüktür. Kimimiz güzel konuşma merakından, kimimiz utangaçlıktan, kimimiz beceriksizlikten, kimimiz de hinoğluhinlikten söylemek istediğimiz o “asıl” sözcüğün başına sonuna evelemeler, gevelemeler getiririz.
Mertan-Erkmen ikilisi, o tek sözcüklerle süreci olan bir ilişkinin ayrıntılarını aktarmak ustalığını gösteriyorlar. Bir beraberliğin nasıl başladığını, nasıl yorulduğunu, nasıl tükendiğini ve iki kişinin nasıl bir döngüye kıstırıldıklarını sayfalar dolusu okumuşçasına algılayabiliyoruz. Üstelik cinsiyetsiz bir ilişki söz konusu olan. İki kadın ya da iki erkeğin arkadaşlığı olabileceği gibi, bir kadınla erkeğin arkadaşlığı da, aşkı da olabilir. Aşk iki kadın ve iki erkek için de geçerli kuşkusuz. Oyunun bu “cinsiyetsizliği” onu evrensel boyuta taşıyor. Deneysel tiyatroya bu katkıları için Bülent Erkmen’i ve Aslı Mertan'ı kutluyorum.

İki Kişilik Altı Oyun

Oyun iki kişilik, ama proje dört kişilik ve o dört kişi oyunu farklı eşleşmelerle canlandırdıkları için sonuçta altı farklı oyun izlenmiş oluyor. Ben oyunu ilk gece izlemek şansını yakaladım; çünkü o gece özel bir düzenlemeyle iki versiyon birden oynandı. Ben de hem Ece Dizdar-Pınar Töre hem de Ece Dizdar-Tan Temel ikilisini seyredebildim.

Böylece aynı metnin on beş dakika arayla iki farklı yorumunu görmek ve oyunun aslında altı oyun olduğunu anlamak fırsatını buldum. Sözcükler hiç değişmiyor, onları kendisinin ve kendilerinin içine kıstıran metal doku da hiç değişmiyor. Aynı dekorda, aynı ışıkta, aynı sözler farklı etki, farklı izlenimler yaratarak sunuluyor.

Dizdar-Töre ilişkisinde, Dizdar daha egemen konumdayken, Töre’nin çıkışları sertlikten çok sitemkâr bir yapıda. Oysa Dizdar-Temel ikilisinde egemen olan, hesap soran bir tavır takınan, bunu tonlamalarına bindiren Tan Temel oluyor. Ece Dizdar ise –belki de ilişkiyi koparamamak nedeniyle- daha bir alttan alır tavırda. Kısacası iki farklı yorumda, aynı oyuncular tarafından canlandırıldıkları halde karakterlerin kişilikleri de farklı oluyor.

Çok ince bir dengeyi gerektiren bu proje yorumu, oyuncuların beden dilleriyle, ses tonlarıyla, ille de bakışlarıyla o kusursuz dengeyi başarıyla yakalıyor. Değişik eşleşmelerin tümünü izlemenizi öneririm.

DOT-Salon İKSV işbirliğiyle gerçekleştirilen "İki Kişilik Bir Oyun", 26 Kasım-4 Şubat arasında her Pazartesi saat 21.00’de seyirci karşısında olacak.

(Salon İKSV – 212. 334 07 00)

Arthur Miller Bu Oyunu Gördü mü?


Kubilay Erdelikara, Özcan Alpar, Alev Aykent ve Ali Erdoğan, Tiyatro Formül'ün sahneye koyduğu "Yükselişten Sonra" oyununda.


