Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Seçkin Selvi | “Politikacılar da tiyatrodan korkar”

“Politikacılar da tiyatrodan korkar”

01 Ocak 2015 - 06:01 | Gamze Yapar Şendil ve Cengiz Baykal
Zamana zemine uygun bir oyun: "Geçtim Ama Tiyatrodan"
 
GEÇTİM AMA TİYATRODAN- Yazan: Yeton Neziray, Çeviren: Senem Cevher, Yöneten: Ali Atilla Şendil, Dekor-Kostüm Tasarımı: Suzan Erbilgin, Işık Tasarımı: Önder Arık, Müzik: Cenap Oğuz, Oynayanlar: Şahin Çelik/ Cengiz Baykal/ Gamze Yapar Şendil/ Selçuk Kıpçak/ Ozan Dağara, Müzisyenler: Cenap Oğuz/ Serdar Donduran/ Ari Aris/ (dönüşümlü olarak) Hakan Ateş-Kübra Çadırcıoğlu ve  Ergun Mustafa Perin-Aycan Bilginer. 
 
İstanbul Devlet Tiyatroları’nın bu dönem repertuarında Kosova’dan bir konuk var: Ünü ülkesinin sınırları dışına yayılmış oyun yazarı Yeton Neziray ve oyunu “Geçtim Ama Tiyatrodan”. Oyunun yazılış nedenini, yorumunu ve yaklaşımını yansıtmak için, yazarın “Politikacılar da tiyatrodan korkar” başlıklı yazısını aynen aktarıyorum.
 
Politikacılar da tiyatrodan korkar
 
“Oyunum İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda sahneleneceği için çok heyecanlı ve gururluyum. Sanırım bir oyun yazarının en büyük hayalidir oyunlarının başka tiyatrolarda sahnelenmesi, başka seyircilere ve başka kültürlere ulaşması. Elbette bu benim de hayalim. Özellikle de bu oyunumun Türkiye’de sahnelenmesi benim için ‘hayalin gerçeğe dönüşmesi’. Öte yandan Türkler, bu konuya  neden ilgi duydu diye de merak etmiyor değilim. Görülüyor ki, Türk toplumu diğer kültürleri ve toplumları öğrenmek ve onlarla iletişim içinde olmak istiyor.
 
Bu oyun, Kosova Devlet Tiyatrosu’nda sanat yönetmenliği yaptığım sıradaki kişisel tecrübelerime dayanıyor.  Oyunda seyredeceğiniz; Kosova’nın bağımsızlığına dair birçok olay, ‘gerçek’ olaylara dayanmaktadır. Elbette, bu ‘büyük ulusal olay’ ile ilgili, komedi bir oyun yazmak kolay değildi, ama Kosova’da yaşayan herkes bunu doğru bir şekilde anladı. Priştine’de Aralık 2012’de oyun provaları sırasında Kosova Hükümeti sansürle oyuna müdahale etmek istedi. Ancak, Kosova’daki yabancı büyükelçiler müdahale edince bu gerçekleşmedi. Oyun, içinde birçok ironi ve paradoks taşımasına rağmen, Kosova seyircisi için bir ‘komedi’ olduğunu söyleyebiliriz.    
 
Bu oyun tiyatronun hâlâ gücü olduğunu gösterir. Politikacıların, sanatı ve sanatçıları nasıl idare ettiğini anlatır oyun ve Priştine’de yapılan sahnelemeye dayanarak şunu söyleyebilirim ki, aslında, ‘Politikacılar da Tiyatrodan Korkar!’ 
 
 
Usta işi ironinin örneği bir oyun
 
Oyunun konusu bağımsızlığını ilan etmeyen hazırlanan Kosova’da, işgüzar bir memurun bir tiyatro topluluğundan bu olayla ilgili bir oyun yazılması isteğini ve bu isteği izleyen gelişmeleri anlatıyor. 
 
