Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Orhan Tüleylioğlu | Evde Olmak
24 Ekim 2012 - 07:10
Istvan Örkény, yazar karakterine en uygun biçimi ‘bir dakikalık öyküler’ diye adlandırılan kısa öykülerde bulur
Macar yazınının önemli adlarından István Örkény’in ilginç yaşam öyküsü 1912’de başlar. Yazar, varlıklı bir kentsoylu ailenin çocuğu olarak, Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun son günlerinde dünyaya gelir. Lise eğitiminden sonra yazına ilgi duyduğu halde eczacı babasının isteğiyle, daha pratik öğrenime yöneltilip Teknik Üniversitesinde kimya mühendisi diplomasını alır; ama bununla yetinmez ve eczacılık fakültesini de bitirir. O sıralarda yazmaya da başlayan Örkény’in bir öyküsü, editörlüğünü Attila Jozsef’in yaptığı Szép Szó dergisinde yayımlanır. O günden sonra Attila József ile ilerleyen dostluğu babasının, onu yurt dışına göndermesiyle sona erer. Çünkü babası, polis tarafından ‘oğlun solcularla görüşüyor’ diye uyarılmıştır.

István Örkény, 1938’de Londra’da, 1939’da Paris’te bulunduktan sonra 1940’ta Macaristan’a döner. İkinci Dünya Savaşı sırasında Yahudi asıllı olduğundan birkaç defa zorunlu hizmete çağrılır. 1942’de, bu hizmetin yedi yüz bin kadar Macar askerinin öldüğü Don Cephesi’dir. 1943’te düştüğü Sovyet savaş esirleri kampından 1946 Noel’inde dönebilir. 1949’dan başlayarak Gençlik Tiyatrosunun, 1951’den başlayarak da Macar Halk Ordusu Tiyatrosunun dramaturgu, 1954’te ise Edebiyat Yayınevi’nin danışmanı olur. 1956 ayaklanması sırasındaki tutumu nedeniyle yazar olarak beş yıllık yasağa çarptırılır. Bir ilaç fabrikasında çalışmaya başlayan yazarın yükselişini altmışlı yılların ortasından sonra artık hiçbir şey durduramaz.

Örkény, yazar karakterine en uygun biçimi ‘bir dakikalık öyküler’ diye adlandırılan kısa öykülerde bulur. İnsanlık hallerini, düşleri, düş kırıklıklarını, sıradanlıkları, toplumsal yıkımları anlatan çok kısa ve şaşırtıcı öykülerdir bunlar.

Yazarın Evde Olmak adlı öyküsü, Nazilerin yarattığı toplama kampı trajedisinin bir dakikaya sığan öyküsüdür:

“Küçük kız, yalnızca dört yaşındaydı. Aklı bir çok şeye yetmiyordu henüz. Annesi, yaşamlarındaki büyük değişimi kavratabilmek için, kızını dikenli tellerin yanına götürdü ve uzaktaki treni gösterdi.

-Ne güzel değil mi? Bak bu tren bizi evimize götürecek
-O zaman ne olacak ki?
-Evimize kavuşacağız!
-Peki ev ne demek? diye sordu çocuk.
-Bundan önce yaşadığımız yer demek.
-Orada ne var?
-Oyuncak ayıcığını hatırlıyor musun? Belki bebeklerin de duruyordur?
-Annecim peki orada gardiyan var mı?
-Hayır yok.
-O zaman, dedi: Oradan kaçabilir miyiz?..”
(Türkçesi: Sevgi Can Yağcı)