Milliyet Sanat »Yazarlar » Seçkin Selvi | “Öyle bir kılıkta olacağız ki, bizde olmayan şeyi var sanacaklar”
“Öyle bir kılıkta olacağız ki, bizde olmayan şeyi var sanacaklar”
01 Haziran 2016 - 11:06Festivalin farklı ve çarpıcı oyunlarından biri Altıdan Sonra Tiyatro yapımı olan, Yiğit Sertdemir’in uyarlayıp yönettiği ve oynadığı "Şizo Şeyks" oldu 17 Haziran – 31 Temmuz Perşembe Sineması Haziran Program 27 Mayıs- 1 Temmuz 2016
ŞİZO ŞEYKS- William Shakespeare’in 32 farklı Oyunu ve sonelerinin Türkçe çevirilerinden derlenerek yeniden söylenmiştir. Yöneten ve Oynayan: Yiğit Sertdemir, Dramaturji: Sinem Özlek, Koreografi: Senem Oluz, Dekor ve Kostüm Tasarımı: Candan Seda Balaban, Işık Tasarımı: Kerem Çetinel, Müzik ve Ses Tasarımı: Burçak Çöllü, Yardımcı Yönetmen: Şebnem Köstem, Teknik Tasarım: İhsan Dehmen, Fotoğraf: Mürat Dürüm, Yönetmen Yardımcısı: Dilay Ekmekçioğlu, Asistanlar: Emir Tekin, Merve Topraklı, Furkan İnan, Eyüp Çelik, Ceyda Gönen, Işık Uygulama: Eyüp Çelik, Efekt ve Video Uygulama: Burçak Çöllü, Metin Küçükyılmaz, İngilizce Üstyazı Çeviri: İlayda Begüm Turhan.
ŞİZO ŞEYKS Film Ekibi- Oynayanlar: Civan Canova, Funda Eryiğit, Emir Çubukçu, Emir Tekin, Eyüp Çelik, Yönetmenler: Boran Güney, Erhan Yürük, Görüntü Yönetmeni: Meryem Yavuz, Yapımcılar: Funda Alp, Yaman Birman, Prodüksiyon Amiri: Tolga Acar, Sanat Yönetmeni: Nezihe Ateş, Yönetmen Yardımcıları: Salih Ortaçay, Oğulcan Kızgınkaya, Reji Asistanı: Aylin Altunok, Prodüksiyon Asistanları: Sadık Coşkun, Volkan Lektemur, Saç-Makyaj: Semra Sarıkaya, Focus Puller: Osman Yılmaz, Kamera Asistanı: Deniz Özden, Yasemin Kuzey, Kostüm Asistanı: Ezgi Hacıgençağaoğlu, Ses Kayıt: Bora Kasırga, Berkay Sünear, Colorist: Senem Pehlivan, Visual FX: Özgür Yiğit, Işık Şefi: Orhan Sever, Best Boy: Metin Kaan Aman, Işık Asistanı: Cem Şimşek, Set Amiri: Serkan Topal, Erkan Sönmez
Duvarlar insanın üstüne üstüne gelir, ciddi bir bunalım belirtisidir bu.
Ama daha da ciddi, hatta vahim olanı insanın kendisinin üstüne üstüne gelmesi olmalı.
Ekrandaki büyük görüntü bunu yansıtıyor sanki. Kendi görüntüsünün altında ezilmeyi.
Başlıktaki alıntı da bununla örtüşmüyor mu?
Ya da…
Gün gelir yıllarca aynı yatağı paylaştığınız kişiye bakıp “Kim bu?” dersiniz ya. Bu sözü aynaya bakınca da söylüyorsanız, ortada düşünülecek ciddi bir durum var demektir.
Yiğit Sertdemir, işte bu üstüne üstüne gelme ve yabancılaşma penceresinden bakmış Shakespeare’in yapıtlarına ve bir çeşit “deli pösteki sayarcasına” bir emekle, büyük ustanın oyunlarından şizo yapısına uygun sözcükleri, cümleleri, deyişleri cımbızla seçip çok çarpıcı bir “yeni yapıt” oluşturmuş.
