Milliyet Sanat »Yazarlar » Orhan Tüleylioğlu | Hüzün vadisinde kanatlarını aç
Hüzün vadisinde kanatlarını aç
22 Mayıs 2013 - 01:05Sontag, çok yönlü bir insandı, edebiyatın ve vicdanın sesiydi. Margaret Atwood’un dediği gibi, o, krala, ‘Kral çıplak’ diyen çocuktuAmerika’nın en tanınan ve sevilen yazarlarından biri olan Susan Sontag, roman ve denemeleri kadar sinemacılığı, tiyatroculuğu ve fotoğraf üzerine yazdıklarıyla da adını duyurmuş, sıkı bir muhalif ve eylemciydi. 17 kitap yazdı, yazdıkları 32 dile çevrildi. Yaşamı boyunca aktif bir insan hakları savunucusu ve savaş karşıtı olarak çalıştı, “çağın vicdanı” olarak nitelendirildi. ABD politikalarını eleştiren açıklamalarıyla dikkat çeken yazar, özellikle ABD’nin Irak ve Ortadoğu politikalarını eleştirirken sözünü hiç sakınmadı. "Bir Metafor Olarak Hastalık", "Amerika’da", "Yanardağ Sevgilim", "Ben Vesaire", "Fotoğraf Üzerine", "Sanatçı: Örnek Bir Çilekeş" gibi yapıtları Türkçeye de çevrildi.
“Okumanın ve içedönüklüğün ayaklar altına alındığı bu çağda edebiyat özgürlüğün ta kendisidir” diyen Sontag, 2003’te yayımladığı “Başkalarının Acısına Bakmak” kitabında Amerikan İç Savaşı, Birinci Dünya Savaşı ve Nazi Ölüm Kamplarından, Bosna, Sierra Leone, Raunda, İsrail, Filistin ve 11 Eylül 2001 New York City trajedilerine uzanarak savaş fotoğrafçılığının misyonu ve başkalarının acılarına karşı duyarlı olmak üzerine eleştirilerini dile getirirken unutulmaz bir klasiğe de imza atıyordu.
Susan Sontag 11 Eylül’den sonra New York’un göbeğinden dünyaya seslenen makalesinde (Hep Birlikte Aptallaşmayalım, Le Monde, 18 Eylül 2001), bu eylemlerin uygarlığa, özgürlüğe, insanlığa ya da özgür dünyaya yapılmış korkakça bir saldırı olmadığını, kendini dünyanın süper gücü ilan etmiş ABD’ye karşı, onun süregelen Amerikan çıkarlarını korumaya yönelik politikaları yüzünden yapılmış bir saldırı olduğunu vurguluyor ve şunları söylüyordu:
“Günümüzün ve geleceğin Amerikalı yöneticileri, bizlere görevlerinin bir manipülasyondan ibaret olduğunu gösteriyorlar: Güven vermek ve acıyı dindirmek. Bir demokrasi alışkanlığının –ihtilaflara yol açan ve açıkyürekliliği teşvik eden bir politika olarak – yerini bugün bir psikoterapi almıştır. Hep birlikte acı çekelim. Ancak hep birlikte aptallaşmayalım. Bir parça tarihsel bilinç, bizlere bugün olup bitenleri ve olabilecekleri anlayabilmemiz için yardımcı olabilir. ‘Ülkemiz güçlüdür’ demeyi sürdürüyoruz hep. Kendi açımdan, bunu söylemek benim acımı hiçbir biçimde dindirmiyor. Kim Amerika’nın güçlü olduğundan kuşku duyabilir ki? Ancak Amerika sadece bundan ibaret olmamalı.”
Sontag, çok yönlü bir insandı, edebiyatın ve vicdanın sesiydi. Margaret Atwood’un dediği gibi, o, krala, ‘Kral çıplak’ diyen çocuktu. Susan Sontag, kendini hep ‘edebi öğrenci’ saymıştı. Sonsuzluğun, hiçliğin içine çekilmeyi asla istemedi. Özlemlerini cisimleştirircesine yaşadı. Yaşadığı gibi öldü.