Spor Bakanlığı’nda sekreter olan bir fırsatçı, bağımsızlık ilanının kendi bakanlığıyla doğrudan ilintisi olmadığı halde durumdan vazife çıkarıyor. Tanıdığı tiyatroculara gidip bağımsızlık konusunda bir oyun hazırlamalarını ve oyunun içine de mutlaka “Yılan” lakaplı başbakanın bağımsızlık ilanı nutkunu yerleştirmelerini istiyor. Ancak ortada henüz böyle bir nutuk olmadığı gibi,  bağımsızlığın ne zaman ilan edileceği de belli değil. Hatta belki yarın, belki yarından da yakın.
 
Oyunun yönetmenini de oyuncuları da doğal olarak bir telaş alıyor. Nasıl bir oyun olmalı, nasıl oynanmalı konusunda tartışmalar, farklı görüşler başlıyor. Pilot olmak isteyen sahne teknisyeninin de işin içine girmesiyle oyunun güldürü dozu ve karmaşası artıyor.
 
Bu arada sekreter de ikide bir gelip doğmamış çocuğa don biçercesine, yazılmamış oyunda nelerden söz edilmesi, nelerin ağza alınmaması konusunda bir ön sansür ve baskı uyguluyor. Yalakalıkta ondan geri kalmayan oyunculardan biri de, ne olur ne olmaz niyetine adama “Sayın Bakanım” diye hitap etmeye başlıyor. Üstüyle telefonda konuşurken ayağa kalkıp önünü ilikleyen aymaz memurları ne de güzel çağrıştırıyor bu. 
 
Yeton Neziray, ustalara özgü bir serinkanlılıkla, oyunda abartıdan özenle kaçınmış. Bütün bu olayların çok doğalmış gibi gelişmesi ve çok doğalmış gibi kabullenilmesi, baskıcı rejimlerin zorbalığına alışmış halkların bir türlü silkinip başkaldırmayı beceremeyen çaresizliğini ve kolaycılığını gözler önüne seriyor. 
 
 
Oyunun yorumu
 
Senem Cevher’in akıcı çevirisiyle Türkçeye kazandırılan oyun canlı müzik eşliğinde oynanıyor. Yönetmen Ali Atilla Şendil de yazarın abartıdan uzak yaklaşımını oyun düzeninde başarıyla gerçekleştiriyor. Oyuncuların abartılı sahneleri, kimi yerde yalakalığı, kimi yerde yozlaşmış alışkanlıkları, kimi yerde de çaresizliği yansıttığı için “abartıdan uzak” yoruma halel getirmiyor. Dekor, henüz dekoru hazırlanmamış, provaların sürdüğü boş bir sahneyi yansıtıyor. Oyuncular da birkaç aksesuar dışında günlük giysileriyle prova yapıyorlar. Suzan Erbilgin, dekor ve kostüm tasarımındaki bu akılcı uygulamasıyla doğal atmosferi yakalıyor. Önder Arık’ın ışık tasarımı da bu atmosferin pekiştirilmesine yardımcı oluyor. Cenap Oğuz’un müzikleri oyuna can katıyor. Şahin Çelik, yozlaşmış düzenin köşeye kıstırılmış sanatçısı olarak, bu iş için devletin ayırdığı paranın yarısını cebellezi etmek niyetinden vazgeçmeden oyunu hazırlamaya çalışan yönetmeni başarıyla canlandırıyor. Erkek oyuncuda Cengiz Baykal, kadın oyuncuda Gamze Yapar Şendil, sahne teknisyeninde Ozan Dağara inandırıcı karakterler çiziyorlar. Oyunun en başarılı oyuncusu ise Spor Bakanlığı sekreterini oynayan Selçuk Kıpçak.
 