“Bir saydırma ve sayıklama hali…”
“Altıdan Sonra Tiyatro, oyunu şu sözlerle tanıtıyor:
Shakespeare’in yapıtlarından yola çıkarak; düne bugüne, aşka, iktidara, hırsa, ihanete, kadere, zamana ve çökeyazan şu koca dünyaya koca bir nazire denemesi. Kim olduğu hâlâ tartışılan, belki de hiç olmamış bu yazarı; kim olduğu hiç kimseyi ilgilendirmeyen ve belki de hiç olamamış bir adamın sıyırmışlığıyla/sıyrılmışlığıyla buluşturmak. Muktedirlerin, soytarıların, âşıkların, harislerin tek bünyedeki savaşı. Kahkahanın acıttığı bir seyirlik…
Şizo Şeyks “gerçek”le ilişkimizin bozulduğu, ilişkimiz bozuldukça paranoyaklaştığımız, paranoyaklaştıkça yalnızlaştığımız şimdiki zaman Halimize bir bakış. Hepimiz kadar ayrık akıllı olan kahramanımızla; soytarılığımız ve krallığımıza, mazlumluğumuz kadar caniliğimize, saflığımız ama
bir o kadar da harisliğimize tiyatro sahnesinden bakmaya kalkınca da elbette Shakespeare kılavuzumuz, onun cümleleri cümlemiz oluyor. Ve her bir sözcüğü, onun metinlerden alınarak kurgulanmış olan oyunumuz, sizi sıyırmaya ve sıyrılmaya çağırıyor…”
Bu oyun bir hikâye anlatmıyor; seyircinin her cümlede kendi hikâyesini bulmasını, kurmasını talep ediyor. “Bir saydırma ve sayıklama hali” diye nitelenen bu “delirium” gösterisinin doğal olarak giriş-gelişme-sonuç bölümleri olmadığı için, ben de “Oyunun konusu…” diye girmiyorum söze. Bu yeni yapıta, kendi repliklerinden hareketle bakmaya çalışacağım. İtalik harflerle yazılanlar, yemin billah Shakespeare’in sözleri. Düz yazılar naçizane benm.
Oyunun bir de filmle bütünleşen bölümü var. İş ekranda başlıyor; Civan Canova, Funda Eryiğit, Emir Çubukçu, Emir Tekin, Eyüp Çelik’in üstlendiği bu bölüm hem girizgâh oluyor, hem de Şizo’yu hayal perdesine çekip o âlemde kaybettiren bir çağrı işlevini görüyor. Oyuna kendimizi kaptırıp gitmek için Şizo yetmiyormuş gibi, bir de sanal Şizo var: Kışkırtan, akıl veren, yol gösteren, dünyanın bütün unlarını elemiş de, eleğini asacağına Şizo’nun başına geçiren bir Sanal Şizo.
Perdenin öte yanına geçince sarsılıyor Şizo. “Bu kadar derinlere bakmak ne baş döndürücü bir şey.”
Derinlere bakmak da, en tepeye çıkıp aşağıya bakmak da baş döndürüyor; öyle ki Macbeth’in cadılar sahnesindeki gibi, işe bir subay olarak başlayıp ‘neden daha da büyük rütbe almayayım, neden soyluluk unvanım olmasın, neden kral olmayayım’a varan bir sayıklamayla elini kana bulamaya, ‘başkomutan benim ya’ diyebilmek için savaşı köpürtmeye kadar varabiliyor o baş dönmesi. Oysa “Delidir, ne yapsa yeridir,” diye geçiştirmek, bir ülkenin, bir ulusun, dünyanın başına çorap örebilir pekâlâ..
Şizo’nun baş dönmesi yeterince iş açmıyormuş gibi bir de sanal olan olmayana öğüt veriyor:
“Öyle giydir ki kötülüğü iyiliğin habercisi sansın gören. Yüreğinde kara leke olsa da, alnın akmış gibi dur. Öyle eğit ki günahı, Mübarek evliya desin gören.
Şizo safça soruyor:
Ne korkunç bir ticaret... Yasalara sığar mı?
Cevap hazır:
Yasalar genişse sığar.”
Yasaların, anayasaların esnetilip genişletildiği, ellerin kalkıp inip evetlediği bir âlem olmasın bu?
“Cenazede şenlik, düğünde ağıtla, sevinci bir kefeye koyduk, kederi ötekine. Bütün bunlar olup biterken, sizlerin görüşünü de almayı ihmal etmedik. Her şey için sağ olun. Ben sizin oylarınız uğruna vuruştum, onlar için uykusuz kaldım. Ben sizin oylarınız uğruna büyük küçük ne işler başardım,” dediniz mi demokrasi havarisi olmanız işten bile değil.
“Zamanımızın yarası bu: körlere deliler yol gösteriyor.
Çılgınlığın böyle başıboş dolaşması hiç güvenli değil.
