Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Seçkin Selvi | Bir gerilim komedisi: "39 Basamak"

Bir gerilim komedisi: "39 Basamak"

15 Nisan 2016 - 06:04
Oyundaki sanatçılardan oluşan “Müşterek” adlı yeni topluluğun yapımcısı olduğu “39 Basamak” Tiyatro.iN ve Pangar Tiyatro’nun ortak desteğiyle perde açtı
39 BASAMAK- Yazan: John Buchan, Oyunlaştıran: Patrick Barlow, Çeviren: Mehmet Ergen, Yöneten: Mehmet Birkiye, Dekor tasarımı: Efter Tunç, Kostüm tasarımı: Ayşegül Alev, Işık tasarımı: Cem Yılmazer, Hareket düzeni: Alpaslar Karaduman, Kukla Tasarımı: Candan Seda Balaban, Oynayanlar: Demet Evgar, Engin Hepileri, Okan Yalabık, Bülent Şakrak.
 
İskoçyalı yazar ve politikacı John Buchan’ın 1915 yılında yazdığı romanı “39 Basamak”, sinemada gerilim türünün büyük ustası Alfred Hitchcock’un gözünden kaçmıyor. Hitchcock romanı uyarlayarak 1935 yılında birinci “39 Basamak” filmini çekiyor. Filmin büyük beğeni kazanması üzerine 1959’da Ralph Thomas'ın, 1978’de Don Sharp'ın yönettiği iki versiyonu daha gerçekleştiriliyor. 2008’de de TV filmi yapılıyor. Ben 1959’yapımı olan filmi (o tarihlerde filmler ülkemize beş altı yıl sonra geliyordu) seyretmiştim. Hâlâ unutamadığım sahneleri vardır. 
Patrick Barlow’un sahneye uyarladığı oyun ise 2005’ten bu yana dünyanın çeşitli tiyatrolarında oynanıyor.
 
Sonradan edebiyat, sinema ve tiyatro alanlarında çok farklı kurgusal yapımlarda uygulanmış bir trük ekseninde gelişen bu casusluk komedisi, bugün de seyircinin aynı coşkusu ve beğenisiyle izleniyor. 
 
Oyun Türkiye’de ilk kez 2007-2008 sezonunda, bir oyuncu dışında (Hakan Gerçek’in rolünü bu kez Engin Hepileri üstleniyor) aynı kadroyla Kent Oyuncuları’nda oynandı. Şimdi “Müşterek” topluluğu tarafından sahnelenen oyun, zeki kurgusu, dinamik yapısı, ucuza kaçmayan güldürü öğeleriyle eskimeyen ve eskimeyecek bir yapıt olduğunu kanıtlıyor. Efter Tunç’un oyunun akışına büyük katkısı olan, İngiltere ve İskoçya atmosferini de yansıtan dekor tasarımı, Ayşegül Alev’in dönemin giyim tarzını aktaran kostüm tasarımı, yapımın olumlu yanlarını pekiştiriyor. 
 
Demet Evgar, Engin Hepileri, Okan Yalabık, Bülent Şakrak soluk kesen bir tempoyla oynuyorlar.
 
Oyunun sürprizli gelişmesini açık etmemek için, topluluğun tanıtım yazısından bir bölümü aktarmakla yetineceğim: “1935 Ağustos'u. Richard Hannay (Engin Hepileri), can sıkıntısını dağıtmak niyetiyle bir oyun izlemek üzere tiyatroya gitmeye karar verir. Hannay, o gece tiyatroda gizemli güzel Annabella'yla (Demet Evgar) tanışır ve kendini Londra'dan İskoçya'ya uzanan çok komik, heyecanlı, hareketli, çılgın bir casusluk serüveninin ortasında bulur. Bu serüvende ise onlara pek çok rolle karşımıza çıkan soytarılar (Okan Yalabık ve Bülent Şakrak) eşlik eder.”
 
Tabii oyun, bu tanıtım yazısında göründüğü kadar kolay değil. Gerilim ile komedi unsurlarını birleştiren etmen, oyunun müthiş dunamizmi ve ritmi. Yedi sekiz yıl aradan sonra aynı rolleri (birkaç kilo fazlasıyla) oynayan Okan Yalabık ve Bülent Şakrak, saniyeler içinde yer, kılık ve kimlik değiştirerek ustalık rekoru kırıyorlar. Demet Evgar çekiciliği, Engin Hepileri zarafeti ve esnek oyunculuğuyla, Mehmet Birkiye’nin titiz oyun düzenini hayata geçiriyorlar. 
 