Devlet Tiyatrosu, zamana ve zemine çok uygun düşen bu oyunla olumlu ve bilinçli bir seçim yapmış. Oyunun çevirmeni Senem Cevher’in dediği gibi: “Yazar, bütün oyunlarında gülümsetiyor, acıtıyor, ağlatıyor ve düşündürüyor. Ama şu cümleyi hep söyletiyor: Ne kadar benziyor bize!” 
 
 

Yeni Tiyatro’dan Yeni Oyun

Bir İdam Mahkûmunun Son Günü 

 
 
Yeni Tiyatro geçen sezon sahnelediği “Krapp’ın Son Bandı” adlı yapıttan sonra yeni çalışması olan “Bir İdam Mahkûmunun Son Günü” ile seyirci karşısında. Victor Hugo’nun romanından Gizem Yerlikaya’nın uyarladığı tek kişilik oyunun yönetmeni ve oyuncusu Batuhan Pamukçu.
 
“Sizin de son gününüz olsaydı ne hissederdiniz?
Son gününüzü yaşadığınızı bilmek ister miydiniz? Peki boynunuza inen keskin bir bıçakla sonlansaydı yaşamınız…
 
Kahramanımız zamanının uçuculuğunda kaybolmamaya çalışıyor.
Oyunumuz bir idam mahkûmunun son gününü anlatıyor. Hayat, suç, ölüm, masumiyet ve geride bırakılanlar… Tek bir gerçekle savaşıyor:”Mezarların kapakları içeriden açılmaz.” 
 
Bir İdam Mahkûmunun Son Günü, dünya edebiyatının ölümsüzlerinden Victor Hugo'nun yirmi altı yaşında yazdığı bir gençlik yapıtıdır. Victor Hugo'nun içerik olarak bu romandaki amacı çok yalın, çok açık: İdam cezasının hem trajik, hem de saçma yanını göstermek. Roman kahramanının da dediği gibi, bu yapıt bir tür zihinsel otopsidir. 
 
14 Ocak 20:30'da Kumbaracı 50'de.
 

Yolcu Tiyatro’dan Yeni Oyun

“Karanlığın Ötesinden Gelen Sesler”

 
 
"Sonra günün birinde bakarsınız ki, bu çılgınlık kendi sınırlarını aşıp sizin mahallenize girivermiş."
 
Yolcu Tiyatro bu defa Ariel Dorfman’ın Başka Bir Dünya İçin Manifesto: “Karanlığın Ötesinden Gelen Sesler” adlı oyununu yeniden kurgulayarak seyircisinin karşısına çıkıyor. “Karanlığın Ötesinden Gelen Sesler” oyununda tecrit, kadın cinayetleri, tecavüz, işkence, din sömürüsü, çocuk işçiler, anadil ve çevre eylemleri gibi konularda, dünyanın farklı ülkelerinde ve Türkiye’de baskılara, insan hakları ihlallerine uğrayanların gerçek hikâyeleri anlatılıyor.  
 
Ariel Dorfman’ın yazdığı, Ersin Umut Güler’in yönettiği, Sanem Öğe’nin çevirdiği oyunda Cenk Dost Verdi, Simge Geren, Ulaş Bayır oynuyor. Müziklerini Ulaş Bayır’ın, Işık Tasarımını Alev Topal’ın, Ses Tasarımı ve Müzik Prodüksiyonu’nu Tufan Dağtekin’in yaptığı oyunun fotoğraflarının altında Orhan Cem Çetin - Kalimba imzası var.
 
“Karanlığın Ötesinden Gelen Sesler “ oyunu Kadıköy’ün yeni tiyatro mekânı olan Küçük Salon’da izlenebilir. 
 
Gişe : 0 (216) 336 50 02 / 0 (534) 338 79 85 (14:00-20:30 arası)
http://www.biletix.com/etkinlik/RTETI/TURKIYE/tr
 

Uyanış

 
 
İstanbul'da kurulan yeni tiyatro Oyun Bandı ilk yapımı "Uyanış"la perde açtı. 
 