Yükselişten Sonra – Yazan: Gerhard Borris, Çeviren: Özdemir Nutku, Yöneten: Sedat Küçükay, Dekor: Merve Özek, Kostüm: Nilay Gökay, Teknik ekip: Cezgiz Dokuzcan/ Seçkin Seçkin/ Deniz Bağkıran/ Yasin Konuksever, Oynayanlar: Özcan Alpar/ Alev Aykent/ Sedat Küçükay/ Kubilay Erdelikara/ Ali Erdoğan/ Erdoğan Bayrakoğlu/ Selma Yaymacı/ Ümit Aksoylu/ Ezgi Erdilek/ Şahika Topçu/ Evrim Yaman.

Tiyatro Formül, yeni oyunu “Yükselişten Sonra” ile perdesini açtı. Dönüşümlü olarak Caddebostan Kültür Merkezi ve Türkan Saylan Kültür Merkezi’nde seyirciyle buluşan oyundan söz etmeden önce, oyunla yakından ilgili bir tarihçeye değinmek istiyorum.

Amerika Karşıtı Faaliyetler Komitesi ve McCarthycilik

2.Dünya Savaşı bitip de, ABD’nin, savaşta müttefiki olan Rusya’ya “öküz öldü, ortaklık bitti” yaklaşımıyla başlattığı Soğuk Savaş döneminde, ABD Temsilciler Meclisi, Amerika Karşıtı Faaliyetler Komitesi (ya da kendileri gibi düşünmeyenleri Amerikalılıktan bile dışlayan özgün adıyla Amerika’nın İdeallerine ve İlkelerine Aykırı Faaliyetler Komitesi) adında bir soruşturma komitesi kurdu. 1947-1975 arasında varlığını sürdüren bu komite, sözde anti-Komünist bir tutumla Amerika’da hükümet karşıtı ya da sol sempatizanı olan herkese karşı bir “Cadı Avı” başlattı. Hollywood sanatçıları da bu avın en büyük hedefleri haline geldi. Yüzlerce kişi sorguya çağırıldı. Korkup arkadaşlarının adını verenler de oldu, “Hollywood Onları” diye anılan sanatçılar soruşturmayı reddettiler. Adı Elia Kazan tarafından Komite’ye verilen Arthur Miller ve daha pek çok sanatçı, komitenin karşısına çıktı, kendilerinden istenilen isimleri vermediler. Buna karşılık çoğu yıllarca iş bulamaz duruma düştü.

Öte yandan Hollywood’un tutucu sanatçıları, komünist ve faşist sızmaları önleyerek film endüstrisini ve ülkeyi korumak iddiasıyla “Amerikan İdeallerinin Korunması İçin Sinema İttifakı” adında bir örgüt kurdular. Bu örgütte Charles Coburn, Gary Cooper, Cecil B. DeMille, Walt Disney, Irene Dunne, Victor Fleming, Clark Gable, Adolphe Menjou, Ayn Rand, Ronald Reagan, Ginger Rogers, Robert Taylor, Barbara Stanwyck, King Vidor, John Wayne gibi sanatçıların yer aldığını söylersek, baskının ne kadar büyük olduğu kolayca anlaşılır. Komite sorgulamalarına başlayınca bu örgüt pek çok “yandaş tanık” sağladı.

Bu komiteyle doğrudan bağlantısı olmamakla birlikte, tutumu açısından bu komitenin “McCarthyci” diye nitelendirilmesine yol açan ise, Joseph McCarthy adında bir Cumhuriyetçi senatör oldu. McCarthy, 1946’da senatoya seçildiyse de, ilk üç yılında adını duyuracak bir varlık gösteremedi. Ama 1950’de “elinde Dışişleri bakanlığı’nda görevli Komünist Parti üyelerinin ve casusların listesi” olduğunu haykırarak bir anda nam saldı. McCarthy, bu iddialarını hiçbir zaman kanıtlayamadı ve sonunda Senato tarafından kınama cezası aldı. Ama giderek genelleştirilen McCarthycilik terimi, o zamandan beri bütün dünyada utanç veren Silivri davaları gibi dayanaksız suçlamalarla açılan davaları ve siyasal rakiplerin karakterleri ya da yurtseverlikleri hakkındaki demagojik sakldırıları tanımlamak için kullanılıyor.

