Milliyet Sanat »Yazarlar » Eser Rüzgar | Gerhard Falkner'le şiir, İstanbul ve Gezi üzerine
Gerhard Falkner'le şiir, İstanbul ve Gezi üzerine
19 Temmuz 2013 - 10:07Alman şair Gerhard Falkner, Tarabya Kültür Akademisi'nin bursuyla İstanbul'a geldi ve Yerebatan Sarnıcı'nda kayık içinde şiirlerini okuyarak etkileyici bir gösteri yaptı. Falkner'le şiiri, İstanbul'u ve son 2 ayın birinci gündem maddesi Gezi Parkı olaylarını konuştuk
Alman Başkonsolosluğu ve Goethe Enstitüsü’nün katkılarıyla geçtiğimiz yıl ilk konuklarını ağırlamaya başlayan Tarabya Kültür Akademisi bursiyerlerine bu yıl bir yenisi eklendi. Belgesel film yapımcısı ve rejisör Martina Priessner ile tiyatro yazarı Marianna Salzmann’dan sonra çok sayıda eser sahibi 1951 doğumlu Alman şair Gerhard Falkner İstanbul’a misafir oldu. Falkner’le şiir, İstanbul ve son yaşanan olaylar hakkında konuştuk.
Oyun yazarı, denemeci, çevirmen, şair olarak biliniyorsunuz. Siz kendinize en çok hangisinin denmesini tercih ediyorsunuz?
Son romanımla düz yazı alanında çok başarılı bulundum ama ben kendimi daha çok şair olarak görüyorum.
Yazmaya ne zaman başladınız?
Yirmili yaşlarda başladım diyebilirim, aslında bu geç bir yaş. İlk kitabımı da 30 yaşımda yayımladım. Aslında bu yaş da günümüz edebiyatında geç sayılabilir.
Nelerden besleniyorsunuz yazma sürecinizde? Alman Edebiyatı çok zengin mesela, sizi etkileyen isimler vardır mutlaka.
Şiirlerimi yazarken iki akımdan etkilendim. Biri Alman Edebiyatı diğeri de 20.yüzyıl Modern Edebiyatı. O kadar çok isim var ki sınırsız. Rainer Maria Rilke, Thomas Eliot bu alanda ilk aklıma gelenler.
1 Eylülden beri Tarabya Kültür Akademisi’nin misafirisiniz. Bu süreç nasıl başladı? Siz mi başvuruda bulunuyorsunuz, yoksa teklif mi geliyor?
Tarabya Kültür Akademisi’nden burs alabilmek için siz müracaatta bulunmuyorsunuz. Davet geliyor, bana davet son dakikada geldi. Hiç düşünmeden kabul ettim, İstanbul’u çok merak ediyordum. Diğer bursiyerlere göre daha uzun burs aldım. Toplam 10 ay, 1 Ağustos gibi ayrılmış olacağım.
Daha önce Türkiye’ye geldiniz mi?
Şöyle ki bir seyahatim sırasında uçakla İstanbul’a iniş yapmış, havaalanından çıkıp sadece Eminönü’ne gelmiştim. Hızlı bir şekilde dolaşıp tekrar havaalanına dönmüştüm. O kadar etkilenmiştim ki bu kısa geziden, bir an önce tekrar gelmeyi çok istemiştim.
İlk izlenimler nasıl peki, Alman bir şairin gözünden nasıl bir şehir İstanbul? Aklınıza gelen ilk üç sözcük ne olabilir mesela?
İstanbul çok kompleks bir şehir, çok şey var içinde. Üç kelime ile anlatmaya çalışsam herhalde İstanbul’a ihanet etmiş olurum.
Bu bursiyerlik durumunu açabilir misiniz biraz daha? Burada bir eğitim alıyor musunuz ya da atölyeler yapıyor musunuz? Günleriniz nasıl geçiyor?
Bu ara sadece röportajlarla geçiyor. Son zamanlarda çok röportaj yapıldı. Burada Goethe Enstitüsü’nü de anmak gerek. Kendileri gerçekten bursiyerlerle fazlasıyla ilgileniyorlar, destekliyorlar. Biz burada olduğumuz sürede bir eğitim almıyoruz, zaten seçilen kişiler nitelikli olduklarından iyi bir proje çıkaracaklarından emin olunuyor. İstanbul’u geziyoruz, gözlemliyoruz ve İstanbul’la ilgili herkes kendi dalına göre bir ürün çıkarıyor ortaya. Bir günlük yazılıyor ya da film çekiliyor, tiyatro oyunu yazılıyor.
