Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Seçkin Selvi | “İnsan trajik değilse, gülünç ve acıklıdır”*

“İnsan trajik değilse, gülünç ve acıklıdır”*

17 Ocak 2016 - 05:01 | Anday’ın “uyumsuzlar”ı.
25. yıldönümüne hazırlanan Bakırköy Belediye Tiyatroları, ustalara saygı çerçevesinde Melih Cevdet Anday’ın “Yarın Başka Koruda” adlı “absürd” oyununu sahneliyor
YARIN BAŞKA KORUDA- Yazan: Melih Cevdet Anday, Yöneten: Yiğit Sertdemir, Dekor: Barış Dinçel, Kostüm: Sadık Kızılağaç, Işık: Kerem Çetinel, Müzik: Yiğit Sertdemir, Dramaturg: Irmak Bahçeci, Afiş-Broşür tasarım: Ethem Onur Bilgiç, Oynayanlar: Ayşe Demirel, Burak Dur, Çetin Etili, Gülce Uğurlu, Kadir Hasman, Mert Asutay, Dicle Akbaş, Zeyno Eracar.
 
Alican Yücesoy’un genel sanat yönetmenliğinde çalışmalarını başarıyla sürdüren Bakırköy Belediye Tiyatroları, şiirimizde “garip” akımının üç kurucusundan biri olan Melih Cevdet Anday’ın “Yarın Başka Koruda” adlı oyunuyla perde açtı. Türk seyircisi Anday’ın oyunlarına aşinadır, beğenir, sever; o nedenle de ülkenin farklı yerlerinde profesyonel ve amatör yapıdaki farklı tiyatrolarda başta “Mikado’nun Çöpleri” ve “İçerdekiler” olmak üzere çeşitli oyunları oynana gelmiştir. 
 
Ancak “Yarın Başka Koruda” seyircinin alıştığı öteki oyunlardan çok farklı. Yer etmiş kalıp ve anlayışlardan vazgeçen, biçimciliğe, duygusallığa karşı çıkıp söyleyiş güzelliğini esas alan “Garip” şiiri ilk başta nasıl yadırganmışsa, ancak yıllar yıllar sonra değeri anlaşılmışsa, bu oyun da Anday’ın alışılmamış bir “absürd tiyatro” çalışması. 
 
Absurd tiyatronun kısa bir tanımını anımsayalım: Başlıca yazarları Eugéne Ionesco, Jean Genet, Samuel Beckett, Arthur Adamov ve Harold Pinter olan, Dadaizm, Sürrealizm gibi  sanat akımlarından,  varoluşçu düşünürlerin görüşlerinden etkilenen absürd tiyatro, bütün kalıplara karşı çıkar, alışılmış ve yaşanmakta olan düzeni yerer, mantık sınırlarını tanımaz. Absürd oyunlar, yaşamın gerçek gereksinimleri karşısında toplumsal ilişkilerin düzenlenme sürecinde ortaya çıkan yasaların, kurumların anlamsızlığını, mantıksızlığını, saçmalığını sergiler. Temaları iletişimsizlik, yabancılaşma, insansızlaşma, gerçeğin parçalanması ekseninde dönen oyunların biçimsel yapısı da, karşı-tiyatro, karşı-oyun, karşı-kahraman, grotesk ve kara güldürü temeline oturur.
 
Profesör Ayşegül Yüksel de, "Yapısalcılık ve Bir Uygulama" başlıklı yazısında, “Yarın Başka Koruda” oyunu ile aktarılmak isteneni: “Bireysel gerçekliğe var olma hakkı vermeyen bir yaşam döngüsü içinde, bireyin kendi gerçeğini somutlaştırma çabasının acıklı gülünç öyküsü” diye tanımlıyor.
 
Oyun ve Yorumu
 
Yönetmen Yiğit Sertdemir ise, oyuna yaklaşımını, yaşadığımız ortamı, oyunun tanıtımını şu sözlerle yansıtıyor:
 
Bir “garip”in oyunu…
 
Çok kalabalığız. Kaldırımlardan taşıp, odalarımızda nefessiz kalıyoruz. Kalabalığız. O yüzden daha çok temas ediyoruz, o yüzden canımız daha çok acıyor, o yüzden yalnızlığa savuruyoruz kendimizi.
 
Çöküyor muyuz? Sanmam. Dayanacak mıyız? Bilmem. Umutlu muyuz peki? Hem de her zamankinden çok… Ama umut, eylemden yoksun kaldığında, romantik bir sığınışa dönüveriyor. O yüzden haydi gelin, hem eyleyelim, hem eğlenelim.
 