"Uyanış", bir şizofrenin gözünden; geçmiş, bellek, kadın erkek sorunları, aile çatışması, kaza, yazgı, bilinçaltı ve estetik gibi kavramlara değiniyor. İnsan psikolojisine ait önemli ayrıntıların dikkat çektiği oyunda bir tür "masumiyet arayışı" da su yüzüne çıkıyor.
 
Ayla, genç bir kızdır. Hayatının ilk yarısını umutsuzlukla dolu, kendini suçlayarak ve yaşamdan kopuk olarak yaşamıştır. On dört yaşında, Adalar vapurundan denize düşmüş, onu kurtaran babası hayatını kaybetmiştir. Bu kazanın getirdiği acıyı yaşamının diğer yarısında da taşımış ve geçirdiği ağır travmanın etkisinden kurtulamamıştır.
 
Yakup Almelek'in yazdığı, 2010 yılında Amerikalı tiyatro yönetmeni Annie Ward'un rejisiyle  Broadway’in “Theatre Three" tiyatrosunda da sergilenmiş olan "Uyanış"ı, birçok başarılı tiyatro projesinde imzası bulunan Saydam Yeniay yönetiyor. Proje Tasarımı'nı ve Proje Sanat Yönetmenliği'ni ise; aynı zamanda "Oyun Bandı"nın kurucusu olan Yağmur Yağmur üstleniyor. Eserin dramaturjisi de Saydam Yeniay ve Yağmur Yağmur'a ait. Mapping ve ışık teknikleri kullanılarak; görselliği yüksek bir atmosfer yaratılan oyunda, dekor tasarımı Şirin Dağtekin Yenen, ışık tasarımı Murat Özdemir, kostüm tasarımı Dilek Kaplan, müzikler ise Orhan Enes Kuzu imzasını taşıyor. Oyunda; Özlem Öçalmaz, Alayça Öztürk, Barış Aytaç, Dikmen Seymen, Kubilay Karslıoğlu, Elçin Hanbay Kaya, Ahmet Dizdaroğlu , Batuhan Sezer rol alıyor.
 
 
 

Destar Tiyatro Topluluğu’nda

Merheba

 
 
Rüyalarımda bile dilimi kaybetmeyeceğim
 
Secu Sende’nin “Rüyalarımda Bile Dilimi Unutmayacağım” kitabından Mirza Metin ve Destar Tiyatro Topluluğunun tasarladığı konsepte göre dört oyun oluşturuldu. Pelin Temur’un oyunlaştırdığı “Çûkê Zimên”i Ayşenil Şamlıoğlu, Ahmet Sami Özbudak’ın oyunlaştırdığı “Dengiz”i Özen Yula, Derem Çıray’ın oyunlaştırdığı “Ağzı Var Dili Yok”u Orhan Alkaya, Fatma Onat’ın oyunlaştırdığı “Merheba”yı Mehmet Atak yönetti.
 
Secu Sende’nin “Rüyalarımda Bile Dilimi Unutmayacağım” kitabındaki “Pusula İğnesi” ve “Galisyanca Konuşmaya Başlamak İçin Pratik Bilgiler” hikâyelerinden Fatma Onat tarafından oyunlaştırılan "Merheba"nın reji konseptine göre yeniden yazımında, Aslı Erdoğan'ın "Hayatın Sessizliğinde" kitabından ve Ferdinand de Saussure, Ludwig Wittgenstein, Theodor W. Adorno, Jacques Lacan, Juan-David Nasio, Jacques Derrida, Gilles Deleuze, Jean François Lyotard, Michel Foucault, Johan Huizinga, Margaret Mead, Xiaolan Lei, Alleen Pace Nilsen, Jean Bethke Elshtain, Richard Lance Keeble, Rosina Lippi-Green, Thierry Nazzi, Frantz Fanon, Muhyiddin Şekur, Hannah Arendt, Guy Michaud, Ivan Illich, Muhyiddin İbn Arabi, Jean Baudrillard, Claude Lévi-Strauss, Nathalie Sarreaute, Alain Robbe-Grillet, Roland Barthes, Samuel Beckett, Jacques Mehler, Josiane Bertoncini, Ronald David Laing, John Mack, Ece Ayhan, Ali Akay, Pınar Selek, Kürşat Bumin, Gündüz Vassaf, Fatmagül Berktay ve Mehmet Atak'ın bazı metinlerinden yararlanıldı.
 
