Milliyet Sanat »Yazarlar » Orhan Tüleylioğlu | Hızlı para, hızlı savaş…
Hızlı para, hızlı savaş…
18 Eylül 2013 - 11:09Modernlik, zamanı doğadan ayırdı ve onun yerine kendi zamanını inşa etti. Tüm dünyayı saat ve takvimin yapaylığı üzerine yapılandırdıZamanın İngilizce’de en çok kullanılan sözcük olduğu söylenir. Gerçekten de zaman ölçüleri dikenli tel gibi kuşatır yaşamımızı. Trafik ışıkları, ayarlanmış programlara bağlıdır. Telefon, saati gösterir; televizyondaki sabah programlarında sabit bir saat vardır; havaalanlarında, otellerde, binalarda, caddelerde saatler vardır. Bunlar tarih ve saatin ilerleyişini, saniyenin onda birine kadar göstererek yarışıp dururlar. Çalar saatler uykuyu korkuya boğar; uyanmak zorunda oldukları her gün, birçok insanın uyanır uyanmaz aklındaki ilk düşünce şu olur: “Saat kaç? Geç mi kaldım?”
Jay Griffiths, “Tik Tak - Zamana Kaçamak Bir Bakış” adlı kitabında, “Zaman”ın son derece politik olduğunu, modern Batı’da zamanın, kültürel emperyalizmin gizli bir öğesi durumuna geldiğini söyler. Ona göre saat, zamanın eş anlamlısı değil, karşıtıdır. Bugün kullandığımız saat, zamana yapılan bir ihanettir. Çünkü, modernlik, zamanı doğadan ayırdı ve onun yerine kendi zamanını inşa etti. Tüm dünyayı saat ve takvimin yapaylığı üzerine yapılandırdı. Kent hayatında, saat zorunlu bir ihtiyaçtır artık, çünkü zamanı söylemenin başka bir yolu yoktur. Doğa milyonlarca tür zamanı bilirken, modernliğin saati, yalnız bir tanesini biliyor.
Mekanik saatin icadı, doğaya karşı kazanılan büyük bir zaferdi. Mekanik saatlerle, yapay zaman kanatlandı. Zaman, çok daha geniş bir ölçekte iktidarla ilişkili hale geldi; bu yüzden yöneticiler, hükümetler otoritelerini sağlamak veya pekiştirmek için ondan yararlandılar. Kapitalizmin başlangıcıyla zaman, tüm diğer şeyler gibi, kapitalist borsayı inşa etmek için kullanılmaya başlandı. O sıralarda Benjamin Franklin sahneye çıktı ve şunu söyledi: “Vakit nakittir.” Bu küçük tehlikeli yalan, dünyayı öyle bir dolandırmaya başlamıştı ki zamanı satın alabilmek, çalmak, harcamak ve biriktirmek mümkün hale gelmişti. Sonra ortalık vicdansız cimrilerle, zaman muhasebecileriyle dolmaya başladı; zamana bozuk paralar kadar katı, değişmez, tekbiçimli bir ticari değer biçildi. İktidar sahibi olanlar, diğerlerinin zamanını zincire vurdular; kölelikten başka bir şey değildi bu. Böylece köleler, iş yavaşlatma eylemleriyle, gecikme ve yavaşlıkla iktidardakilerden kurtulmaya çalışarak, zamanı sessizlikle uzatıp şarkılarla kısaltarak, onu bir protesto aracı olarak kullandılar.
Batılılaşmış modern toplumlarda zamanın tüm kötüye kullanımlarını eleştiren Jay Griffiths şunları söyler:
“Şimdi zamanın en hakim metaforu paradır. Yalnızca ‘vakit nakittir’ desin diye yapılmış bir makineye benzeyen şirketler üstü örtülü bir faşizm yarattı; ‘vakit nakittir’ lafı bir yalan. Hem kimin vakti, kimin nakitine dönüşüyor, kim kimin vaktine sahip? Bir insanın vaktini başkasının parasına çevirmek midir bunun anlamı? Modernlik zamanı tanımıyor. Saat, takan kişiyi toplumsal bir kopuşa götürüyor. Modernliğin takıntılı zaman ölçümleri, insanı zamanın kendisine yabancılaştırıyor; zamanın bu ölçülere dilimlenmesi insanı, zamanın gerçekte deneyimlediği şekliyle dilimlemekten uzaklaştırıyor. Hızlı arabalar, ayaküstü yenen yemekler, hızlı para, hızlı savaş. Her şey hızlı, aptalca ve vakitsiz...”
