Milliyet Sanat »Yazarlar » Eser Rüzgar | Işıkların Kraliçesi'nden 'Oyun'
Işıkların Kraliçesi'nden 'Oyun'
14 Aralık 2012 - 07:12En üst kata aldatılan kadını yerleştiren Tekand, orta kata erkeği en alt kata da aldatan kadını yerleştirme suretiyle oyunun dinamiğini belirliyorFransız oyun yazarı Enzo Cormann oyun yazarlığı derslerinden birinde demişti ki “Aile kavramı var olduğu sürece yazacak hikâye bitmez”. Cormann’a katılmamak mümkün mü? Aile içinde yeşeren/kararan trajediler insanlık tarihi kadar eski. Yine bu kadar eski ve tanıdık bir öykü de “aldatma, aldatılma” durumu. Herkesin hayatının bir köşesinde; eylemi olmasa da korkusu, korkusu olmasa da gölgesi olmuştur aldatmanın.
İrlandalı yazar Samuel Beckett’in 1963’te yazdığı “Play/Oyun” adlı eseri de bir aldatma hikâyesi. “Oyun” ilk kez 18. İstanbul Tiyatro Festivali’nde Şahika Tekand rejisiyle sahnelendi. Şehir Tiyatroları’nın üzerindeki yoğun kara bulutlara denk geldiği günlerde “seneye ne olur ne olmaz” endişesiyle izlemiştim oyunu. İkinci kez izlediğim oyun, neyse ki bu sezon da şehir tiyatroları repertuvarında.
Orijinal metni altı sayfa olan, reji direktifleriyle sekiz sayfaya çıkan ve üç kişiden oluşan “Oyun”un konusu bilindik. Kadın kocasının kendisini aldattığını fark etmiş, bunun üzerine olayın peşine düşmüştür. Oyunun konusundan öte sahneleniş biçimi dikkat çekici. Beckett, “Oyun”u üç oyuncusunu kül küpleri içerisinde boğazlarına kadar sabitleyerek tasarlamış. Şahika Tekand ise üç kişilik oyunu on beş kişi üzerinden anlatmayı tercih etmiş. Oyuncularını üç katlı sahne dekorundaki adeta hücrelere benzeyen oyun alanlarına yerleştirmiş. Tüm oyun, oyuncuların bu kıstırılmış alanlarında ilerliyor. Kül küpleri yerine dikdörtgen bölmelere oyuncularını yerleştiren Tekand, küçük apartman dairelerine sıkışıp kalmış bireyi ya da tabut metaforu üzerinden yalnızlaşmayı/yabancılaşmayı sorgulamış. Hollandalı ressam Piet Mondriaan'ın resimde kullandığı dikdörtgen, kare biçim özelliğinin tiyatro sahnesine taşınmış hâli de denebilir buna.
En üst kata aldatılan kadını yerleştiren Tekand, orta kata erkeği en alt kata da aldatan kadını yerleştirme suretiyle oyunun dinamiğini belirliyor. Oyun içerisinde üç karakterin kendilerine ait repliklerini on beş oyuncuyla ve bol tekrarla izliyoruz. “Neden on beş oyuncu tercih ettiniz?” sorusuna Tekand’ın yorumu şu şekilde: “Dünya üzerindeki 6.5 milyar insana taşımak istedim oyunu. Çünkü “birey” dediğimiz zaman “bencillik” akla gelmeye başladı ne yazık ki. Hâlbuki birey de o 6.5 milyar insanın içinde, topluluğu oluşturan da aslında o birey. Yirmi dört de olabilirdi, üç ve üçün katları şeklinde oyunu imkân dahilinde çoğaltmak istedim.”
Beckett’ın diğer oyunlarına baktığımızda da oyuncuları sabitlediğini görmek mümkün. Örneğin; “Mutlu Günler”de Winnie’nin bedeninin yarısını kum/taş yığınının içinde sabitliyor veya “Oyun Sonu”nda yine oyuncularını bir sandalyeye veya bir varilin içine koyabiliyor. Bu tercihlerle Beckett; kendi iç dünyasında sıkışıp kalmış, diğer insanlarla iletişimi olmayan küçük burjuvayı anlatıyor, bu yöntemle de düşüncesini somutlaştırıyor.