Şermola Performans
İstiklal Cad. İmam Adnan-Nane Sok. No:5 Kat: 2 Beyoğlu 
 
 

‘Her şey hareket eder…’

 
 
Güray Dinçol, Elif Sözer, Sena Taşkapılıoğlu ve Mine Çerçi tarafından kurulan ve Jacques Lecoq ekolü  esas alınarak hazırlanan Fiziksel Tiyatro ve Komedi Okulu, Kumbaracı50 organizasyonuyla 18 haftalık bir  programla Kasım ayında eğitime başladı. Birinci sınıfın öğrencileri 2. kura devam ederken, yeni katılımcılar için 1. Kur 17 Ocak’ta tekrar başlıyor. 
 
Cumartesi ve Pazar günleri 6’şar  saatten haftada12 saat sürecek olan eğitim toplamda  216  saatlik bir çalışmayı içeriyor. Beden ve hareket odaklı “fiziksel tiyatronun” temel araçlarını kullanan okulda, katılımcılar oyuncu, yönetmen ve yazar olarak bedenin şiirsel olanaklarını keşfettikleri bir yolculuğa davet ediliyor. 
 
Fiziksel Tiyatro’nun temellerinin öğretileceği Birinci Kur’un başlığı “Nötr Maske ve Mimodinamik”. 17 Ocak – 22 Şubat arasında 72 saat sürecek olan bu eğitim, diğer kurlara katılım için zorunlu. İkinci Kur ise,  7 – 29 Mart arasında gerçekleştirilecek ve maske oyunculuğu üzerine çalışılacak olan“Maske’ninYolculuğu”.  11 Nisan – 3 Mayıs arasındaki Üçüncü Kur’da fiziksel tiyatronun daha alaycı, göstermeci, politik ve karanlık sularına inilecek ve  “Grotesk ve Buffon’un Karanlık Dünyası” keşfedilecek . Fiziksel Tiyatro ve Komedi Okulu’nun son kuru çağdaş bir sahne disiplini olan Clown’a ayrılacak ve dördüncü kur 16 Mayıs – 7 Haziran tarihleri arasında yapılacak. Fiziksel Tiyatro ve Komedi Okulu Birinci Kuru için son başvuru tarihi 13 Ocak, katılımcı sayısı ise 12 ile sınırlı.
 
Okul hakkında detaylı bilgiye ulaşmak ve başvuru için www.kumbaraci50.com sayfası ziyaret edilebilir.
 

Kadıköy Duru Tiyatro’da

Tiyatro Dünyası Oyuncuları

OLACAK ŞEY DEĞİL

 
 
Michael Cooney’nin yazdığı, Haldun Dormen’in çevirdiği oyun Duru Tiyatro’da perde açıyor.
 
İki yıl önce işinden atılan Eric Swan bunu karısı Linda'ya söyleyemez. Yeni bir iş bulmak yerine eski kiracısına gönderilen işsizlik çeklerini almaya başlar. İki yıl içinde sosyal sigortalara sahte belgeler ve hayali isimler göndererek pek çok bölümden para alır. Ayrıca gönderilen sağlık ürünlerini de ihtiyar George Amcası aracılığıyla satar. Saf komşusu Norman ise kendi adına uydurulan belgeler ve hastalıklardan habersiz evlilik planları yapar. Ancak eve gelen bir müfettiş yüzünden işler içinden çıkılmaz bir hal alır.
 