Öz olmayınca, söz yükselmiyor göklere.”
Hepimiz öyle düşünmüyor muyuz sonuçta? Hepimiz benzer çılgınlıklardan kaygılı değil miyiz?
Ama yönetenler istiflerini bozmuyor:
“Biz ne yapmayı uygun görürsek, ‘Tam zamanıydı’ diyeceklerdir. Halk o zaman birer katil değil, hakkı yerine getiren insanlar sayar bizi.”
Tam tamına öyle alkış tutulmuyor mu nutuklara? Halkı da iyi tanıyor, baksanıza şu sözlere:
“O halk ki çoğu kez anlaşılmaz, dilsiz oyunları, gürültü gümbürtüyü sever. Korkma... Yüksek mevkilerdekilerin peşinden gelenlerin sayısı, önlerinden gidenlerin sayısından fazla olur.”
Sezar oğlu yerine koyduğu Brutus’un kışkırtmasıyla öldürülünce halk onun gerçekten kötü olduğuna inanmaya başlar. Bunun üzerine Marcus Antonius, Brutus’u doğrudan suçlamadan Sezar’ın hakkını Sezar’a veren ünlü konuşmasını yapar. Oyunda da buna değinen bir yer var:
Dostlar, vatandaşlar, beni dinleyin. Buraya bildiklerimi söylemeye geldim. İnsanların yaptıkları fenalıklar arkalarından yaşar, iyilikler çok zaman kemikleriyle beraber gömülür.”
Konuşmanın oyunda yer almayan ve halkın Sezar’a nankörlük etmemesini isteyen bir bölümü de şöyledir:
“Ah bilmiyorsunuz bunu; şunu söylemeliyim size: Vasiyet yazısı var dedim, unuttunuz. İşte vasiyeti, Sezar’ın mühürüyle hem de. Her Roma yurttaşına, her birine ayrı ayrı yetmiş beşer drahmi bırakıyor. Ayrıca Tiber kıyısındaki gezi yerleri, kendi bağları, bahçeleri, yeni fidanlıkları hep size kalıyor, size bırakıyor hepsini, size ve mirasçılarınıza dünya durdukça; hep birlikte gezip dolaşasınız, gidip dinlenesiniz diye oralarda. İşte buydu Caesar. Bir daha gelir mi böylesi?”
Şimdi durup dururken nereden aklıma geldiyse Atatürk Orman Çiftliğini anımsayıverdim.
Şizo’yu kötülüklere yüreklendirirken diyor ki Sanal Şizo: “Halk yığınları sulara kapılmış otlar gibi akıntının keyfine uyup bir gider, bir gelirler ve dağılırlar devinim içinde. Korkma. Bizim kaypak halkımız değerli bir adama değerleri yok olup gitmedikçe bağlanmaz. Günahına altın kaplat, adaletin kudretli kılıcı bir şey yapamadan kırılır.İyi yaşamak isteyen bir insan, vicdansız yaşamaya çalışır, kendine güvenir sadece.”
Şizo her ne kadar sayıklıyorsa da, yer yer aklını başına topluyor:
“Birer uşak gibi yaşıyorsak, kabahat kendimizde... Ama gün gelir, insan kaderini avucuna alabilir.”
Tam çözüm oldu olacak derken, Şizo be sefer Sanal Şizo’yla hesaplaşıyor: “Anlaşma, durularken kırılan bir bardak gibi parçalandı gitti. Ölen ölür, kalan her şeyi alır.”
Kalan gerçekten alıyor her şeyi ve babalanıyor: "Artık ormanlar kalkıp sarayıma doğru yürümedikçe, korku bana dokunamaz.”
Birnam Ormanını bilmeyenler acaba o yüzden mi ağaç kesme merakına kapılır, ne dersiniz?
Oyunun Yorumu
Kurmacanın dokusunu kısaca özetlemeye çalıştım. Anlatılan olaylar, kişiler tanıdık gelebilir de gelmeyebilir de…
Sonuçta zaten bir sayıklama hali değil mi?
Oyun tek kişilik, ama öyle çoğulcu bir emek var ki arkasında, katkısı olanların hepsini tek tek alkışlamamak olanaksız. O emek, o katkı, ambalaj kutularından oluşan dekor parçalarının birer oyuncu olarak rol alması sırasında oyun boyunca da sürüyor.
