Sydney Dance Company 45. yılını "Interplay" ile kutluyor
Kısa bir süredir bulunduğum Sidney’de, Avusturalya’nın en önemli ve köklü çağdaş dans topluluklarından biri olan Sydney Dance Company’yi seyretme fırsatı buldum. New York’tan Moskova’ya dünyanın bir çok ülkesinde seyircilerin beğeni ile izlediği topluluk, 1988 yılında İstanbul Festivali bünyesinde Türkiye’ye de gelmiş ve 3 eserden oluşan bir gösteri yapmıştı. Bu sene 45. Yıllarını kutluyorlar. Benim seyrettiğim "Interplay" 5 Nisan’a kadar modern bir sanat merkezi olan ve topluluğun Sidney Limanı’na yakın Walsh Koyu’ndaki stüdyolarının neredeyse karşısında yer alan Sydney Theater’da sahneleniyor.
Topluluğun sanat direktörü Rafael Bonachela, İspanya’da doğmuş ve senelerce modern dansın önde gelen topluluklarından İngiliz Rambert Dance Company’de çalışmış bir dansçı ve koreograf. Çok sempatik bir şekilde, elinde mikrofonu ile temsil öncesi 3 eser ile igili seyirciye bilgi verdi ve hoşgeldiniz dedi. Bale ve dansta nadir görülen bir uygulama, hoşuma gitti. Yine hoşuma giden başka bir şey temsil kitapçığı. Modern dans ile ilgili olarak ben ilk kez seyrettiğim bir eseri anlamlandırma çabasına fazla girmem çünkü benim için koreografın hareket dilini anlamaya çalışmak, ne yapmaya çalıştığını anlamaktan önce gelir. Ancak temsil sonrası sohbetlerden gördüğüm, seyredenlerin çoğunun koreografı kavramaya çalıştığıdır. Sydney Dance Company’nin kitapçığı bu konuda gördüğüm en özgün ve başarılı kitapçıklarından biri. Koreograf, besteci, dekor ve kostüm tasarımcısı ne yapmak istediklerini, nereden ilham aldıklarını 2-3 paragrafla kısa kısa anlatmışlar. Çok beğendim.
Bonachela’nın konuşması sonrasındaki ilk eser kendi eseriydi. “2 in D Minor” isimli eserde, Bonachela, Bach’ın Partita no.2 BWV 1004 re minör eserinden bölümler ve klasik müzikle, elektronik müziği birleştirerek besteler yapan Avusturalyalı besteci Nick Wales’in bu eser için yazdığı “2 in D miniatures”den bölümleri dönüşümlü olarak kullanmış. Bach bölümlerinde viyolonist Veronique Serret’te sahnede ve dansçılarının yakınında icrasını gerçekleştiriyor. Dekor yok. Dansçılar sahneye çizilmiş, içi boş, kalın kenarlı dikdörtgen çerçeve içinde dans ediyorlar. Fakat hem o çerçeve hem de çerçevenin ortasındaki dikdörtgen çizim, aynı zamanda ışıklandırılabiliyor. Sahne karanlıklaştırıldığnda çerçeve ışıkla görünür hale geliyor. Bonachela’nın açıklamasından aslında bunun gerçekten, dansçıların yakın zamanda deneyimledikleri olayları sergiledikleri bir resmin çerçevesi olduğunu anlıyoruz. Bach bölümlerinde hem erkekler hem kadınlar siyah pantalon ve ceketlerle dans ederken, elektronik bölümlerde minimal beyaz kostümler kullanılıyor. Kavramsal yaklaşımı dışında, ben Bonachela’nin hareket dilini de sevdim ve değişik buldum. Keskin ve sert hareketlerdense yumuşak ve yuvarlak hareketler kullanmış. Özellikle el ve kol hareketleri son derece özgün.