26, 27 Nisan, 4, 11, 12, 18  Mayıs tarihlerinde  Zorlu PSM Drama Sahnesi’nde perde açacak olan “39 Basamak”, bu yılın arkasında hoş seda bırakacak bir çalışması.
  
Bilgi için: twitter.com/39Basamak
facebook.com/39Basamak  
 

* * *

 

“Ağır Roman”ın Dayanılmaz Ağırlığı

 
İki başarılı oyuncu: Özlem Baykara Danacı ve Berkay Akın
 
Peşpeşe başarılı yapımlar sahneleyen Eskişehir B. Belediye Tiyatrosu, bu sefer yanlış bir uyarlamayla beklentimizi karşılayamadı.
 
Yazan: Metin Kaçan, Uyarlayan: Zerrin Akdenizli, Yöneten: Barış Erdenk, Müzik: Orhan Enes Kuzu, Dekor Tasarım: Emre Satı, Kostüm Tasarım: Funda Karasaç, Işık Tasarım: Zeynel Işık, Hareket Düzeni: Sibel Erdenk, Yönetmen Yard.: Özgür Onan, Oynayanlar: Berkay Akın, Emre Basalak, Özlem Boyacı, Özlem Baykara Danacı, K.Sinan Demirer, Mustafa Kılıkcı, Mert Kırlak, Serhat Onbul, Yalçın Özen, Ecren Can Serim, Mehmet Alp Sunaoğlu, Ayhan Bekdemir, Özer Bilgiç, Utku Çubukçuoğlu, Gülşah Eraraç, Berkay Osman Gökçek, Nazlı İnan, Gamze Kılıkcı, Emel Alnady Sunaoğlu, Orçun Tiryaki, Seçil Didem Üner, Müzisyenler: Tamer Çakallı, Haşim Ufuk Kuzucu.
 
Başta “Misafir”, “Caligula”, “Montserrat”, “Lüküs Hayat” olmak üzere pek çok yapımda büyük başarıyı yakalayan Eskişehir Büyükşehir Belediye Tiyatrosu, bu yıl iki önemli alışmayı sahneye taşıdı. Bunlardan biri 20. İstanbul Tiyatro Festivali’nde izleyeceğimiz “Aslan Asker Şvayk”. O oyunu sabırsızlıkla bekliyorum.
 
Aynı sabırsızlıkla beklediğim diğer oyun da Metin Kaçan’ın yapıtından oyunlaştırılan “Ağır Roman”dı. Geçtiğimiz haftalarda topluluk İstanbul’a gelince oyunu izleme  fırsatı buldum. Ne yazık ki, açıklayacağım nedenlerden dolayı oyunu yarıda bıraktım. Tamamını izlemediğim bir oyun hakkında yazı yazmak ilkelerime aykırı olsa da, çalışmalarını umutla izlediğim, tiyatroya yaklaşımlarına ve yetenekli sanatçılarına değer verdiğim bu topluluğa bir uyarıda bulunmayı da görev biliyorum. Onların iyi işler yapacaklarına olan inancım, beni (bence) olumlu ve yapıcı olan bu eleştiriyi yazmaya yöneltti.
 
Kolera Mahallesinin sakinleri
 
Tiyatronun tanıtım yazısında, oyun,beklentimizin çıtasını yükselten şu anlatımla sunuluyor: 
“Metin Kaçan'ın ünlü romanından uyarlanan "Ağır Roman", ödüllü genç yönetmen Barış Erdenk'in rejisi ile sahneleniyor. Bu oyun, Kolera Mahallesi'nde yaşayan sıra dışı insanların sıra dışı hayatlarına sızıyor. Karanlık olana aydınlıktan bakılamayacağını, Kolera Mahallesi'nin nezih semtlerden görülemeyeceğini anlatıyor. Bu oyun seyirciyi, suçun, şiddetin ve ötekileştirilmenin kasvetli dumanı altında nefes almaya çalışan insanların yaşamına tanıklık etmeye çağırıyor.”
 