“Saçma”nın sınırlarını zorlayan bir oyunla karşılaşacaksınız birazdan. Olsa olsa hayatın saçmalığı kadar. Duranların, eyleyemeyenlerin, zamanın bir anına takılıp kendini muhafazaya alanların hikâyesi. Değişmeyenlerin, değişmediklerini sananların, dünya çökse üstünden atlayıp geçebilenlerin, koruya girmekten imtina ettikleri halde korunun kendi alanlarına girdiğinin farkında olmayanların hikâyesi. Hani derya içre olup da deryanın farkında olmayan balıklar gibi.
 
Düşünür, şair, yazar, aydın ve mutlu bir azınlığın hocası olan Melih Cevdet Anday’a saygı duruşu oyunumuz. Çağları ve coğrafyaları aşacak bilgeliği ve dehası tüm unsurlarıyla karşımızda şimdi. İyi ki aynı toprakta yetişmiş, iyi ki saldığı köklerden, körpe fidanlar olarak, izlerini taşımaya yeltenmişiz.
 
Haydi hep beraber koruya. En olmadı yarın başka koruda… Tabii hâlâ zamanımız varsa.
 
İyi “seyir”ler…
 
Sertdemir, iyi “seyir”ler derken, kitlelerin olaylara “seyirci” kalmasını vurguladığı kadar, keşfedilmemiş denizlere açılan bir “seyir”e, o yolculuğun “seyir defteri”ne de çağırıyor bizleri.
 
Sertdemir’in çevresine bakışı, haklı bir hayranlık duyduğu Anday’ın “Telgrafhane” adlı şiirindeki bakış açısıyla bakın ne güzel örtüşüyor:
 
“Uyuyamayacaksın
Memleketinin hali
Seni seslerle uyandıracak
Oturup yazacaksın
Çünkü sen artık o eski sen değilsin
Sen şimdi işsiz bir telgrafhane gibisin,
Durmadan sesler alacak
Sesler vereceksin
Uyuyamayacaksın
Düzelmeden memleketinin hali
Düzelmeden dünyanın hali
Gözüne uyku girmez ki
Uyumayacaksın
Bir sis çanı gibi gecenin içinde
Ta gün ışıyıncaya kadar
Vakur, metin, sade
Çalacaksın.”
 
Melih Cevdet, bu oyununda da gün ışıyıncaya kadar sis çanını çalıyor. Duyabilene tabii.
 
Zeyno Eracar ve Mert Asutay hayranlık uyandıran oyuncular.
 
Oyun, orta yaşlarının başındaki bir karı kocanın koruya yakın bir pansiyona gelişiyle başlıyor. Bu çift 13 yıl önce yine bu pansiyona gelmiş, o cicim aylarının coşkusu içinde korudaki bir ağaca adlarını kazıyacak kadar çocuklaşmışlardır. Şimdi de o günlerin saf coşkusunu yeniden yaşamak için buradalar. Pansiyonun sahibi orta yaşın sonlarında bir kadın, kadının kızı ile nişanlısı, pansiyonun 20 yıllık müşterisi yaşlı adam, pansiyondaki bir başka müşteri olan Madam Roza ve orman bekçisi oyun kişilerini oluşturuyor. Madam Roza’nın ölüm döşeğindeki arkadaşını görmüyoruz, ama varlığı diyaloglarla bize ulaşıyor. Bir de yine görmediğimiz, sadece havlamasını duyduğumuz köpek var. 
 
Değişimle değişememenin ezeli çatışmasını görmeniz için bu korudaki pansiyon artık hazır.
Evin içine kadar sızmış bir tuhaf koru. Saçmanın sınırlarını zorlayan pansiyon sakinleri. Bir de kırmızı çiçekli bir bardak. Bardağın kırılmasıyla başlayan, kahkahanın, şaşkınlığın çığ gibi büyüdüğü anlar…
 
 “Yarın Başka Konuda” esas olarak kalabalıklar içindeki yalnızlık duygusunu, iletişimsizliğin  bu yalnızlığa yol açtığını ve kişilerin hem kendilerine hem başkalarına var olduklarını kanıtlama çabalarını aktarıyor. Örneğin birkaç gün geçirmek için pansiyona gelen ve 20 yıldır orada kalmayı sürdüren yaşlı adam her gece doğum gününü kutlamaya kalkıyor ve başaramıyor. Önemli olan kutlama değil çünkü, önemli olan doğum günü demek bir insanın varlığının kanıtlanması demek. Var olma mücadelesinin bir adımı demek. 
 