Ünlü yazarın oğlu David Rieff şunları söyleyecekti: “Hastalığının büyük bir bölümünde, ölümü düşünmek yerine hâlâ lokantaların ve kitapların adlarını listelemekle, alıntıları ve yaşanmış olayları not etmekle, projeler yazmakla ve yolculuk takvimleri hazırlamakla ilgilendi; ben de bütün bunların, annemin bir başka gelecek parçacığı uğruna sonuna dek savaşması anlamına geldiğini kavradım.”
Sontag, meme kanseri için kemoterapi gördüğü sırada tuttuğu günlüklerden birinde kendine, “neşeli, kedere karşı kayıtsız ve sakin olma”yı emretmiş ve şunu eklemişti: “Hüzün vadisinde kanatlarını aç.”
“Okumanın ve içedönüklüğün ayaklar altına alındığı bu çağda edebiyat özgürlüğün ta kendisidir” diyen Sontag, 2003’te yayımladığı “Başkalarının Acısına Bakmak” kitabında Amerikan İç Savaşı, Birinci Dünya Savaşı ve Nazi Ölüm Kamplarından, Bosna, Sierra Leone, Raunda, İsrail, Filistin ve 11 Eylül 2001 New York City trajedilerine uzanarak savaş fotoğrafçılığının misyonu ve başkalarının acılarına karşı duyarlı olmak üzerine eleştirilerini dile getirirken unutulmaz bir klasiğe de imza atıyordu.
Susan Sontag 11 Eylül’den sonra New York’un göbeğinden dünyaya seslenen makalesinde (Hep Birlikte Aptallaşmayalım, Le Monde, 18 Eylül 2001), bu eylemlerin uygarlığa, özgürlüğe, insanlığa ya da özgür dünyaya yapılmış korkakça bir saldırı olmadığını, kendini dünyanın süper gücü ilan etmiş ABD’ye karşı, onun süregelen Amerikan çıkarlarını korumaya yönelik politikaları yüzünden yapılmış bir saldırı olduğunu vurguluyor ve şunları söylüyordu:
“Günümüzün ve geleceğin Amerikalı yöneticileri, bizlere görevlerinin bir manipülasyondan ibaret olduğunu gösteriyorlar: Güven vermek ve acıyı dindirmek. Bir demokrasi alışkanlığının –ihtilaflara yol açan ve açıkyürekliliği teşvik eden bir politika olarak – yerini bugün bir psikoterapi almıştır. Hep birlikte acı çekelim. Ancak hep birlikte aptallaşmayalım. Bir parça tarihsel bilinç, bizlere bugün olup bitenleri ve olabilecekleri anlayabilmemiz için yardımcı olabilir. ‘Ülkemiz güçlüdür’ demeyi sürdürüyoruz hep. Kendi açımdan, bunu söylemek benim acımı hiçbir biçimde dindirmiyor. Kim Amerika’nın güçlü olduğundan kuşku duyabilir ki? Ancak Amerika sadece bundan ibaret olmamalı.”
Sontag, çok yönlü bir insandı, edebiyatın ve vicdanın sesiydi. Margaret Atwood’un dediği gibi, o, krala, ‘Kral çıplak’ diyen çocuktu. Susan Sontag, kendini hep ‘edebi öğrenci’ saymıştı. Sonsuzluğun, hiçliğin içine çekilmeyi asla istemedi. Özlemlerini cisimleştirircesine yaşadı. Yaşadığı gibi öldü.
Ünlü yazarın oğlu David Rieff şunları söyleyecekti: “Hastalığının büyük bir bölümünde, ölümü düşünmek yerine hâlâ lokantaların ve kitapların adlarını listelemekle, alıntıları ve yaşanmış olayları not etmekle, projeler yazmakla ve yolculuk takvimleri hazırlamakla ilgilendi; ben de bütün bunların, annemin bir başka gelecek parçacığı uğruna sonuna dek savaşması anlamına geldiğini kavradım.”
Sontag, meme kanseri için kemoterapi gördüğü sırada tuttuğu günlüklerden birinde kendine, “neşeli, kedere karşı kayıtsız ve sakin olma”yı emretmiş ve şunu eklemişti: “Hüzün vadisinde kanatlarını aç.”
Etiketler: aktivist Ben Vesaire bir Metafor Olarak Hastalık Fotoğraf Üzerine Irak Savaşı Orhan Tüleylioğlu Susan Sontag yanardağ Sevgilim