Yazan: Michael Cooney, Yönetmen: Can Törtop, Çevirmen: Haldun Dormen, Oyuncular: Berke Hürcan/ Can Törtop/ Ümmühan Kıldiş/ Bülent Keser/ Can Mutluca/ Ferhat Balaban/ Hande Melek/ Demet Erdem/ Fevzi Erden/ Aga Jablonska/ Belkıs Tuğcu.
 
 
 

Georges Braque Sergisi

15 Ocak – 28 Şubat 2015
 
Elma ve Muz, yağlıboya, 16.3 x 22 cm
 
“Tanrı her yerdedir, bir kum taneciğinde bile bulabilirim onu,” diyen sanatçının 1926 yılında yapmış olduğu yapıtları, “1926’da Georges Braque” adıyla Krampf Galeri’de sergileniyor. 
 
 
Armut, Elma ve Bıçak, yağlıboya, 17.5 x 26,5 cm
 
Bu sergi 1892-1963 yılları arasında yaşamış olan sanatçının yapıtlarının İstanbul’da ilk kez sergileniyor olmasından dolayı ayrı bir özellik ve önem taşıyor. 
Kemeraltı Cad. No: 41 Tophane,  34425 
0212 293 93 14 -0212 293 93 15 - www.krampfgallery.com
 
 

Ömer Kaleşi’nin 50. Yıl Sergisi

29 Aralık 2014 – 28 Ocak  2015      

 
 
Ömer Kaleşi sanat ve resimle ilk olarak 1955’te Üsküp’te Davut Paşa Hamamındaki Henry Moore sergisinde tanışmıştı. Çok etkilenen Kaleşi, ailece Türkiye’ye göç etti ve ressam olma hayalini Türkiye’de İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’nde gerçekleştirdi. 1965’de mezuniyetinden bu yana elli sene geçti. Sanatçı o heyecanını hiç kaybetmeyerek yıllar boyu üretti, dünyanın bir çok ülkesinde önemli mekânlarda kişisel ve grup sergileri yaptı. Bu sene Temmuz ayında doğduğu şehir olan Manastır’da şimdi Şehir Müzesi olan, vaktiyle Atatürk’ün askerî liseyi okuduğu Manastır Askerî İdadisi’nde,  açtığı sergi bunların en anlamlılarından biriydi. 
  
Kaleşi, sanatının 50. Yıl kutlamalarına İstanbul’da yirmi dokuz senedir birlikte çalıştığı Tem Sanat Galerisi’nde 29 Aralık 2014 – 28 Ocak  2015 tarihlerinde açacağı sergisiyle devam ediyor. Bu vesile, ile Fransız yazar Gil Jouanard tarafından yazılan ve Kaya Özsezgin tarafından dilimize çevrilen “Ömer Kaleşi – Canlı Doğa Resimleri” kitabı da yayın hayatına başlıyor. Bu kitapta sanatçının yıllardır spatülle boyadığı başlarla meyvelerden oluşan ölü doğa resimlerinin ilişkisi irdeleniyor. 
 
Burada, Ömer’in sesine kulak verelim; diyor ki, “Güzel Sanatlar dönemimden beri başları resmediyorum. Yüzlerce baş. Neden, bilmiyorum. Başlar benim işim gücüm, hep de öyle olacak. Tüm yaşamım, tüm resim sanatım başlar üzerine kuruludur. Başın bedenden önce geldiğini, onu yönettiğini, dilediği yere yönlendirdiğini, bedene komut verdiğini düşünüyorum. Başı yaparken, insanı yapıyorum. Beden gerekli değil, o hiçbir şeye karar vermez. Her şeyi “baş”ın içinde görürüz; baş yeterlidir. Gerekliliği kalmamış bir bedene ihtiyaç yoktur.”
 
