Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Orhan Tüleylioğlu | O adam, o kadın ve öteki….

O adam, o kadın ve öteki….

29 Ocak 2014 - 10:01
Truffaut, güncel konuları ve modaları reddediyordu. Bu tavrı, bir özgürlük ve zamanın ruhunun bulaşmamış olduğu bir saflık ihtiyacından kaynaklanıyordu

Fransız sinemasının efsane yönetmeni, Yeni Dalga akımının öncülerinden François Truffaut sinema serüvenine eleştirmen olarak başladı. 1950’lerin ortasında etkili Cahiers du Cinéma dergisinde provokatör  diye isim yapmış bir eleştirmendi. Sert bir eleştirmenlik yürüttüğü bir başka dergi olan Art’da yirmi beş yaşında şunları yazmıştı:

 

“Yarının filmi kamera memurlarınca yöneltilmeyecek, film çekmenin kendi paylarına harika ve heyecan verici bir macera olduğu sanatçılarca yönetilecek. Yarının filmi onu yapan kişiye benzeyecek, izleyici sayısı da yönetmenin sahip olduğu arkadaş sayısıyla oranlı olacak. Yarının filmi bir aşk işi olacak.”

 

Bu sözleri söylemesinden iki yıl sonra Truffaut ilk filmi olan "400 Darbe" ile ortalığı birbirine katacaktı. Genç ve hızlı eleştirmen, sinemaya da el atıyor ve ilk filmiyle Cannes’da ödül alarak, yalnızca Yeni-Dalga’nın en etkileyici filmini değil, tüm bir Avrupa Yeni Dalga’sının manifesto-filmini imzalıyor, filmin ticari ve eleştirel anlamdaki başarısı onun uluslararası arenada tanınmasını sağlıyordu.

 

Onun için dönüm noktası, 27 kez izlediği "Yurttaş Kane" olmuştu: “Amerikan sinemasının tipik bir örneği değildi kesinlikle, ama Hollywood’da sevdiğimiz her şeyin Avrupa sinemasında sevdiğimiz her şeyle birleştiği bir filmdi. İnanılmaz derecede eksiksiz bir filmdir.”

 

Renoir ve Hitchcock en sevdiği, söyleşilerde isimleri en sık geçen iki yönetmendi. Truffaut, Hitchcock’un sinemasının gücünü sadece görüntüyle resmedebildiğini, Renoir içinse sözcüklerin çok daha önemli olduğunu düşünüyordu. Renoir gibi gerilim filmleri, Hitchcock gibi de duygusal filmler çekmek istediğini söylemişti.

 

Truffaut, bütün söyleşilerde ‘toplumsal sinema’ karşısında tiksinti duyduğu vurguluyordu: “Bu filmler bir şekilde sinemaya ihanet ediyor, bunlar teorik gösteriler… Bu konuda yanlış anlaşılmak istemem. Gerçekçi filmleri çok seviyorum, benim karşı olduğum ‘toplumsal’ sinema…”

 

Truffaut, güncel konuları ve modaları reddediyordu. Bu tavrı, bir özgürlük ve zamanın ruhunun bulaşmamış olduğu bir saflık ihtiyacından kaynaklanıyordu. Ona göre, ebedi bir tema olan aşk, toplumsal sorunlardan daha önemliydi. Çünkü duygusal ilişkilerde, toplumsal ilişkilerde olduğundan daha fazla gerçek gizliydi:

 

“Ben hep aşk hakkında filmler yapıyorum; başka konular ilgimi çekmiyor çünkü, sadece hislere ilgi duyuyorum. Bir de çocukların o büyülü dünyası. Nitekim aşk hakkında kafamda 30 film var; bunların hepsini çekmeyi amaçlıyorum. Aşk; bu büyük insani motor özellik, tek ortak paydamızdır….Aşktan bahsetmek daha büyük yetenek ister ve insanı sırf bir hikaye anlatma çerçevesinin ötesine geçmeye zorlar. Hem hayatta insanın başına gelen karşılaşmalar o kadar gizemlidir ki, bunu yansıtmayı başarmak o kadar zordur ki, benim merakımı gidermeye yeter. Dolayısıyla benim çoğu filmimin konusu dünyanın en sıradan bu olayıdır: O adam, o kadın ve öteki.”

 

Jeanne Moreau, Henri Serre ve Oskar Werner, Truffaut'nun 1962 tarihli filmi "Jules et Jim / Jules ve Jim"de.

 

Truffaut’nun dünyasında aşk ister takıntılı, ister keşifçi olsun kadınların alanıydı: “Erkekler aşk hakkında hiçbir şey bilmezler. Onlar her zaman başlangıç seviyesindedir. Kadın kahraman her zaman daha güçlüdür.”

 

Ronald Bergan, "François Truffaut" adlı kitabında, ünlü yönetmenle 1960- 1981 yılları arasında yapılan söyleşileri bir araya getiriyor. Kitap, Truffaut’nun filmleri ve düşüncesindeki derinlikleri keşfetme fırsatı sunuyor.

 

Truffaut söyleşiler boyunca çocukluğunu, korkularını, aşklarını, nefretlerini, filmlerini, filmlerinin perde arkasını ve oyuncularla çalışma yöntemlerini anlatırken, sinema hakkındaki görüşlerini açıkça dile getiriyor:

 

 “Sinemada yozlaşma döneminin başlangıcı olan film, ilk James Bond filmi "Dr. No"dur. O zamana dek sinemanın rolü büyük ölçüde, izleyicinin inanacağını umarak bir hikaye anlatmak olmuştu… Dünya çapında ilk kez izleyici kitleleri sinema sanatının yozlaşması anlamına gelen şeye maruz kalmışlardır; hayatla da romantik geleneklerle de ilgisi olmayan, sadece başka filmlerle ilgisi olan ve onları öne çıkaran bir sinema türü…”

 

"Piyanisti Vurun", "Jules ve Jim", "Yumuşak Ten", "Fahrenheit 451", "Siyah Gelinlik", "Çalınmış Buseler", "Vahşi Çocuk", "Ev Hali", "Genç ve Güzel", "Güneşte Gece", "Cep Harçlığı", "Kadınları Seven Adam", "Yeşil Oda", "Son Metro", "Penceredeki Kadın", "Neşeli Pazar" filmlerinin unutulmaz yönetmeni François Truffaut, 52 yaşında beyin tümörü yüzünden yaşamını kaybetmeden önce “Küçük Hırsız” filmi üzerinde çalışıyordu. Truffaut’nun bu filmini daha sonra Claude Miller beyazperdeye aktardı.

 

(François Truffaut/ Derleyen: Ronald Bergan/ Türkçesi: Ebru Kılıç/ Agora Kitaplığı)