Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Orhan Tüleylioğlu | Gerçeği arama cesareti
09 Ekim 2013 - 12:10 | Necip Mahfuz, bir başka Mısırlı yazar Cemal el Hitani ile Kahire'de Mısırlı edebiyatçıların durağı Café Riche'te.
Mısırlı roman yazarı Necip Mahfuz 1988'de Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanınca Mısır’ın El Ahram gazetesi şu başlığı atmıştı: “Nobel, Necip Mahfuz ödülünü kazandı.”Mısırlı yazar Necip Mahfuz, 1988’de Nobel Edebiyat Ödülü’ne değer görülmesiyle dünya çapında ünlü bir yazar haline geldi. Ortadoğu’nun Balzac’ı olarak tanınan, dünya romanının en büyük, en yetenekli yaratıcılarından biri olarak gösterilen yazarın yapıtları 40 dile çevrildi ve yüzlerce baskı yaptı. Oysa, Necip Mahfuz Arap edebiyatı için çok önceden efsaneye dönüşmüştü.

Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanınca Mısır’ın El Ahram gazetesi şu başlığı atmıştı: “Nobel, Necip Mahfuz ödülünü kazandı.”

1911 yılında Kahire’de doğan Mahfuz, Kahire Üniversitesi’nde felsefe öğrenimi gördü. Mezun olduktan sonra Diyanet İşleri Başkanlığı’nda ve Kültür Bakanlığı Sinema Dairesi’nde çalıştı. 1971’de kültür bakanlığı müsteşarlığından emekli olarak El-Ahram gazetesinde yazmaya başladı. Genç yaşta edebiyata ilgi duyan Mahfuz’un ilk romanı 1939'da yayımlandı. 1957'de yayımlanan Kahire Üçlemesi Arap edebiyatının dönüm noktası sayıldı ve Nobel ödülünden sonra bütün dünyanın takdirini kazandı. Yapıtlarında toplumsal sorunlara ve ulusal kimlik arayışına eğilen Mahmuz, en çok da Mısır orta sınıfının yaşamını ele almış, Arap romanında yeni bir devir açmıştı. 1989 yılında Mısırlı köktendinci Ömer Abdülrahman tarafından hakkında ölüm fetvası çıkartılan Mahfuz, 1994 yılında Kahire’deki evinin önünde bıçaklı saldırıya uğradı. 2006 yılında 95 yaşında yaşama gözlerini yumduğunda, ardında 34 roman, 350 kadar kısa öykü ve otuzu aşan senaryo bıraktı. Edward Said, ardından şunları söyleyecekti: “Binbir Gece Masalları’ndan çıkmış bir masalcı. Ulusunun ruhu, Arap romanının babası.”

1952 Temmuz Devrimi, Mısır tarihinde bir dönüm noktası olmuştu. Mısır halkı, çektiği bütün acıların tek nedeni olarak gördüğü monarşiyi devirmiş, cumhuriyeti ilan etmiş, İngiliz kuvvetleri Mısır topraklarını tamamen terk etmişti. Mısır, iki bin yılı aşkın tarihinde ilk kez, gerçek Mısırlıların yönetimine geçiyordu. Ancak, Mısır bundan sonra işgaller, savaşlar yaşayacak; Mısır’da yeni bir siyasal sosyal sistem kurulması uzun yıllar alacaktı.

Necip Mahfuz “Aynalar” adlı kitabında elli beş farklı karakter üzerinden Mısır’ın bu dönemine ayna tutar. Siyasetten toplumsal yaşamın kesitlerine uzanan yazar, insan ilişkilerinin trajik ve gülünç yönlerini, ulusunun düşünce dünyasını, eğitimini, toplumsal altüst oluşlarını, değer ve ilkelerini, umutsuzluk ve ıstırabını, beklentilerini derinlemesine incelerken, yaşadığı çağı ve onun tarihsel arkaplanını gerçekçi bir bakış açısıyla irdeler.

1952 yılının ocak ayında İngiliz karşıtı bir mitingte yirmiyi aşkın kişi öldürülür. Öldürülenler arasında hukuk fakültesinden yeni mezun olan Enver Havalani de vardır. Mahfuz olayı, bir çocuğun gözünden şöyle anlatır: “Genç komşumuz Enver Havalani mitingte İngiliz kurşununa kurban gitmişti. ‘Öldürmek’ sözcüğünün masallarda değil, gerçek hayattaki anlamını böylece ilk kez öğrendim. ‘Kurşun’ sözcüğünü de, yine ilk kez, bu vesileyle duydum; bu medeni ürünle ilk işitsel ilişkimdi bu! Bir yeni sözcük daha vardı ki, açıklamaya muhtaçtı: ‘miting.’ O küçük yaşta, ‘İngiliz’ denilen farklı bir insan türü olduğunun da belki ilk kez o gün farkına vardım… Boğulacak gibi oldum. Dayanamayıp, ısrarla sormaya başladım. ‘Öldürmek’ ne demekti? Enver nereye gitmişti Gittiği yerde ne vardı? ‘İngiliz’ kimdi? Enver’i neden öldürmüştü? ‘Devrim’ neydi?”

Necip Mahfuz bir başka öyküsünde Züheyr Kamil’e şunları söyletir: “Ben, insanların hiçbir değer yargısı olmayan, ahlaksız mahluklar olduklarını düşünüyorum artık. Bu gerçeği kabul edip, toplumsal yaşamlarını da buna uygun inşa etseler iyi olur. Bugünün etik sorunu, her türlü alçaklık ve pislikle dolu bir toplumda, toplumsal yararın ve bireysel mutluluğun sürdürülmesidir.”

Necip Mahfuz, her zaman halkının yanında olmuştu. Sevgili ülkesinden Nobel ödül törenine katılmak için bile ayrılmamış, gelenekçiliğe başkaldırmış, gerçeği aramış ve hoşgörüye inanmıştı. Mahfuz, Bilal Abduh Basyuni’yi anlattığı öyküsünde şunları söylemişti:

“Düşünceyi istismar eden güçleri yok etmeden insanlık için hiçbir yaşam şansı olmadığı sonucuna vardım. İlk adım, insanlığı akıl, dirayet ve bilim temelinde bir araya getirmek ve insanları birer dünya vatandaşı olarak yeniden eğitmekti. Böyle bir dünyada insan güvende olacak, yaratıcılığının önündeki engeller kalktığı için potansiyelini gerçekleştirebilecek, değer yargıları şekillenecek ve bu göz kamaştırıcı kainatta hakikatin saklı kalbine doğru ilerleme cesaretini bulacaktı.”

Necip Mahfuz, kitaplarında birbirleriyle kesişen farklı yaşam öykülerini ortak bir trajedide buluşturdu. Yapıtları özgün olduğu kadar, ilginç ve sürükleyiciydi. Bir anlamda gerçeği arama cesaretinin kitaplarıydı.