Sizin projenizde Yerabatan Sarnıcı’nda Anadolu tınıları üzerine elektronik yaklaşımlarla bezeli multimedya gösterisi eşliğinde şiirlerinizin okunması mıydı?
Bu aslında projelerimden sadece biriydi. Onun dışında Ankara’da Alman Büyükelçiliği’nde, Hacettepe Üniversitesi’nde bulundum. Eskişehir’de şiir festivaline, Diyarbakır’da edebiyat festivaline katıldım, hümanizm üzerine konuşmacı oldum.
Yerabatan Sarnıcı’ndaki etkinliğinizi izledim. İstanbul’un en etkileyici, büyüleyici tarihsel mekânlarından biri projenize ev sahipliği yaptığı için çok şanslısınız. Nasıl geçti size göre o akşam, yaptığınız iş sizi tatmin etti mi?
Yerebatan hakikaten harika bir yer. Müzik de şahaneydi, fakat bir iki küçük eleştiri yapabiliriz. Ses düzeni iyi değildi ne yazık ki bunun için kendimi sorumlu hissetmiyorum. Önceden prova yapmamız gerekiyordu. Bu mümkün olmadı bizi çok geç içeriye aldılar. Yoğun turist ziyareti vardı, en son ziyaretçi çıkana kadar içeri giremedik. 2-3 saat içerisinde tüm hazırlığı tamamlamak zorunda kaldık. Başta her şeyin çok iyi olacağına dair inançlıydım, ama son bir saat kala elimde hala doğru dürüst çalışan bir mikrofon olmayınca inancımı yitirdim.
Kayık içerinde şiirlerin okunması mizanseni kimin fikriydi?
Fikir benimdi, düz bir şiir okuması yapmak istemedim, performansa dayalı bir şeyler yapmak istedim. Şiir dışında müzik, ışık, video gibi disiplinler de bunun içine girsin istedim. Başta masayı suyun içine koymayı düşündük, yönetim izin vermeyince kayık olmasına karar verdik.
Hoş bir mizansen olmuş. Peki okunan şiir bütün bir İstanbul şiiri miydi, değişik şiirlerden parçalar mıydı?
Evet dediğiniz gibi büyük bir şiirin bölümüydü ama bugün farklı bir bölümünü seçerdim okunması için. İstanbul’la ilgili üç kavram vardı; bireysel, modern ve geleneksel izlenimler vardı o şiirde.
Ne kadar sürede yazdınız?
Aslında şiir üzerinde hala çalışıyorum, ana bölümünü iki buçuk ayda tamamladım. Aralıktan şubat ortasına kadar yoğun çalıştım.
Şiirleri dinlediğim kadarıyla realist buldum. Siz şiirlerinizi bir akıma dahil ediyor musunuz?
Şiirim üzerine incelemeler yapıldı, makaleler yazıldı. Almanya’da yeni bir akım oluşturdum diyebiliriz. Sizin dediğiniz gibi çok realist olmakla birlikte çok karışık şeyler kullanıyorum. Realist basit dizeler, diğer taraftan da tersi olabiliyor. Deneysel veya sürrealist olabiliyor.
Şiirinizi yazarken İstanbul’da en çok ilham veren ne oldu ya da neresi hangi semti?
Buraya ilk geldiğimde Tarabya’dan yürüyerek kıyıyı gezmeye başladım. Sonra Asya kıtasına gittim, ama en çok nereden etkilendim sorusuna cevap veremem. Tüm şehirden etkilendim. Cihangir’den etkilendim de diğerlerinden az etkilendim gibi bir şey söyleyemem.
Türk şiiriyle tanışma fırsatınız oldu mu? Okudunuz mu Türk şairleri?