İzlediğimiz oyun ise sözü edilen mahalle halkının yaşamına tanıklık etmemize olanak yaratmadı. Karanlık olana aydınlıktan bakmaya niyetimiz olmasa da, nezih semtlerden bakmaya çalışmasak da, o insanların yaşamı bize yabancılaştı, hatta bence kendilerine de yabancılaşmıştı.Sahnede içeriği olmayan, ama sanatçıların emeğinden kaynaklanan başarılı bir görsellik seyrettik.
 
Edebiyat yapıtlarının sahneye uyarlanmasının ne kadar çetin ve riskli bir iş olduğunu bilirim. Tiyatro öğrenimi yapan ve 2005’den bu yana da Yakın Doğu Üniversitesi Sahne Sanatları Fakültesi Tiyatro Bölümü’nde öğretim üyesi olan Doç.Dr. Zerrin Akdenizli’nin de bildiğine hiç kuşkum yok. Ama işte bazen insanın basireti bağlanıyor olsa gerek. Sayın Akdenizli de roman uyarlamasında en yapılmayacak yöntemi seçip, romanın neredeyse tamamını sayfa sayfa sahneye taşımış. Oysa TV yapımı olan “Ağır Roman” uyarlaması alınıp, o sahnelenebilirdi. Çünkü o uyarlamada seçilmesi gereken doğru yöntemi seçilerek, Salih ile Tina’nın ilişkisini eksen alan bir odaklanmaya gidilmişti. Bir kitapta geçen bütün konuşmaları alt alta dizince, ne yazık ki oyun diyaloğu olmuyor. Bu durumda kitaptaki hiçbir karakter boyut kazanamıyor. Mahallenin sorunları gerektiği gibi vurgulanamıyor. Belki çok ciddi bir dramaturgi çalışması yapılsaydı, oyun üç saat süren dayanılmaz hantallığından kurtarılabilirdi. Müzisyenler dahil 23 sanatçının ve oyunu sahneye koyan Barış Erdenk ile müzik, kostüm, dekor, ışık, koreografi düzenleyicilerinin büyük emeğine yazık olmuş.
 

* * *

 

Atlas Tiyatro Araştırmaları

 
 
Franz Kafka’nın ‘Açlık Sanatçısı’ adlı öyküsünden hareketle Uyarlayan-Yöneten: Sercan Özinan,
Dekor: Sanem Gençalp, Kostüm: Hilal Polat, Teaser: Erman Bostan, Oyuncular: Deniz Telek,
Hasan Ali Yıldırım, Sercan Özinan.
 
Açlık Sanatçısı, Franz Kafka’nın kaleme aldığı son yapıttır. Sanatını aç kalarak icra eden ‘sanatçı’ , yaşamı boyunca bunu devam ettirecektir. Onun için göz önünde bulunmak ve dikkatleri üzerine çekmek yeterlidir. Menajer ise sanatçının bu açlığından yararlanır ve bunu seyirlik bir eğlenceye dönüştürür. Uyarlama sürecinde Kafka’nın katmanlı metnine sadık kalınmış, bu eğlencenin görüntüsü görünür kıldırılmaya çalışılmıştır. Oyun 29 Nisan Cuma akşamı izlenebilecektir.
 
Caferağa Mah. Arayıcıbaşı Sok. No:9-Kadıköy
Rezervasyon: 0216 4052404
 

* * *

 
 

Nisan Oyunları

 
 

Ağustos Sonu

 
Ağustos Sonu, ünlü bir yazarla evli olan ve tüm hayatını onun gölgesinde geçirmiş bir kadının onun ölümünden sonra kendisinin gerçekte kim olduğunu keşfetme ve özgürlüğünü bulma hikâyesidir. 
 
On yedi yaşındayken hayranı olduğu büyük yazarla tanışıp ona âşık olan Zerrin birlikte geçirdikleri 25 yılın sonunda onu kaybettiğinde yaşamını yeni baştan kurma zorunluluğuyla karşı karşıya kalmıştır. Bunu yaparken karşısına yeni bir aşk olasılığı çıktığındaysa ömrünün yarısından fazlasında kendi kimliğini bir erkeğe bağlı olarak tanımlamış olduğu gerçeğini fark eder. Yaşamının sonbaharına doğru adım atarken belki de ilk defa kendi kendine sorar: Atıf Erkan’ın karısı olmak dışında Zerrin kimdir? 
 
Yazan: H. Can Utku, Yöneten: İdil Engindeniz Şahan, Oynayanlar: Sinem Erten, Zeynep Seda Alhas, Tonguç Dikme, Ufuk Karagöz ve Artun Özsemerciyan. 
 
