Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Orhan Tüleylioğlu | Zulmet sevinci
02 Ocak 2013 - 09:01
Genç yaşta kaybettiğimiz, Türk edebiyatının en önemli yazarlarından Sevgi Soysal, 12 Mart döneminde tutuklandığında, cezaevindeki koşullarını bir öyküye taşımıştı...
12 Mart dönemi, sol sözcüğüne yakın her insanın, baskının ve zorbalığın öznesi kılındığı bir dönemdi. Bu dönemde, Türk düşünce ve sanat hayatı, tarihinde görülmemiş biçimde saldırıya uğramış, evlerden kitaplar toplatılmış, ilerici aydınlar, yazarlar, öğrenciler, işçiler, öğretmenler, gözaltına alınmış; bunlardan bir kısmı “gizli örgüt” kurma suçuyla yargılanmıştı.

12 Mart, Sevgi Soysal’ın hayatı ve yazarlığı üzerinde de derin izler bırakacaktı. Önce “Yürümek” adlı romanı, müstehcenlik gerekçesiyle toplatıldı, ardından siyasal nedenlerle tutuklandı ve sekiz ay Ankara Yıldırım Bölge’de, iki buçuk ay da sürgüne gönderildiği Adana’da kaldı. Ancak 12 Mart, yazarın öykülerini tutuklayamayacaktı. Sevgi Soysal, tutukevinden, “Yenişehir’de Bir Öğle Vakti” ve “Şafak” romanlarıyla, “Barış Adlı Çocuk” öykü kitabı ve anılarıyla çıktı.

"Zulmet Sevinci", Efnan
Dervişoğlu'nun derlediği,
Sel Yayınları'ndan çıkan
"Kadın Öykülerinde Ankara"
kitabında bulunuyor.
Ankara’nın değişimini, kaybolan kimliğini, oluşmaya başlayan kent burjuvazisini, devrimci mücadelesini yapıtlarına taşıyan yazar, “Zulmet Sevinci” öyküsünde kırk kadar kız-kadın siyasi tutuklunun bulunduğu koğuşta bir tutuklunun karar için mahkemeye götürülüşünü anlatır. Cezaevi koşulları kötüdür; koğuş, yazarın değimiyle ahırdan bozma bir koğuştur. Ama ona göre, nice baskının, zorluğun yaşandığı bu cezaevi, hayatın o insanı kıl testeresiyle ince ince eskiten zorluğundan daha iyidir. Mahkemenin sonucunun hayatını bir anda değiştirebileceğini düşünür. Ama o, mahkemenin vereceği kararla değil, sadece birkaç saatliğine de olsa dışarıya çıkmakla ilgilidir. Bir cipe bindirilir. Ankara, akıl almaz güzellikte bir bahar gününü yaşamaktadır. Cipin ufak penceresinden dışarıya, her zaman gördüğü şeylere büyük değişiklikler, büyüler, başkalıklar, yeni güzellikler, anlamlar katarak bakar: “Sanki değişen sadece hava, gelen sadece bahar. Kentin bir yerlerinde tutukevleri, demir sürgüler, tomsonlar, dikenli teller, gözcü kuleleri, işkence evleri yokmuş ya da bütün bunlar hep varmış gibi. Öylesine gündelik, öylesine sıradan her şey… Bu cipin içinde kelepçeli bir kadın olduğunu bilseler bile onlar için ne fark eder? Nedir hürriyet? Hele bu kalabalık için.”

Bir süre sonra yargıcın karşısına çıkar. Ve sonunda karar açıklanır: “Tutukluluğunun sürmesine…”

Sevgi Soysal’ın bir tutuklunun dünyasını, iç hesaplaşmasını büyük bir ustalıkla anlattığı öyküsü şöyle sona erer:
“Bir an önce olsun, bir an önce bitsin mahkeme. Bir an önce koğuşuma, kızların yanına döneyim. Günümüzü, kalın demir kapıyı, dikenli telleri, tomsonlu erleri, polis Zafer’in haykırışını, ranzalarımızı, elden ele eskittiğimiz kitaplarımızı, karavanamızı paylaşmak için. Zulmeti paylaşmak, bulaşa bulaşa direnmek için. Sonra, öğleden sonra voltasında dikenli telin dibinde bitivermiş çiçeğe sevineceğiz. Koğuş arkadaşlarım bekler şimdi beni. Şimdi yalnız onları sevip özleyebilirim. Ortak zulmeti; telin dibinde açan çiçeği, zulmet sevincini.”

Sevgi Soysal Ankara’da yaşadı, Ankara’yı yazdı; okundu, eleştirildi ve ödüllendirildi. 40 yaşında yaşama veda eden yazar, ardında derin bir iz bıraktı…