Yine benzer biçimde yeni nişanlanan ya da nişanlanmak üzere olan kız da, ikide bir insanın gebe kaldığını nasıl anlayacağını, her yıl gebe kalınıp kalınmayacağını sorup duruyor; çünkü doğurmak da kendi varlığını kanıtlamanın bir başka biçimi. Var olduğun için başka bir varlığa can katabiliyorsun. 
 
Madam Roza’nın hasta arkadaşı yine var olmanın bir başka kanıtı, önünde sonunda ölüyorsan, baştan beri varsın demektir. Orman bekçisi de kendi varoluşunu kaçak bir katilin varlığına bağlıyor. Ve bu insanların hepsi geçmişlerini anımsayarak varlıklarını kanıtlamaya çabalıyor. Çünkü geçmişin yoksa, yoksun demektir.
 
Korunun içinde tuhaf, abuk, yamuk bir pansiyon…
 
Ethem Onur Bilgiç’in imzasını taşıyan afiş, bizi korudaki pansiyonun dış görünüşü ile tanıştırırken, iç mekân Barış Dinçel’in iğne oyası işçiliği ve inceliğiyle oluşturduğu dekorla karşımıza çıkıyor. Sertdemir’in “Evin içine kadar sızmış koru” yorumu, Barış Dinçel’in hünerli elinde odanın zemininden mobilyaların ayaklarına, tablolardan, şöminenin içine-dışına, duvarlara, merdivenlere sarılan, yeşeren bitkilerle can buluyor. Hem de sulanacak kadar canlı. Evin köhneliği,daha doğrusu oradaki yaşamların, yaşantıların eskimişliği boş çerçevelerden, yırtık duvar kâğıtlarına, yer düştüğü halde yanmaya devam eden avizede somutlaşıyor. Avizenin yanması koru bekçisinin idam mahkûmunu anlatan sözleriyle örtüşüyor sanki: “Öldükten sonra bir iki an kendini yaşıyor sanmış. Yaşadığından değil, alışkanlıktan.” Boynu kopup düşmüş avize de, alışkanlıktan yanıyor olsa gerek.
 
Sadık Kızılağaç’ın kostümleri her zamanki gibi oyun kişileriyle, yaşam biçimleriyle uyumlu. Kerem Çetinel’in ışık tasarımı, bu oyun için gerçekten önemli olan ışık düzenini başarıyla gerçekleştiriyor.
 
Kadında Gülce Uğurlu geçmişi yinelemekte ve yineletmekteki ısrarcılığı, erkekte Burak Dur geçmişini tamamen yitirmenin boşluğunu, orman bekçisinde Çetin Etili varolmayan biriyle kendi varlığını kanıtlamanın çaresizliğini inandırıcı bir oyunculukla aktarıyorlar. Genç kızı oynayan Dicle Akbaş ve nişanlısını canlandıran Kadir Hasman gençliğin sevimliliği içinde ekiple uyum sağlıyorlar. Ayşe Demirel, oyunun bel direği rollerden birinde yılların deneyimini konuşturuyor.
 
Pansiyon sahibini oynayan Zeyno Eracar, yaşlı adamla kendine bile itiraf etmediği bir flörtü üzeri örtülü bir dişilikle sürdürürken pansiyondaki kişileri ve olayları toparlamak ustalığını da gösteriyor. Zeyno Eracar’la birlikte oyunun en başarılı diğer kişisi Mert Asutay canlandırdığı yaşlı adama kalendermeşrep bir kişiliği başarıyla oturtuyor, kenarından köşesinden çapkınlık eğilimini de yitirmeden.
 
Ayşe Demirel deneyimli oyunculuğuyla oyuna renk katıyor.
 
Absürd oyunların büyük çoğunluğu tek perde olurken, Melih Cevdet Anday iki perdeyi seçmiş. Oyunun yönetmeni aynı zamanda iyi bir yazar olduğu için hem genelde yazarlara hem de özelde Anday’a saygısından tek sözcüğe bile kıyamamış. Ama başka koşullarda bir noktadan sonra sıkıcı olabilecek oyunu, öylesine absürd bir oyun düzeniyle dinamikleştirmiş ki, başka türlüsü olamazdı diyorsunuz. Ve nasıl incelikli buluşlar… Örneğin oyunun temel taşlarından olan, kırılmasıyla olayların gidişatını etkileyen kırmızı çiçekli bardaklar. Perde sonlarında orman bekçisinin rastgele bulduğu bir kırmızı çiçeği elindeki bardağa koymasıyla bütünlenen bardaklar ve bütünlenen olay çevrimi. Elektrik sandalyesindeki infaz sırasında  kullanılan aşırı yüksek voltaj hapishane koğuşlarındaki lamba ışıklarının titremesine neden olurmuş. Orman bekçisi pansiyondakileri sorguya çekerken, pansiyon sahibi kadın ve yaşlı adam da elektrik çarpmış gibi sarsılırken, yerdeki avize dahil salondaki ışıklar da titreşiyor. Kısacası, Anday’ın şiirsel dili Sertdemir’in şiirsel dinamiğiyle buluşunca başarı gerçekleşiyor. 
 