 

ON

 
Geçtiğimiz sezon onuncu yılını kutlayan Tiyatro Öteki Hayatlar, bu sezona özel olarak hazırladığı “10” adlı projesinde, ilk sezondan bu yana oyunlarında sahneye çıkmış kadın oyuncularını ekibe yeni katılan oyuncularla bir araya getiriyor.
 
Oyun 2014 İstanbul’unda yaşayan 10 kadının kürtaj yaptırıp yaptırmamaya karar verme öyküleri çerçevesinde günümüz kadınının kendiyle ilgili en yaşamsal konularda ne kadar özgür olabildiğini araştırıyor.
 
0212. 243 37 20/ 0537. 278 69 69/ 0535 862 91 24 / info@otekihayatlar.com
Asmalı Sahne, Yemenici Abdüllatif Sokak Hoş Apt. No:9 Kat: 1, Beyoğlu
 

* * *

 

O’nsuz

Duyarlı ve Bilinçli Bir Belgesel

 
 
Proletar Yapım politik ve toplumsal konulu ve çeşitli ödüller alan on bir kısa filmden sonra ilk uzun metraj filmini tamamladı. “O’nsuz” adlı film Türkiye’nin yedi bölgesinde oğlunu kaybetmiş yedi annenin sıradan bir gününün hikâyesi.
 
Yönetmen Ufuk Erden, konuya yaklaşımını ve yorumunu şöyle belirliyor:
 
Ani Balıkçı, Gülsüm Çolak, Emel Korkmaz, Hüsniye Koyuncu, Yeter Sivri, Leyla Encü ve Dilşah Özgen. Türkiye’nin yedi bölgesi ve kültüründen, evladını yitirmiş yedi farklı anne. Her şeyin ilacı olarak görülen zamanın bile çaresiz kaldığı bazı anlar vardır. Tıpkı ünlü yazar Victor Hugo’nun dediği gibi; “Çocuğunu kaybeden bir anne için her gün ilk gündür; bu ıstırap ihtiyarlamaz.” Görevi her ne olursa olsun vatandaşını korumak olan, devletin kurum ve kuruluşlarının etkisi ya da ihmaliyle evladını yitiren bir annenin yaşadığı ıstırap daha da katlanılmaz. Artık ölene kadar O’nunla yaşadığı o güzel hayat ile O’nsuz yaşamak zorunda bırakıldığı acı dolu hayat arasında sıkışıp kalır. Çevresindekiler ise sonsuza kadar hem O’nsuzluğun acısını, hem de annenin sessizliğini çaresizlikle seyretmek zorundadır. 
 
O’nsuz adlı belgesel sinema projesinin asıl odak noktası, annelerin kendi hallerinde, sessizce yaşadıkları sıradan bir gününün hikâyesidir. Bunu yaparken annelerin gözyaşları üzerinden değil, içlerinde yaşadıkları o dayanılmaz acıya rağmen, hala inatla dimdik ayakta durabildiklerini belgelemek daha önemlidir. Hem bazen konuşmaya gerek yoktur, sessizce bir bakış, bir duruş, bir an, tıpkı bir fotoğraf karesi gibi her şeyi apaçık anlatır. Yıllar önce bir film repliğinde söylenen şu sözde olduğu gibi; “söyleyecek çok şeyi olan bir kadın susuyorsa, sessizliği sağır edici olabilir.” AnnaandtheKing (1999) Annelerin sessizliği de bize çok şey söyler, anlatır aslında.
 
Bizim ülkemizde her şey bir anda olur, oldubittiye getirilir ve balık hafızası gibi çok çabuk unutulur. Cinayetler, katliamlar, işkenceler, çeteler, skandallar, baskılar, zulümler, faili meçhuller, hırsızlıklar, yolsuzluklar… Sistemin tüm engellemelerine, baskısına ve sansürüne rağmen yazılan her kitap, edebi eser, sinema, tiyatro, müzik yani kısaca sanatsal her üretim O’nsuz yaşamak zorunda bırakılan ailelerin ama en çok annelerin sesidir. Başka annelerin evlatlarını yitirmemesi, böylesi acıların bir daha hiç yaşanmaması adına ortaya konulacak her çalışma gerçek sanat ve sanatçının görevidir.  
 