Oyundaki ışık kullanımı muazzam. Tekand, verdiği komutlarla ışığı sahne üzerindeki bir diğer oyuncu kadar etkin kılıyor. Hatta müzik kullanılmayan oyunda ışıkların açılıp kapanması piyano tuşlarının basılıp bırakılması hissiyle kendi ezgisini yaratıyor. Yönetmen, Beckett’in reji direktiflerini parçalayarak kendine özgü bir dil oyunu oluşturuyor. Tekrarlar oyunun ritmini sağladığı gibi insan cinsinin sabrını, tahammül gücünü de sınıyor.
Aldatılan kadının sürekli çantasını karıştırma tekrarı, hayatın anlamını aramaya/bulmaya çalışan, karışıklığına bir çıkış yolu bulmak için çabalayan bir sembol olarak yorumlanabilir. Tekand bu konuda “Aslında orada ben bir şey yakaladım ve onun üzerine gittim, Beckett’e bir şapka çıkarış, bir selam verişti. “Mutlu Günler” deki Winne’nin çantasıydı o belki de. İçinden çok şey çıkan en sonunda silah çıkan çantası.Yine mendil figürü de öyle.“Oyun Sonu”ndaki Hamm’ın mendiline göndermeydi, o mendil.”
Şüphesiz “Oyun” sezonun en iyilerinden. Sorgulatan, düşündüren, yorumlatan, zihin açan oyunlardan. Yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen Şehir Tiyatroları repertuvarında kalmayı başarabilen bu nitelikli yapımı görmediyseniz 14-15-16 Aralık tarihlerinde Üsküdar Musahipzâde Celal Sahnesi’ne uğrayın ya da ocak ayını bekleyin.
Yönetmene Not: Sahne üzerinde komünizmi yaşatmaya çalışan biri olarak aristokratik “kraliçe” başlığım umarım sizi rahatsız etmemiştir, naçizane benzetme.
İrlandalı yazar Samuel Beckett’in 1963’te yazdığı “Play/Oyun” adlı eseri de bir aldatma hikâyesi. “Oyun” ilk kez 18. İstanbul Tiyatro Festivali’nde Şahika Tekand rejisiyle sahnelendi. Şehir Tiyatroları’nın üzerindeki yoğun kara bulutlara denk geldiği günlerde “seneye ne olur ne olmaz” endişesiyle izlemiştim oyunu. İkinci kez izlediğim oyun, neyse ki bu sezon da şehir tiyatroları repertuvarında.
Orijinal metni altı sayfa olan, reji direktifleriyle sekiz sayfaya çıkan ve üç kişiden oluşan “Oyun”un konusu bilindik. Kadın kocasının kendisini aldattığını fark etmiş, bunun üzerine olayın peşine düşmüştür. Oyunun konusundan öte sahneleniş biçimi dikkat çekici. Beckett, “Oyun”u üç oyuncusunu kül küpleri içerisinde boğazlarına kadar sabitleyerek tasarlamış. Şahika Tekand ise üç kişilik oyunu on beş kişi üzerinden anlatmayı tercih etmiş. Oyuncularını üç katlı sahne dekorundaki adeta hücrelere benzeyen oyun alanlarına yerleştirmiş. Tüm oyun, oyuncuların bu kıstırılmış alanlarında ilerliyor. Kül küpleri yerine dikdörtgen bölmelere oyuncularını yerleştiren Tekand, küçük apartman dairelerine sıkışıp kalmış bireyi ya da tabut metaforu üzerinden yalnızlaşmayı/yabancılaşmayı sorgulamış. Hollandalı ressam Piet Mondriaan'ın resimde kullandığı dikdörtgen, kare biçim özelliğinin tiyatro sahnesine taşınmış hâli de denebilir buna.
En üst kata aldatılan kadını yerleştiren Tekand, orta kata erkeği en alt kata da aldatan kadını yerleştirme suretiyle oyunun dinamiğini belirliyor. Oyun içerisinde üç karakterin kendilerine ait repliklerini on beş oyuncuyla ve bol tekrarla izliyoruz. “Neden on beş oyuncu tercih ettiniz?” sorusuna Tekand’ın yorumu şu şekilde: “Dünya üzerindeki 6.5 milyar insana taşımak istedim oyunu. Çünkü “birey” dediğimiz zaman “bencillik” akla gelmeye başladı ne yazık ki. Hâlbuki birey de o 6.5 milyar insanın içinde, topluluğu oluşturan da aslında o birey. Yirmi dört de olabilirdi, üç ve üçün katları şeklinde oyunu imkân dahilinde çoğaltmak istedim.”