Saatlerle dolu kentlerden, zamanı yaşanılmaz kılan hızdan korunmak için kendi zamanınızı arayın derim.
Jay Griffiths, “Tik Tak - Zamana Kaçamak Bir Bakış” adlı kitabında, “Zaman”ın son derece politik olduğunu, modern Batı’da zamanın, kültürel emperyalizmin gizli bir öğesi durumuna geldiğini söyler. Ona göre saat, zamanın eş anlamlısı değil, karşıtıdır. Bugün kullandığımız saat, zamana yapılan bir ihanettir. Çünkü, modernlik, zamanı doğadan ayırdı ve onun yerine kendi zamanını inşa etti. Tüm dünyayı saat ve takvimin yapaylığı üzerine yapılandırdı. Kent hayatında, saat zorunlu bir ihtiyaçtır artık, çünkü zamanı söylemenin başka bir yolu yoktur. Doğa milyonlarca tür zamanı bilirken, modernliğin saati, yalnız bir tanesini biliyor.
Mekanik saatin icadı, doğaya karşı kazanılan büyük bir zaferdi. Mekanik saatlerle, yapay zaman kanatlandı. Zaman, çok daha geniş bir ölçekte iktidarla ilişkili hale geldi; bu yüzden yöneticiler, hükümetler otoritelerini sağlamak veya pekiştirmek için ondan yararlandılar. Kapitalizmin başlangıcıyla zaman, tüm diğer şeyler gibi, kapitalist borsayı inşa etmek için kullanılmaya başlandı. O sıralarda Benjamin Franklin sahneye çıktı ve şunu söyledi: “Vakit nakittir.” Bu küçük tehlikeli yalan, dünyayı öyle bir dolandırmaya başlamıştı ki zamanı satın alabilmek, çalmak, harcamak ve biriktirmek mümkün hale gelmişti. Sonra ortalık vicdansız cimrilerle, zaman muhasebecileriyle dolmaya başladı; zamana bozuk paralar kadar katı, değişmez, tekbiçimli bir ticari değer biçildi. İktidar sahibi olanlar, diğerlerinin zamanını zincire vurdular; kölelikten başka bir şey değildi bu. Böylece köleler, iş yavaşlatma eylemleriyle, gecikme ve yavaşlıkla iktidardakilerden kurtulmaya çalışarak, zamanı sessizlikle uzatıp şarkılarla kısaltarak, onu bir protesto aracı olarak kullandılar.
Batılılaşmış modern toplumlarda zamanın tüm kötüye kullanımlarını eleştiren Jay Griffiths şunları söyler:
“Şimdi zamanın en hakim metaforu paradır. Yalnızca ‘vakit nakittir’ desin diye yapılmış bir makineye benzeyen şirketler üstü örtülü bir faşizm yarattı; ‘vakit nakittir’ lafı bir yalan. Hem kimin vakti, kimin nakitine dönüşüyor, kim kimin vaktine sahip? Bir insanın vaktini başkasının parasına çevirmek midir bunun anlamı? Modernlik zamanı tanımıyor. Saat, takan kişiyi toplumsal bir kopuşa götürüyor. Modernliğin takıntılı zaman ölçümleri, insanı zamanın kendisine yabancılaştırıyor; zamanın bu ölçülere dilimlenmesi insanı, zamanın gerçekte deneyimlediği şekliyle dilimlemekten uzaklaştırıyor. Hızlı arabalar, ayaküstü yenen yemekler, hızlı para, hızlı savaş. Her şey hızlı, aptalca ve vakitsiz...”
Saatlerle dolu kentlerden, zamanı yaşanılmaz kılan hızdan korunmak için kendi zamanınızı arayın derim.