Burada katıldığım festivallerde Türk yazarlarıyla tanışma fırsatım oldu. Çok fazla değil, daha fazla olabilirdi. Mesela Orhan Veli, Yaşar Kemal, Nazım Hikmet gibi. Avrupa edebiyatını iyi bilmeme rağmen Türk edebiyatında eksiğim var, bunu telafi edeceğim.
Edebiyat eğitimi almış biri olarak ben de size Attila İlhan şiirlerini öneririm.
Hemen not alıyorum. Attila İlhan’ı duydum ama Almanca çevirisi var mı bilmiyorum, araştıracağım mutlaka.
Türk insanını da gözlemlediniz mutlaka, hakkında neler söyleyebilirsiniz?
İstanbul’un çok değişik yönleri var bir taraftan çok modern, bir taraftan muhafazakâr, bir taraftan yeni, bir taraftan eski aynı şeyleri toplum için de söyleyebilirim. Türkler çok cana yakın çok kibarlar. Çok ilgililer fakat diğer taraftan ekoloji ve trafik konusunda çok geri kalmışlar. Bizde de bir dönem ekoloji tamamen unutulmuştu. Almanlar da bu hatayı yapmıştı.
Edebiyattan biraz uzaklaşıp ülke gündemine dönmek istiyorum. Türkiye yakın tarihi için çok önemli bir döneme denk geldiniz. 30 yıldır ülkede kitleleri bu denli birleştiren bir eylem olmamıştı. Muhafazakâr otorite karşısında haklarını ve özgürlüklerini isteyen bir topluluk eylem halinde şu an. Ne düşünüyorsunuz bu konuda?
Aslında olayların başlangıcında İstanbul’da değildim Diyarbakır’daydım. Festival konuşmaları bittikten sonra hep bu konular konuşuldu. Eski kışlanın yeniden yapılması planını anlattılar biliyorum. Ama bu bir kıvılcım, gençler Erdoğan’ın tutucu politikasından memnun değiller. Medyaya bir eleştiri getirmem gerek yabancı medya böyle bir olay olduğunda üstüne atlar ama buradaki medya çok kayıtsız kaldı olaylara. Almanya’daki merkez bankası protestosunu verirlerken yanı başlarında olanı görmezden geldiler.
Almanya’daki yakınlarınız Türkiye’deki olaylar hakkında ne biliyorlar?
Burada olanlar çok fazla ses getirdi. Alman medyası çok sıkı takip ediyor. Çok sayıda televizyon kanalı geldi Almanya’dan hatta tüm Alman kanalları geldi desem daha doğru. Bir çoğu da benimle görüştüler. Ben Erdoğan’a diktatör diyemem o daha çok eski zamanların sultanı gibi davranıyor, keyfi bir şekilde. 1920’lerin Almanya’sında da solcular ve solcu olmayanlar şeklinde iki karşı görüş vardı ve sık sık çatışıyorlardı. Türkiye’de ekonomik bakımdan güçlü, İslami bir kesim var. Diğer taraftan da özgür ve batılı olmak isteyen gençler var.
Almanya’da son zamanlarda bu güçte bir direniş oldu mu?
Almanya’nın tarihi bu tip halk direnişleriyle dolu. Son 50 yılda atom santrallerinin yapımıyla ilgili, nükleer atıkların taşınmasıyla ilgili, askeri malzemelerle ilgili çok fazla eylem oldu. Biz de politik bir yanlış yapıldığında buna karşı çıkacak çok grup var.
Peki işe yarıyor mu bu eylemler, hükümet geri adım atıyor mu?
Eskiden insanlar sokaklara dökülüp yürüyüşler yapıyorlardı ama ben artık bunun o kadar da etkili olduğunu düşünmüyorum. İnternet daha çok etkili, mesela “avast signature” diye bir internet ağı var. Burada çevreyle, ekolojiyle ilgili ya da sosyal meselelere ilgili konular çok yer alıyor. Onlar bu konularda imza kampanyaları açıyorlar. Açlıktan ölenlerden tutunda, insan haklarına ihlale, işkenceye karşı her konu yer alabiliyor. Mesela beş yüz bin imza toplanabiliyor ve bu imzalar daha etkili oluyor. Her ülkede farklı ama belli bir imza sayısına ulaşıldığında politikacılar geri adım atmak zorunda kalabiliyorlar. Bu şekilde birçok konuda geri adım atıldı.