 
1932 doğumlu Ömer Kaleşi, Güzel Sanatlar Akademisi’ndeki öğrencilik yıllarından bu yana sanatında, bireyin duygularını, yalnızlığını ve yaşam karşısında savaşımını soyut bir dille aktarma yolunu seçmiştir. Renk yoluyla düşüncelerini yansıtan sanatçı, özellikle kırmızı rengin çekim alanında bulunuyor. Resimlerindeki en önemli konunun insan, ancak sadece insanın bir detayı olan baş olduğunu ifade eden sanatçı,”başlarla başa çıkmam mümkün değil, ama bildiğim bir şey varsa, o da hayatımın sonuna kadar onları resmedeceğim,” diyor. Sanatçıya göre, bazı başlar direnirler; o zaman, tuvalin üzerinde meyvelerden oluşan natürmortlar veya satıcı çocuklarla elmalar oluşur. Fırça yerine hep spatülle çalışan Kaleşi, tuval üzerine yaydığı boyayı, çizgiye gerek görmeden içten dışa genişleyerek soyut bir doku ile figürsel öğeleri bütünleştiren kendine özgü bir yöntem uygular. 
 
İletişim: 212. 247 08 99, 234 13 46
 
 

Engin Korkmaz 

‘’Önermeler’’

9 Ocak - 28 Ocak 2015

 
 
1972 yılında Erzurum, İspir’de doğan Engin Korkmaz, Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde Yüksek Lisans Programını tamamladıktan sonra öğretim görevlisi olarak, Uludağ Üniversitesi Eğitim Fakültesi Resim-İş Eğitimi Bölümü’nde  Temel Tasarım, Grafik Tasarım ve Yazı derslerini yürütmeye başladı. Sanatçı,  aynı zamanda atölyesinde resim çalışmalarını sürdürüyor. Sanatçı 8 kişisel sergi açmış, 15 uluslararası, 45 ulusal sergide çalışmaları ile yer almıştır. Engin Korkmaz’ın eserleri birçok resmi ve özel koleksiyonlarda bulunmaktadır.
 
Engin Korkmaz sanat anlayışını şöyle ifade etmektedir:
 
"Benim için resim hayatı çevreleyen karmaşık düzenin bir yansıması ve fark yaratabilme mücadelesidir. Hayatı anlamlılaştırabilmek için yaratıcı düşüncenin yardımı ile yaşam alanını yeni baştan kurgulama mücadelesinin plastik bir yansımasıdır diyebilirim. Yaratıcı düşüncenin temelini ise, içimde önceden kurgulamadığım anlık, değişken duygu ve sezilerin oluşturduğunu söyleyebilirim.
 
Resim adına yaşam dediğimiz bu kaotik duruma ve bir türlü içselleştiremediğim karmaşaya karşı, rastlantıların olanaklarından da yararlanarak yeni bir düzen oluşturabilme mücadelesinin, tuval yüzeyindeki yansımalarıdır benim için."
 

Yusuf Şengür

"Kağıtlar ve İnsanlar"

9 Ocak - 28 Ocak 2015
 
 
Şengür’ün resimlerinde en başından beri var olan anıştırmalar, görünülerin içine karışmış figür ve objeler bu sergide farklı bir kimlik kazanıyor. Seçtiği kişilerin bireysel özelliklerine yönelen, onlara farklı roller biçen genç sanatçı, bu figürleri resmetmeyi yeğlediği mekânlar aracılığıyla, izleyici ile arasında ortak nokta yakalamaya çalışıyor. Resimlerdeki mekânlar bir çoğumuzun belleğinden zaman zaman çıkıp gelen hatıraların geçtiği yerler, ancak aradan geçen zamanın bu mekânların belleğimizde kalan kısımlarında da etkisini esirgememiş olduğu çok açık. Resimlerde kolaj olarak kullanılan ahşap ve kağıt malzemelerin kullanımı ve  yarattığı terk edilmişlik hissi, zamanın bahsettiğimiz etkisini kuvvetlendiriyor. Sergi isminin “Kağıtlar ve İnsanlar” oluşu, insanın birçok duyguyu kalıcı hale getirmek üzere kullandığı yazma eylemine bir övgü niteliğinde ve resimlerde alıntılanmak koşuluyla kimi mısralar okunabiliyor. Figürler ise bu mekanlardan bize göz kırpan, kimilerine göre geçen olayların tanıkları… Şengür bunu izleyicinin de içinde bulunduğu bir süreç olarak niteliyor.
 