İkinci eser, İtalyan koreograf Jacopo Godani’nin "Raw Models" isimli eseri. Yani İşlenmemiş Modeller ama aslında İngilizce bir terim olan “role models” yani örnek alınan kimse terimini de andırmıyor değil. Jacopo Godani, Paris’te bir çok çağdaş dans topluluğuyla dans etmiş, 1990’da kendi topluluğunu kurup koreografi çalışmalarına başlamış ve meşhur koreograf William Forsythe ile bir çok eserin yaratılmasında işbirliği yapmış bir koreograf. Bu eserde, insanların toplumda varolmaları ve herhangi birşey elde etmeleri için belirli kalıplarda eğitildikleri fakat aslında eğitim almadan sezgisel deneyimlerle de yaşayabilecekleri, bir yerlere gelebilecekleri konusunu işliyor. Eser, sahne ışıklarının açılıp kapatılması esnalarında dansçıların pozlarıyla başlıyor. Müzikte bu pozlara birebir eşlik ediyor. Koreografın siparişi üzerine, Ulrich Mueller ve Siegfried Roessert’in oluştuduğu 48Nord tarafından hazırlnmış olan müzik elektro-akustik olarak tanımlanıyor. İlk eserin aksine oldukça sert ve hızlı harketlerden oluşturulmuş bir koreografi. Hareket dinamiği bana biraz William Forsythe’ın Bodrum Bale Festivali’nde de izlediğimiz “In the middle of somewhere, elevated” eserini anımsattı. Ama Godani’yi de özgün bulduğumu söyleyebilirim.
Son eser L’Chaim Yidiş ya da Aşkenazi dilinde “hayata” demek. Yahudilerin, beyinsel ve fiziksel rahatlama için her fırsatta şarkılar söyledikleri, dans ettikleri eğlence kültürünü baz alan koreograf Gideon Obarzanek, Avusturalyalı ve Sydney Dance Company’nin eski bir dansçısı. Eser, rengarenk günlük kıyafetlerindeki dansçıların çılgınlar gibi dans ettikleri bir parça ile başlıyor. Tam bir cümbüş. Fakat birden uzaktan bir ses duyuluyor. Ve dansçılara “Biz kimiz biliyor musunuz?” “Ne istediğimizi biliyor musunuz?” “Bu yaptığınız dans zor mu?” gibi sorular sormaya başlıyor. Ve dansçılardan birini tarif ederek cevaplamasını istiyor. Belirttiği dansçı, bir yandan topluluğun birlikte yaptığı dansa eşlik ederken, bir yandan da mikrofonla dış sese cevap veriyor. İlginç başlıyor ama sorular devam ediyor. Ve bir yerden sonra monotonlaşıyor. Finali ise bence çok zayıf. Dış ses çok yalnız olduğunu itiraf edip, ağlamaya başladığında, dansçılar onu sahneye davet ediyorlar. Seyircilerin arkasından çıkarak, sahneye çıkıyor ve dansçılarla dans etmeye başlıyor. Dış ses rolünü bir performans sanatçısı olan Zoe Coombs Marr canlandırdı. Müzikler ses tasarımcısı ve besteci Stefan Gregory’e ait. Obarzanek daha teatral bir eser hazırlamış diyebilirim. Dansçıların topluca yaptıkları hareketler etkileyici ancak komplike bir koreografik dilden bahsetmek mümkün değil.
Bu arada Sydney Dance Company’nin dansçılarının muhteşem olduklarını söylemem lazım. Hepsi estetik, hepsi dinamik. Birlikte yapılan hareketlerde birbirlerine uyumlular ve hepsi müziğe birebir uyarak dans edebiliyor. Gerçekten seyredilmesi gereken bir topluluk. Temsil sonrası, bir kaç keşke ile salonu terk ettim. Keşke Sydney Dance Company’yi yine Türkiye’de seyredebilsek… Keşke, bizim en köklü modern dans topluluğumuz MDT de 45.Yılını kutlayabilse… Keşke bizim ülkemizde de sanat, temsil kitapçığında gördüğüm sayfalarca sponsor kadar destek bulabilse… Ama nerede? Biz maalesef bugünlerde köklü sanat kurumlarını nasıl kapatırızı konuşuyoruz.