Bu bağlamda daha önce birbirlerini hiç görmemiş, ortak paydada hiç buluşmamış bu yedi annenin, ortak tek yönleri evlatlarını zamansızca yitirmeleridir. Aslında yedi anne nezdinde bu acı evrenseldir. Türkiye’nin herhangi bir yerinde iyi evladını –pek tabii bazı kötü örneğin tecavüz, seri katil, psikopatlık gibi suçlar işlemiş evladını kaybeden bir annenin yaşayacağı evlat acısı daha farklı olabilir- kaybetmiş bir anne ile dünyanın diğer ucunda iyi evladını kaybeden bir annenin yaşadığı boşluk aynıdır. 
 
Bunu belgelemek, belleklerde taze tutmak, görmezden gelmemek bağımsız bir sinemacı adayı olarak görevdir diye düşünüyorum. Umarım yaşanan bu acılar, bu gözyaşları hemen biter ve gelecekte benim gibi kendisini bunu belgelemeye adayacak sinemacılar hiç olmaz. Kameralarını aşka, doğaya, sevince, mutluluğa, dostluğa, kardeşliğe ve barışa yöneltir...
 
Kesinleşmiş gösterim tarih ve yerleri:
 
03 Mayıs Salı 11:30: Ankara Film Festivali Yarışması,
 
14 Mayıs Cumartesi: Adana Seyhan Belediyesi,
 
18 Mayıs Çarşamba - 21 Mayıs Cumartesi: Tunceli Belediyesi ve İlçeleri,
 
22 Mayıs Pazar: Kadıköy Nazım Hikmet Kültür Merkezi,
 
27 Mayıs Cuma - 29 Mayıs Pazar: Zonguldak Eğitim-Sen Merkez ve İlçeleri. 
 

* * *

 
 

Çağdaş Erçelik “Türk Filmi” Heykel ve Resim Sergisi

9 Nisan – 3 Mayıs 2016
 
 
Galeri Eksen’de Çağdaş Erçelik’in “Türk Filmi” temalı sergisinde filmleri ve sinema oyuncularını konu edinen heykeller ve resimler yer alıyor.
 
Maçka Caddesi| No:29| Nişantaşı| İstanbul
(0 212)  219 08 50| info@galerieksen.com
 

* * *

 
 

Gözde İlkin - 'Lekeli Mülk' / 'Stained Estate'

7 Nisan – 21 Mayıs 2016
 
“Malum Çevreler”, 625 x 349 cm.
 
Gözde İlkin’in kişisel sergisi “Lekeli Mülk” sanatçının 2014 Kasım ayında taşındığı evin karşısında yer alan Taksim İlk Yardım Hastanesi’nin yenileme projesine tanıklık etmesi ile ortaya çıkıyor. Sanatçı kişisel olarak yeni bir mekâna yerleştiği dört ay boyunca Cumhuriyet öncesine uzanan bir bakımevi hafızasına sahip hastanenin yıkım manzarasını fotoğraf ve video olarak kaydediyor. Değişen gündelik yaşam pratiği ve algısı üzerine düşünmeye başlayan İlkin, mutenalaştırma ve kentsel hafıza ile ilgili yazan antropolog Umut Yıldırım ile çalışmaya başlıyor. 
Umut Yıldırım’ın Narmanlı Han üzerine yazdığı “Pas” metninden esinlenen sanatçı, metalin veya bitkinin kendi kendini yok ederken pasını var etmesini; pasın ise yok ederken, yokluğun izini bırakırken var olagelmesini düşünmeye ve görselleştirmeye başlıyor. “Bir enkazın hissi, formu, materyali nedir?” sorusuna odaklanan İlkin, pas lekesinin sunduğu yokluk izine dikiş ile oluşturduğu görüntüler ekliyor. Sanatçı bu sergisinde ilk kez kumaşın zeminini dolduran, kapatan bir malzeme kullanmayarak yıkım ve yokluk üzerinden açığa çıkan formların belirteci olarak “Pas” tortusunu kullanıyor. Bu yeni seri işlere, olay mahallini gözetleyen videolar da eşlik ediyor.
 
“Lekeli Mülk”, 7 Nisan’dan 21 Mayıs’a dek Salı'dan Cumartesi'ye 11:00-18:00 saatleri arasında izleyicilere açık olacaktır.
 
Kemankeş mah. Mumhane cad. Laroz Han 67 Karaköy
info@artsumer.com / www.artsumer.com