Oyun ve Oynanış

“Yükselişten Sonra” oyununun yazarı Gerhard Borris, Bulgar bir babayla Fransız kökenli Alman bir annenin çocuğu. Oyun, adından da açıkça anlaşıldığı gibi, Arthur Miller’ın “Düşüşten Sonra” yapıtının bir tür eğretilemesi. Sorgulandıktan sonra komitenin çalışmalarını “Cadı Kazanı” oyunuyla eleştirmiş olan Arthur Miller’ın hikâyesi anlatılıyor. 1956’da Marylin Monroe ile evlenmesi, soruşturma sırasında iptal edilmiş pasaportunu yenilemek isteyince yeniden Komite’ye çağırılması, Marylin Monroe’nun oynadığı “Uygunsuzlar” filminin başarısızlığı, boşanmaları, Marylin’in ölümü ve Miller’ın evliliklerini anlattığı “Düşüşten Sonra" filmi, Miller-Monroe çiftinin adı anılmadan, başka adlarla Borris’in oyununa yerleştirilmiş. Dahası, olaylar sanki Gerhard Borris’in Arthur Miller’la kan davası varmış izlenimini uyandıracak kadar olumsuz bir yaklaşımla aktarılmış. Neredeyse Arthur Miller suçlanmış. Neyse ki, yazar, medya ile iş dünyası arasındaki çıkar ilişkilerini de sergileyerek, olumlu bir nokta koymuş oyununa.

Ancak, kendisi de bir tür “Cadı Avı” niteliğindeki oyun, genelde çeşitli olaylarla taşıdığı paralellikler nedeniyle Tiyatro Formül’ün çok isabetli bir seçimi olmuş. Özdemir Nutku’nun akıcı çevirisini, Sedat Küçükay başarıyla yorumlayarak sahneye aktarıyor. Dekoru tasarlayan Merve Özek, sahne-ekran senkronizasyonunu iyi çözümleyerek, Küçükay’ın yorumunun başarısına katkıda bulunuyor. Nilay Gökay’ın imzasını taşıyan kostümler de, dönemin atmosferine ve şıklığına uygun. Burada teknik ekibi de ayrıca kutlamak gerek; çünkü oyun sahne ve ekranda dönüşümlü olarak oynandığı için, o tekniği aksatmadan gerçekleştirmek büyük ustalık istiyor.

Oscar Fisher’ı (A.Miller) canlandıran Özcan Alpar, tereddütleriyle, kuşkularıyla, tutkularıyla çok inandırıcı bir karakter çiziyor. Onu sıkıştıran, amansız televizyon sunucusu Dave Siegel’da Sedat Küçükay, deneyimini sahnede somutlaştırıyor. İki iyi sesi ve şimdilerde sıklıkla karşılaşamadığımız iki iyi artikülasyonu, karşılıklı konuşurken dinlemek çok hoş. Alev Aykent, Mary Ann Parker’da (M.Monroe) deneyimli oyunculuğu ve fiziğiyle rolünün hakkını veriyor. Bir diğer deneyimli oyuncu Ümit Aksoylu, John O’Connor’ı başarıyla canlandırıyor. Cecil Dryer’da Kubilay Erdelikara, art niyetli, art hesaplı menajere hakkını veriyor. Ali Erdoğan ve Erdoğan Bayrakoğlu’nun, canlandırdıkları kişileri çizerken biraz daha ayrıntılı çalışmaları gerekirmiş diye düşünüyorum. Politik yanı bu kadar ağır basan bir oyunda, bütün karakterler son derece önemli. Selma Yaymacı, Ezgi Erdilek,Şahika Topçu ve Evrim Yaman ise oyunu aksatmamakla birlikte ses sorununu çözümlerlerse daha başarılı olacaklar.

(Tiyatro Formül - 0532 266 59 00)