Yiğit Sertdemir, bir röportajında metnin tamamen Shakespeare oyunlarından kurgulandığını belirtirken, şunu vurguluyor: “Ama ayrı oyunların kolajlanmasından ziyade, bir yapıbozum ile yeniden kurgulanması ve yapılandırılması üzerinden oluşturduk.”
Yapıbozum (deconstruction) Jacques Derrida’nın babası sayıldığı bir düşünce biçimi. Derrida bu biçimi şu üç unsurda özetliyor:
1-Dil, anlam istikrarsızlığının silinmez izlerini taşır. 2-Bu istikrarsızlık karşısında hiçbir analiz yöntemi metin yorumu açısından bir otorite olduğu iddiasında bulunamaz. 3-Bu nedenle yorum, alışıldık anlamıyla analize benzemeyip bir tür oyunu andıran, serbest bir alandır.
Evet, Sertdemir de işte tam bunu yapmış. Yöntem tamam da, işin içine Sertdemir’in özgün düşünce mekanizması, diyalektik donanımı, kavanoz dipli dünyaya dibinden bakma becerisi ve üstün yeteneği girince ortaya bütün kalıplardan farklı yepyeni bir başyapıt çıkmış. Yiğit de, Shakespeare’in sözleriyle şöyle demiyor mu zaten?
“Ben öyle canımın istediğini düşünecek kadar aptal değilim.”
* * *
Salt Galata
Göçebe Mekanlar
Göç Bağlamında Mimarlık ve Kimlik, Türkiye-Almanya
(Soldan sağa) Katmanlı ev, Kasım Yazar’ın oturma odası, Kayseri; Örnek ev, Birol Yıldırım’ın evi ve bahçesi, Bartın
Almanya’dan yurda “kesin dönüş” yapmış misafir işçilerin Türkiye’de inşa ettiği evlerdeki Alman konut mimarisi ögelerini inceleyen sergi 17 Haziran’da SALT Galata’da açılıyor.
Örnek ev, Kayseri - Ali’nin evi
Taşınma süreçlerinde insanlar kadar imgeler, kültür pratikleri ve yaşam biçimleriyle birlikte mekânlar da taşınır. Göçebe Mekânlar, Almanya’dan “kesin dönüş” yapmış misafir işçilerin Türkiye’de inşa ettiği evlerdeki Alman konut mimarisi ögelerini ve bu bağlamda, anılar ile kültürel deneyimlerin mekân kimliklerine etkilerini araştırır. Sahiplerinin tasarladığı ve genellikle inşa ettiği örneklerin yakından incelendiği sergide, bu sosyo-mekânsal uygulamalar üzerinden mimari bir tipoloji oluşturulması amaçlanır. Çocukluk anılarına tercüman olabilecek nitelikteki evler, aynı zamanda, Almanya’dan izlenimler aktarmakta ve Türkiye’deki gelecekten beklentilerin izlerini taşımaktadır.
Sanatçı Stefanie Bürkle, ekibi ve TU Berlin Mimarlık Enstitüsü’ndeki öğrencileri eşliğinde, Türkiye’ye dönüş yapmış ailelerin inşa ettiği evler veya yenilediği apartman dairelerinden oluşan 132 örneği belgeleyip katalogladı. Araştırmanın sonunda, konut inşasında belirgin üç tip tanımlandı: örnek ev, çifte ev ve katmanlı ev. Araştırmaya göre, “örnek ev” yoruma kapalı, ideal bir Kuzey Avrupa evi imgesine dayanırken “çifte ev” Almanya’daki konut mimarisi ile Türkiye’deki yerel geleneği eşit şekilde bir araya getirir; “katmanlı ev” ise, bir başlangıç birimi üzerine çeşitli üslup ve malzemelerde yapılan eklerle uzun dönemde inşa edilir.
Perşembe Sineması Haziran’da
SALT Galata’da devam ediyor
SALT tarafından Garanti Mortgage desteğiyle hazırlanan “Perşembe Sineması”programı bu yıl, dünya fuarları ve kupaları ile olimpiyatların, düzenlendikleri şehirlere geçici ve kalıcı etkilerine odaklanıyor. Salt GalataOditoryum’da kiHaziran gösterimlerinin ardından, Eylül-Aralık aylarında programın ikinci bölümü gerçekleştirilecek.
