Düşlerde fener olmak
Wolfgang Borchert, 1947’de yaşama veda ettiğinde henüz 26 yaşındaydı. Ardında bir dolu şiir ve öyküyle tüm dünyayı etkileyen “Kapıların Dışında” adlı bir oyun ve yüreklerde bugün de yankılanan savaş karşıtı bir manifesto bıraktı. Yapıtlarının çeşitli dillere çevrilmesi ve rekorlar kırarak satması ölümünden sonra gerçekleşti.
Almanya’nın Hamburg kentinde doğan Wolfgang Borchert, 2. Dünya Savaşı sırasında çok genç yaşta askere alındı. Askerdeyken ailesine yazdığı mektuplarda savaşa ve nasyonal sosyalizme karşı görüşlerini açıklıyor, milyonlarca insanı felakete sürükleyen yalan karşısında “doğru”yu keşfettiğini söylüyordu. Ne var ki, bu mektupları, Hamburg’daki evlerinin aranması sırasında Gestapo tarafından ele geçirildi. Mektupların yirmi yaşındaki yazarı Borchert, tutuklanmasına meydan kalmadan, kendisi gibi daha başka yüz binlerce insanın kanının aktığı Rusya cephesine gönderildi. Burada ağır yaralandı. Daha da kötüsü, bir hastalığın pençesine düştü. Kendisini mahkeme önüne çıkarmak isteyenler, yakasını bir türlü bırakmıyordu. Cepheye kadar peşinden geldiler, sağlığına kavuşması için gerekli zamanı bile ona çok görerek, eli kurşunla yaralanan, ayrıca tehlikeli bir sarılık ve difteri ateşiyle yanıp kavrulan Borchert’i hastaneden alıp Nurberg’e getirerek hasta hasta mahkeme önüne çıkardılar. Mahkeme bu genç için önce ölüm cezası istedi, daha sonra, gençliğini dikkate alarak ölüm yargısını hafifletti, karanlık bir hücreye mahkum etti, altı ay sonra da şartlı olarak salıverdi. Şart ta cephede savaşmaktı. Yani bir kez daha Rusya! Hastalığının henüz geçmemesine ve güçsüzlüğüne bakılmadan cephenin en uç kesimine yollandı. Savaşamayacak durumdaydı ve hastalığı bir türlü geçmiyordu. Derken bir cephe tiyatrosu, askerlik öncesi bir tiyatroda bir süre sahneye çıkan Borchert’i, bir turne için angaje etmek istedi, ama tam garnizondan ayrılacağı günün gecesi, aynı koğuşta kaldığı bir arkadaşı, politik nitelikli bazı fıkraları yüzünden Borchert’i ele verdi. Bu kez 9 ay cezaevinde kalan sanatçı, 1945 ilkbaharında özgürlüğüne kavuştu. Daha sonra sağlığının giderek kötüleşmesi üzerine İsviçre’de bir hastaneye yatırıldı.
Borchert genç yaşta, kendini dünyanın en korkunç savaşının ortasında bulmuş, savaşın acımasızlığına tanık olmuş, tüm acılarını yaşamış, tüm yapıtları ölüm ve yaşam, umut ve umutsuzluk arasında filizlenmişti:
“Bir zamanlar iki insan vardı. İki yaşındayken elleriyle birbirlerine vurdular.
On iki yaşına geldiklerinde sopalarla yaptılar aynı şeyi ve birbirlerine taşlar attılar.
Yirmi iki yaşına geldiklerinde, silahlarla birbirlerine ateş ettiler.
Kırk ikisine geldiklerinde, bombalar yağdırdılar birbirlerinin üzerine.
Altmış iki yaşına geldiklerinde bakterilerle saldırdılar birbirlerine.
Seksen iki yaşına geldiklerinde, bu dünyadan geçip yan yana gömüldüler.
Yüz yıl sonra solucanın biri iki adamın mezarları içinde karnını doyururken mezarlarda birbirinden ayrı iki insanın yattığını hiç fark etmedi. Toprak aynıydı. Hep aynı toprak.
5000 yılında başını topraktan dışarı çıkaran bir köstebeğin gönül rahatlığıyla saptadığına göre:
Ağaçlar hâlâağaçtılar.
Kargalar hâlâgak gak edip duruyordu.
Ve köpekler işerken hala bir bacaklarını kaldırıyordu.
Balıklar ve yıldızlar,
Yosun ve deniz
Ve sinekler:
hepsi eskisi gibiydi.
Ve bazen…
bazen bir insana rastlandığı da oluyordu.”
(Türkçesi: Kâmuran Şipal)
Savaş gençliğinin en güzel yıllarını elinden almıştı. Savaş cehenneminden dönüp geldikten sonra yazıp çizmeye ayıracak topu topu iki yıl gibi bir zaman ele geçirebilmişti. Savaşın anlamsızlığını, insanların umursamazlığını ve unutkanlığını ele alan yazar, kısacık yaşamına sığdırdığı şiirleri, öyküleri ve oyunuyla dünya edebiyatında silinmeyecek izler bıraktı. “Düşlerde Fener Olmak” adlı şiiri 1940-45 yılları arasında yazdığı şiirlerdendir:
Ben ölünce,
hiç değilse
bir fener olsam;
kapında dursam,
soluk donuk geceyi
aydınlığa doğsam.
Veya limanda
gemilerin uyuduğu zamanda,
gülüşürken kızlar,
uyumasam;
dar kirli bir kanalda
bir yalnıza göz kırpsam.
Daracık bir sokağa
assalar beni:
tenekeden, kırmızı bir fener
bir meyhane önünde –
dalgın düşüncelerde
tempo tutup şarkılara
sallansam.
Ya da şöyle bir fener:
gözleri büyümüş bir çocuğun yaktığı,
duyup da korkunca çevresinde yalnızlığı;
dışarda camlarda
fırtınanın ıslığı,
kabuslar, görüntüler, cinler.
Evet, hiç değilse
ben ölünce
bir fener olsam;
tek başıma geceleri,
uykulardayken dünya,
gökte ayla senli benli
sohbete dalsam.
(Türkçesi: Behçet Necatigil-Ayşe Sarısayın)