* Eugène Ionesco
 
BBT Yunus Emre Kültür Merkezi
9.Kısım Ataköy – 0212. 414 96 47-48, 
0212. 661 38 94-95
 
 

Kafası Karışmış Kadınlar

 
 
Ece Temelkuran’ın “Bütün Kadınların Kafası Karışıktır” adlı kitabı Selen Uçar ve Seray Şahiner tarafından sahneye uyarlandı ve günümüzde geçen bir olay örgüsünün de eklendiği bir kara komedi oluşturuldu. Selen Uçer’in yönettiği oyunda Deniz Çakır, Şebnem Sönmez, Zeynep Kankonde, İpek Türktan Kaynak ve Kadir Çermik rol alıyor. Oyun her türlü baskı altında verilen yaşam mücadelesini, kadınlarının kafasındaki “sistemli karışıklığı” sorguluyor. Kocasından ayrılan yazar Ebru Uysal, bir buhran geçirir. Evinin balkonundan intihar girişiminde bulunur. Komşuları Perran, ünlü şarkıcı Meltem Kaya ve yardımcısı Aysel cama çıkarlar ve onu durdurmaya çalışırlar. Ebru’nun isyanı devam ederken yüzleşmeler yaşanır.
 
Bilgi: aysaorg.com
 

Eskişehir’de “Ağır Roman”

 
 
Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları, Metin Kaçan’ın ünlü romanından oyunlaştırılan “Ağır Roman”ın provalarına başladı.
 
2015-2016 Tiyatro sezonunun yeni oyunu Ağır Roman’ın yönetmenliğini Barış Erdenk üstleniyor. Oyun, çoğunlukla Romanların yaşadığı Kolera Mahallesinde geçiyor ve kentin ortasında sıra dışı bir yaşam süren Koleralıların, yalnızlıklarını, acılarını ve aşklarını anlatıyor. Provaları yeni başlayan oyun, dekoru, atmosferi, dansları ve sahnelenişi ile Eskişehirli tiyatro severlere farklı bir tiyatro keyfi sunmaya hazırlanıyor. 
 
Oldukça kalabalık bir oyuncu kadrosuna sahip olan müzikli oyun, Şubat ayı ortalarında seyirci ile buluşacak ve sezon boyunca sahnelenmeye devam edecek. 
 
Bilgi: 0222.211 55 00
 

Uluslararası Michael Chekhov Workshop 2016

30 Ocak – 3 Şubat arasında Kumbaracı50’de

 
 
2012'den bu yana Uluslararası Michael Chekhov Hamburg Atölyesi ve Kumbaracı50 iş birliğiyle İstanbul'da her yıl açılan Michael Chekhov Oyunculuk Eğitimi, Modül 1 için yeni katılımcılarını bekliyor.
 
"İletişime Geçmek: Şiirsel İmgeler" başlıklı ilk modülün içeriği, Konsantrasyon, Imajinasyon, Psikofiziksel Çalışmalar, Şiirde göstergeler, Hareket, Hareketin kalitesi, Kalite, Algılar, Duygular, Birlikte hareket konularından oluşuyor. Hamburg'dan Ulrich Meyer-Horsch ve Berlin'den Jobst Langhans yürütücülüğünde 30 Ocak - 3 Şubat tarihleri arasında 5 gün boyunca gerçekleştirilecek olan workshop için kayıtlar devam ediyor.
 
Katılımcıların, seçtikleri bir Nazım Hikmet şiiri üzerinde çalışacakları atölyenin dili İngilizce ve ardıl çeviri sağlanacak.
 
Detaylı bilgi ve başvuru için www.kumbaraci50.com adresi ziyaret edilebilir.
 