Polisin kullandığı yöntemi nasıl değerlendiyorsunuz? Almanya’da şu anda bu düzeyde bir orantısız güç kullanılıyor mu?
Bizde giderek polisin bu tarz gösterilerde gücü azalıyor, daha az güç kullanıyor. Çünkü politikacılar artık biliyorlar ki güç kullanarak bir şey elde edilemiyor. Tam tersi güç kullanınca gruplar daha çok radikalleşiyorlar.
İSTANBUL İSTANBULDUR
…Boğazdaki balıkçılar derler ki: Aman tanrım
bırakmayın şu deliyi suya!
O da sudan konuştukça
O su daha da ıslanır
Benden haberi olmayan balıklar
Ölmeli
Murat ve Ahmet diyorum, Savaş ve Barış
Sözlerim nerede?Oturmuşlar gölgede
Yerler zeytinlerini. Onlar Türklerdir
Onlar tavla oynarlar ve nargile içerler
Kollarından beyaz tozunu silkelerler
Morphemin: Un, buz, şeker ve kar
Onlar tüccarlardır, zanaatkarlar ve müezzinler
Benim sözlerim
Bütün gün dururlar bankamatiğin önünde
İzlerler paranın akışını
Yatırımlar yaparlar Arapların dünyasına, Balkanlara
Rusyaya ve Maldivlere
Dünyanın en büyük havaalanını yaparlar
En uzun köprüyü, en pahalı alışveriş merkezini
Lokum ve baklava satarlar
Lokum, baklava, tulumba, künefe
Lamborghini’leriyle Tarabya'dan Tarabya'ya giderler
Çırağan Sarayı’nda Kempinski’de kalırlar
Dolmabahçe Sarayı’nın kapısını beklerler
İstanbul Modern’de Bill Viola& William Kentrige
Çalışması olarak asılıdırlar
Ya da Tony Cragg’in dilimler makinası
Allah büyüktür. Muhammed onun peygamberi
Derler müezzinler
Bula bula İstanbul’a gel
Gezgin gel ve bul İstanbul
Anlat herkese bizi orda yatar bulduğunu
Kanunun emrettiği gibi
Haliç’te
Theodosius duvarının önünde…
Gerhard FALKNER
Alman Başkonsolosluğu ve Goethe Enstitüsü’nün katkılarıyla geçtiğimiz yıl ilk konuklarını ağırlamaya başlayan Tarabya Kültür Akademisi bursiyerlerine bu yıl bir yenisi eklendi. Belgesel film yapımcısı ve rejisör Martina Priessner ile tiyatro yazarı Marianna Salzmann’dan sonra çok sayıda eser sahibi 1951 doğumlu Alman şair Gerhard Falkner İstanbul’a misafir oldu. Falkner’le şiir, İstanbul ve son yaşanan olaylar hakkında konuştuk.
Oyun yazarı, denemeci, çevirmen, şair olarak biliniyorsunuz. Siz kendinize en çok hangisinin denmesini tercih ediyorsunuz?
Son romanımla düz yazı alanında çok başarılı bulundum ama ben kendimi daha çok şair olarak görüyorum.
Yazmaya ne zaman başladınız?
Yirmili yaşlarda başladım diyebilirim, aslında bu geç bir yaş. İlk kitabımı da 30 yaşımda yayımladım. Aslında bu yaş da günümüz edebiyatında geç sayılabilir.
Nelerden besleniyorsunuz yazma sürecinizde? Alman Edebiyatı çok zengin mesela, sizi etkileyen isimler vardır mutlaka.
Şiirlerimi yazarken iki akımdan etkilendim. Biri Alman Edebiyatı diğeri de 20.yüzyıl Modern Edebiyatı. O kadar çok isim var ki sınırsız. Rainer Maria Rilke, Thomas Eliot bu alanda ilk aklıma gelenler.
"Yerebatan Sarnıcı etkinliğiyle ilgili birkaç küçük eleştiri yapabilirim. Ses düzeni iyi değildi, önceden prova yapmamız gerekiyordu..."
1 Eylülden beri Tarabya Kültür Akademisi’nin misafirisiniz. Bu süreç nasıl başladı? Siz mi başvuruda bulunuyorsunuz, yoksa teklif mi geliyor?