2 Haziran – 19:00,
Scott Huegerich ve Bob Miano, The World’s Greatest Fair [Dünyanın En Harika Fuarı], 2004
Theodore Roosevelt’in “Amerikan yüzyılı” olarak nitelendirdiği dönemin başlangıcıdır. 1904 St. Louis Dünya Fuarı’nın o zamana kadarki en iyi ve kapsamlı fuar olması amaçlanır; öyle de olur… Bir dizi ilgi çekici, samimi ve eğlenceli hikâye üzerinden ilerleyen bu belgesel film, Amerika tarihinin önemli bir kesitine odaklanıyor.Resmî olarak “Louisiana Satınalma Fuarı” adıyla bilinen fuar, Amerika Birleşik Devletleri’nin 1803’te Louisiana topraklarını Fransa’dan satın alışının 100. yıl dönümü kutlaması olarak planlandı. Hem bölgedeki ticari fuarların devamı olan hem de tüketim malları ile popüler kültürü ilk kez bir arada halkın ilgisine sunan sergi, pek çok dünya fuarı gibi ardında mimari izler bıraktı. Fuardaki yapıların birçoğu geçici bir süre için inşa edilmiş olmakla birlikte, Palace of Fine Arts yapısı hâlen Saint Louise Art Museum olarak faaliyet göstermektedir.
9 Haziran – 19:00
Debs Gardner-Paterson, Africa United [Birleşik Afrika], 2010
Africa United [Birleşik Afrika], 2010 FIFA Dünya Kupası’nın Johannesburg’taki açılış törenine katılmak için yaklaşık 5000 km yol kateden Ruandalı üç çocuğun hikâyesini anlatır. Yanlış otobüse binerek Kongo sınırını geçen çocuklar, kendilerini birden bir felaketin ortasında bulur; ne kimlik ne para ne de inandırıcı bir mazaretleri vardır. Mülteci kampına yerleştirilen bu üç cingöz, akıl almaz bir marifetle, ellerindeki Dünya Kupası afişini harita yaparak kamptan kaçmayı ve hayallerini gerçekleştirmeyi başarır. Yedi ülkede geçen bu yolculuk, daha önce görülmemiş bir Afrika’yı gün yüzüne çıkarıyor.
16 Haziran – 19:00
Miao Wang, Beijing Taxi [Pekin Taksi], 2010
Bu belgesel film, Çin’in sarsıcı bir dönüşümden geçmekte olan tarihî başkentinin güncel, sansürsüz ve zengin bir sinemasal portresini çizer. 2008 Pekin Yaz Olimpiyatları’nı fon olarak kullanan film, modern hayatın sorunları ve değişen değerleriyle yüzleşen üç taksi şoförünün hayatını ve Çin’in dönüşen kalıplarının karmaşık ve bir o kadar da çelişkili tabiatını gerçekçi bir yaklaşımla aktarır.
* * *
Akademililer Sanat Merkezi
Yüzeydekiler - Karma Sergi
Akademililer Sanat Merkezi bünyesinde çalışmalarını sürdüren 17 sanatçının natürmort eserlerinden oluşan “Yüzeydekiler” resim sergisi, farklı tekniklerde ve üsluplarda kompozisyon yorumlarından oluşmaktadır. Natürmort resim, klasikten moderne her sanat döneminde, sanatçının doğaya ve çevresine bakışının en estetik ve karakterli resimsel özetlerinden biridir. Sergide ressamların atölyelerinden yaşam alanlarına, doğa kesitlerinden inorganik kompozisyonlara, keyifli bir seçki sanatseverleri beklemektedir. “Yüzeydekiler” karma resim sergisi, yüzey üzerinde durağan bir şekilde toplanmış öğelerin, incelikli ve hareket dolu bir kompozisyona dönüşümünü farklı sanatçıların tuvallerinden sanatseverlerle buluşturmaktadır.
Sergide işleri sergilenen sanatçılar: Songül Canerik, Akın Ekici, Gizem Enuysal, Süleyman Erdal,Serap İskender, Hakan Kalay, H. Emre Karaoğlu, Ayşenur Köksal,Eylül Köksümer, Yasemin Kuşi, Joel Menemşe,Murat Mizrahi, Fatma Mollaoğlu,Vasıf Pehlivanoğlu, Şengül Yağma,Emel Yurdakul, Ayşe Ülgen.
Balo Sok. No:37 Beyoğlu/İstanbul
Tel: (0212) 245 0229 - www.akademililer.com
Etiketler: şizo şeyks Seçkin Selvi Yiğit Sertdemir Altıdan sonra tiyatro İstanbul Tiyatro Festivali yüzeydekiler Salt Galata göçebe mekanlar göç bağlamında mimarlık ve kimlik türkiye almanya perşembe sineması akademililer