Beckett’ın diğer oyunlarına baktığımızda da oyuncuları sabitlediğini görmek mümkün. Örneğin; “Mutlu Günler”de Winnie’nin bedeninin yarısını kum/taş yığınının içinde sabitliyor veya “Oyun Sonu”nda yine oyuncularını bir sandalyeye veya bir varilin içine koyabiliyor. Bu tercihlerle Beckett; kendi iç dünyasında sıkışıp kalmış, diğer insanlarla iletişimi olmayan küçük burjuvayı anlatıyor, bu yöntemle de düşüncesini somutlaştırıyor.
Oyundaki ışık kullanımı muazzam. Tekand, verdiği komutlarla ışığı sahne üzerindeki bir diğer oyuncu kadar etkin kılıyor. Hatta müzik kullanılmayan oyunda ışıkların açılıp kapanması piyano tuşlarının basılıp bırakılması hissiyle kendi ezgisini yaratıyor. Yönetmen, Beckett’in reji direktiflerini parçalayarak kendine özgü bir dil oyunu oluşturuyor. Tekrarlar oyunun ritmini sağladığı gibi insan cinsinin sabrını, tahammül gücünü de sınıyor.
Aldatılan kadının sürekli çantasını karıştırma tekrarı, hayatın anlamını aramaya/bulmaya çalışan, karışıklığına bir çıkış yolu bulmak için çabalayan bir sembol olarak yorumlanabilir. Tekand bu konuda “Aslında orada ben bir şey yakaladım ve onun üzerine gittim, Beckett’e bir şapka çıkarış, bir selam verişti. “Mutlu Günler” deki Winne’nin çantasıydı o belki de. İçinden çok şey çıkan en sonunda silah çıkan çantası.Yine mendil figürü de öyle.“Oyun Sonu”ndaki Hamm’ın mendiline göndermeydi, o mendil.”
Şahika Tekand.
Oyuncuların her biri Tekand’ın performatif sahneleme ve oyunculuk tekniğinde başarılı. Birinin diğerinden üstün olması veya daha az performansla oynaması söz konusu değil. Çünkü bu tarz sahneleme oyunculuklar arasındaki farkı ortadan kaldırıyor. Oyunda Rus tiyatro kuramcısı Vsevolod Meyerhold’un oyunculuk kuramının izlerini görmek mümkün. Burjuva tiyatrosuna karşı, sistem eleştirisi oyunlar yapan Meyerhold oyuncularını tek tip giydirir. Kostüm ve dekorun burjuvaziye hizmet ettiğini düşünür. Oyunun on beş oyuncusu da neredeyse tek tip olan ve gri renk olarak tercih edilen kostümleriyle birbirlerinden çok farklı değiller. Tekand bu konuda; “Meyerhold’dan çok etkilendiğim doğrudur onunla kan bağım varmış gibi hissediyorum. Dünya üzerinde var olan eşitsizliği, hep bir adım öne geçme hırslarını en azından sahne üzerinde kaldırıyorum. Çok popüler bir dizide oynayan oyuncumla diğer oyuncumun hiçbir farkı yok sahne üzerinde.” Yani sahne üzerinde bir çeşit komünizmi yaşatıyorsunuz desek çok sert olur mu? sorusuna da “Hayır, tam da o demek olur.” şeklinde iddialı bir yanıt veriyor.Şüphesiz “Oyun” sezonun en iyilerinden. Sorgulatan, düşündüren, yorumlatan, zihin açan oyunlardan. Yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen Şehir Tiyatroları repertuvarında kalmayı başarabilen bu nitelikli yapımı görmediyseniz 14-15-16 Aralık tarihlerinde Üsküdar Musahipzâde Celal Sahnesi’ne uğrayın ya da ocak ayını bekleyin.
Yönetmene Not: Sahne üzerinde komünizmi yaşatmaya çalışan biri olarak aristokratik “kraliçe” başlığım umarım sizi rahatsız etmemiştir, naçizane benzetme.