Renkçi bir tavır ile oluşturulan resimlerin genel yaklaşımı bir bütün taşımakla birlikte görülecek ki her biri ayrı tatlar taşıyan, izleyiciyle yeni noktalarda buluşabilen resimler. Bu bilinçli yaklaşım hızlı üretimin yineleme etkisine kapılmadan, her bir resmin kendi içinde bir yapıt olarak ele alınmasını sağlıyor.
 
1985 doğumlu Yusuf Şengür Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Resim Bölümü mezunu. Ulusal yarışmalarda 11 adet ödülü bulunan sanatçının resimleri birçok özel koleksiyon ile müze ve vakıf koleksiyonlarında yer almaktadır.
 

Birkancan Özkan

‘’13 - 14 Anahtarı’’

9 Ocak - 28 Ocak 2015
 
 
1985’de Ankara da doğdu. 2010’da Eskişehir Anadolu Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü’nden mezun oldu. Birçok karma sergi ve etkinlikte yer alan Sanatçı Eskişehir’deki özel atölyesinde çalışmalarını sürdürüyor.
 
Sanatçı, yapıtlarında yapay doğanın hepimizin üstündeki etkilerini keşfetmeye çalışmış ve ortak bilinçsel iletişimin varlığına ithafen, gözlemlerini ‘’13-14 Anahtarı’’ başlığı altına toplamıştır. Her birimizin içinde var olan, derinden bildiği ve farkında olduğu küçük hikâyeler, korkular, imajlar, renk dengeleri, dünyanın her yerinde, her insan için geçerli olan farkındalıklar ve gerçeklik, “İnsan doğasının temeli üstünden, insanın yarattığı yapay doğadan beslenir. Aradaki ironiler çoğunlukla bir otobüs yolculuğunda gözümüze çarpmayan ama daha sonrasında aklımıza geliveren görüntüler ya da arzular gibidir. Resimlerdeki karmaşık ve kaotik kompozisyon basit bir göz illüzyonudur. Fakat ardındaki gerçekliği, yine en öndeki, en karışık renkler doğurmaktadır.”
 
(13-14 anahtarı hayatımızın her anında lazım olabilecek bir tamir ekipmanıdır. Genellikle de herhangi bir tamir işinde, en çok ihtiyaç duyulan anahtardır. Şöyle bir düşündüğünüzde, sizler de hatırlayacaksınız…)         
 

Cemil Güç

 “Neden / Why’’

9 Ocak - 28 Ocak 2015
 
 
 
1974'de İstanbul’da doğdu.
2001'de Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümü Ziyatin Nuriev Atölyesinden mezun oldu. İstanbul Maslak’taki özel atölyesinde çalışmalarına devam ediyor.
 
Cemil Güç’ün ’’ NEDEN / WHY ’’ adlı heykel sergisi izleyiciyi en yalın hali ile elmayı ve elmanın üzerinden zamanı / zamansızlığı düşünmek arasında bir yolculuğa çıkarıyor.
 
Yıldızevler  Mah. R. Tagore Cad.
Şehit Mustafa Doğan Sokak  No: 82/A–B Çankaya/Ankara
0312  438 86 70    
 

Olbinski Afişleri

 
 
Tatlı Hayat - Krzesimir Debski