Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Orhan Tüleylioğlu | Ölümsüz!...
23 Ocak 2013 - 07:01
Ülkemizde araştırmacı gazeteciliğin öncüsüydü Uğur Mumcu. “Çağdaş insan, emeğin üstünlüğüne, demokrasinin erdemine ve bağımsızlığın kutsallığına inanan adam demektir” diyordu.
Uğur Mumcu’nun alçakça bir saldırı sonucu aramızdan ayrılışının üzerinden 20 yıl geçti.

Uğur Mumcu, güçlü bir yazar, titiz bir araştırmacı, usta bir gazeteci, ödün vermez bir Atatürkçü, bir devrimci demokrattı.

Her yazısı bu ülkenin ve halkın bir sorununu yansıtıyordu. Yüreği, her zaman demokrasi ve özgürlük için, bu yurt, bu halk için çarpıyordu. Yazılarında haksızlıkları, sömürüleri, adaletsizlikleri kimseden korkmadan, çekinmeden tek tek sergiledi. Topluma, gerici ve karanlık güçlerin yön vermesine izin vermedi.

Uğur Mumcu, “bilgi sahibi olunmadan fikir sahibi olunmaz” ilkesini ülkemizin gündemine hiç çıkmayacak biçimde yerleştiren bir düşünce adamıydı.

Ülkemizde araştırmacı gazeteciliğin öncüsüydü Uğur Mumcu. Tutuculuğa, sömürüye, yolsuzluğa, teröre karşı akılla ve bilgiyle savaşımın simgesiydi.

Uğur Mumcu, “Çağdaş insan, emeğin üstünlüğüne, demokrasinin erdemine ve bağımsızlığın kutsallığına inanan adam demektir” diyordu.

O, ülkesinin aydınlık geleceğine inanıyordu. Bir an olsun umutsuzluğa kapılmadı. Yazılarında insanca yaşanacak bir Türkiye düşünü anlattı. Bir yazısında, “Okumayan, yazmayan, düşünmeyen toplumlar içten içe çürürler. Türkiye böyle bir sürece sokulmuştur. İş bitirmeye, köşe dönmeye koşullandırılmış bir toplum, eninde sonunda bu hovardalığın faturasını öder. Gidiş, o gidiştir...” diyordu.

Uğur Mumcu’nun yazdığı her yazı bugüne ışık tuttu.

Uğur Mumcu aydınlığı; bilgimizi, özgürlüğümüzü çoğaltmaya; duygularımızı ve düşüncelerimizi zenginleştirmeye, bize yol göstermeye ve uyarmaya devam ediyor…


Kır Çiçekleri...

Bugün daktilomun başında, yıllardan beri ilk kez ne yazacağımı düşünerek, dakikalarca durdum. Elim bir türlü tuşlara varmadı. Ne yazayım bugün?

İnsan, içindeki sıkıntılarla boğuştu mu, sözcükler bir dönme dolap gibi beyninizde döner durur. Öyle ki, sözcükleri beyninizden, yüreğinizden ve dilinizden çekip daktilo şeridine varamaz, ak kâğıt üzerine siyah harfleri, siyah sözcükleri dizemez, noktaları, virgülleri koyamazsınız... Çünkü, sözcüklerin kendi dünyaları vardır; bu dünyalar, güneş çevresinde dönen küreler gibi beynimizde, vicdanımızda, yüreğimizde döner dururlar...

Sözcükler, gün olur uzanamadığımız yıldızlar kadar uzak, gün olur hoyratça ezip geçtiğimiz kır çiçekleri gibi bizlere yakın olurlar. Ve biz çoğu kez bu uzaklığı da, bu yakınlığı da ölçüp biçemeyiz. Ve sözcükler yüreklerimizde, vicdanlarımızda, beyinlerimizde ve de atardamarlarımızda döner, dururlar...

Bugün hiç yazı yazmasam diyorum, gitsem bir dağ başına, gitsem, kır çiçekleri toplasam, bunları bir demet yapsam; desem ki, bu çiçeğin adı, “Erdem”, bunun “Onur”, bunun “İnanç”...
Ne yazayım bugün?

Çevrenize şöyle bir bakın. Bir bakın akıp geçen olaylara, bir bakın tanık olduğunuz ya da duyduğunuz olaylara, bakın. Kimi zaman, onur çiçekleri ile, inanç çiçekleri ile bezenmiş insanlarla karşılaşırız. Kimi zaman da bin bir yalanın belini bükmüş, yolsuzlukların saçaklarına tutunup, sirk cambazları gibi sıçrayıp durmuş insan müsveddeleri ile....

Ve hep onlar kazanmış; hep onlar günlerini gün etmiş. Para mı? Onlarda. Pul mu? Onlarda. Hep bir elleri balda, bir elleri yağda, öyle yaşamışlar. Kaplumbağa gibi, bin bir yalanın sığdığı başlarını, gerekince kalın kabuklarının içine çekerek, yılan gibi kıvrılarak, bukalemun gibi kondukları, yerleştikleri yere uyarak yaşamışlardır.

Ne yazsam bugün?

Eski dosyaları mı çıkarsam? Hayır çıkarmayacağım! Geçmiş olaylardan vicdan muhasebelerine sayfalar mı açsam? Hayır, açmayacağım! Düne, önceki güne, daha öncesine mi uzansam? Hayır uzanmayacağım!

Ne yazsam bugün?

Canım bir dağ başında kır çiçekleri toplamak istiyor. Kıbrıs’tan kopup gelen ılık güney rüzgârları ile, Ege’nin güneşli sabahlarından kaçamak gelen ışıklarla, ülkemin dört bir yanından toplayacağım kır çiçeklerini bir vazoya yerleştirip “İşte” desem, işte yıllarca yazmak isteyip de yazamadığım bunlar, işte bunlar...
Çiçekler yan yana, çiçekler aynı topraktan gelme ve aynı suyun içinde; biri “İnanç” biri “Erdem”, biri “Onur...”

Bugün ne yazsam, ne yazsam acaba?

Daktilomun başında yıllardan beri ilk kez, yazacağım yazının soru işaretine takılıp dakikalarca düşünüp duruyorum. Sözcükleri, daktilonun tuşlarından kara şeride bir türlü çarpamıyorum. Yanıma oğlum “Özgür” geliyor, “Ne düşünüyorsun baba?” diyor. Sonra okuyor.

- Beni yaz baba beni yaz, benim adımı yaz, benden söz et baba, benden söz et.

Duruyorum, düşünüyorum, düşünüyorum yine düşünüyorum.

Bir dağ başına gitsem, kır çiçekleri toplasam ve sonra, evet ve sonra... ve... ve... ve...

Bugün ne yazsam?..


Uğur Mumcu
(Cumhuriyet, 5 Aralık 1981)