Tatavla Tiyatro’da 

350 Yıl Sonra Moliére

 
 
Tatavla Tiyatro, Moliére’in “Le Misantrophe / İnsandan Kaçan” oyunuyla usta yönetmen Yiğit Sertdemir’in rejisi ve Tatavla Tiyatro’nun deneyimli kadrosu ile Tatavla Sahne’de perde açıyor. Prömiyer tarihi 8 Şubat Pazartesi.
 
Moliére’in en olgun eseri olarak görülen “Le Misantrophe / İnsandan Kaçan” Paris Palais-Royal Sahnesi’ndeki ilk sahnelenişinin 350. yıl dönümünde Tatavla Sahne’de seyirciyle buluşmaya hazırlanıyor.
 
Oyunu Altıdan Sonra Tiyatro ve Kumbaracı50’nin kurucularından, Şehir Tiyatrosu sanatçısı, oyuncu, yazar ve yönetmen Yiğit Sertdemir sahneye koyuyor ve insanların ve dünyanın kokuşmuşluğunu mizahın gücüyle kaleme alan Moliére’in dünyasını, çılgınlığa varan bir eğlenceyle seyirciye ulaştırıyor. Kahkahanın hiç bir an eksik olmayacağı bu oyun, zaman zaman canınızı acıtmayı da eksik etmiyor. Farklı bir hareket düzeniyle seyirciyle buluşacak oyunun koreografisi Senem Oluz’a, sahne tasarımı Candan Seda Balaban’a ait.
 
Tatavla Tiyatro oyuncuları tarafından oynanacak oyunun başrolünü Eraslan Sağlam üstleniyor. Sağlam’a Tatavla Tiyatro’nun Ali Murat Altunmeşe, Ayça Bildik, Başak Kalkan, Ekremcan Arslandağ, Erhan Özkoç, Giray Altınok, Ömer Akgüllü, Şebnem Usanmaz, Tuba Zehra Sağlam, Ulaş Akşit, Yasemin Yeşilgöz, Yeşim Egemen Özaydın’dan oluşan kadrosu eşlik ediyor. 8 Şubat Pazartesi 20:30’da ilk gösterimini yapacak oyunun biletlerine Biletix satış noktalarından ve Tatavla Sahne gişeden ulaşabilirsiniz.
 
Bilgi için: biletix.com ve tatavlasahne.com
Firuzağa Mah. Taktaki Yokuşu-No: 2B Cihangir/Beyoğlu
0 212 233 52 30 – 0 555 735 40 49
 
 
Begüm Yamanlar, İsmail Eğler, Elena Lyakir, Şener Soysal, Egemen Tuncer, Fırat Giraygil, İrem Sözen, Nikolaj Rasmussen, Işıl Arısoy Kaya, Erdem Aydın, Can Dağarslanı, Julie Nymann katıldığı ve fotoğraf kavramının günümüzde ne anlama geldiğini araştıran İmgeyle sergisi, bu konu üzerinde çalışan sanatçıların, fotoğraf ve video mecraları arasındaki sınırları bulanıklaştıran işlerini bir araya getirerek bu mecraların geçirdiği evrimi inceliyor. 'An’ı betimlediği için durağan ve durgun, zaman içerisinde yer aldığı için hareketli ve sonsuz... 
 
Bu iki mecra arasındaki geçişlerin ve kesişme anlarının yarattığı imgesel illüzyonu yeniden yorumlayan sergi, lensin öteki tarafından baktırabilmeyi, izleyiciye “neye bakıyoruz” sorusundan çok, “nasıl bakıyoruz” sorusunu sordurmayı amaçlıyor.
 
 
Mixer : Sıraselviler Caddesi, No.35, Taksim
 
 

Cem Dinlenmiş – Görsen Kesin Tanırsın

28 Ocak – 27 Şubat 2016
 
“Dev Kaplumbağa'nın Son Günleri”, ahşap üstüne akrilik ve marker, 60 x 60 cm, 2015
 
Cem Dinlenmiş’in üçüncü solo sergisi “Görsen Kesin Tanırsın”, hayali bir inşaat firması olan Akarca İnşaat’ın hikâyesinden yola çıkarak şehirde yaşanan değişimi ironik bir bakış açısıyla irdeliyor. 
Sanatçı, güncel ve toplumsal olaylara dair yaklaşımını, kurgu ve gerçek olayları birleştirerek çalışmalarına taşıyor. Akarca İnşaat’ın, nalbur olarak kurulduğu günden bugüne Esenyurt’la birlikte yaşadığı değişimi tuval ve ahşap işlerinde izleyiciye aktaran sanatçı, ilçeye dair çizdiği şifreli haritayı da sergiliyor. 
 
İletişim: 0212. 291 77 84