Tarabya Kültür Akademisi’nden burs alabilmek için siz müracaatta bulunmuyorsunuz. Davet geliyor, bana davet son dakikada geldi. Hiç düşünmeden kabul ettim, İstanbul’u çok merak ediyordum. Diğer bursiyerlere göre daha uzun burs aldım. Toplam 10 ay, 1 Ağustos gibi ayrılmış olacağım.
Daha önce Türkiye’ye geldiniz mi?
Şöyle ki bir seyahatim sırasında uçakla İstanbul’a iniş yapmış, havaalanından çıkıp sadece Eminönü’ne gelmiştim. Hızlı bir şekilde dolaşıp tekrar havaalanına dönmüştüm. O kadar etkilenmiştim ki bu kısa geziden, bir an önce tekrar gelmeyi çok istemiştim.
İlk izlenimler nasıl peki, Alman bir şairin gözünden nasıl bir şehir İstanbul? Aklınıza gelen ilk üç sözcük ne olabilir mesela?
İstanbul çok kompleks bir şehir, çok şey var içinde. Üç kelime ile anlatmaya çalışsam herhalde İstanbul’a ihanet etmiş olurum.
Bu bursiyerlik durumunu açabilir misiniz biraz daha? Burada bir eğitim alıyor musunuz ya da atölyeler yapıyor musunuz? Günleriniz nasıl geçiyor?
Bu ara sadece röportajlarla geçiyor. Son zamanlarda çok röportaj yapıldı. Burada Goethe Enstitüsü’nü de anmak gerek. Kendileri gerçekten bursiyerlerle fazlasıyla ilgileniyorlar, destekliyorlar. Biz burada olduğumuz sürede bir eğitim almıyoruz, zaten seçilen kişiler nitelikli olduklarından iyi bir proje çıkaracaklarından emin olunuyor. İstanbul’u geziyoruz, gözlemliyoruz ve İstanbul’la ilgili herkes kendi dalına göre bir ürün çıkarıyor ortaya. Bir günlük yazılıyor ya da film çekiliyor, tiyatro oyunu yazılıyor.
Sizin projenizde Yerabatan Sarnıcı’nda Anadolu tınıları üzerine elektronik yaklaşımlarla bezeli multimedya gösterisi eşliğinde şiirlerinizin okunması mıydı?
Bu aslında projelerimden sadece biriydi. Onun dışında Ankara’da Alman Büyükelçiliği’nde, Hacettepe Üniversitesi’nde bulundum. Eskişehir’de şiir festivaline, Diyarbakır’da edebiyat festivaline katıldım, hümanizm üzerine konuşmacı oldum.
"Düz bir şiir okuması yapmak istemedim, performansa dayalı bir şeyler yapmak istedim. Şiir dışında müzik, ışık, video gibi disiplinler de bunun içine girsin istedim."
Yerabatan Sarnıcı’ndaki etkinliğinizi izledim. İstanbul’un en etkileyici, büyüleyici tarihsel mekânlarından biri projenize ev sahipliği yaptığı için çok şanslısınız. Nasıl geçti size göre o akşam, yaptığınız iş sizi tatmin etti mi?
Yerebatan hakikaten harika bir yer. Müzik de şahaneydi, fakat bir iki küçük eleştiri yapabiliriz. Ses düzeni iyi değildi ne yazık ki bunun için kendimi sorumlu hissetmiyorum. Önceden prova yapmamız gerekiyordu. Bu mümkün olmadı bizi çok geç içeriye aldılar. Yoğun turist ziyareti vardı, en son ziyaretçi çıkana kadar içeri giremedik. 2-3 saat içerisinde tüm hazırlığı tamamlamak zorunda kaldık. Başta her şeyin çok iyi olacağına dair inançlıydım, ama son bir saat kala elimde hala doğru dürüst çalışan bir mikrofon olmayınca inancımı yitirdim.
Kayık içerinde şiirlerin okunması mizanseni kimin fikriydi?
Fikir benimdi, düz bir şiir okuması yapmak istemedim, performansa dayalı bir şeyler yapmak istedim. Şiir dışında müzik, ışık, video gibi disiplinler de bunun içine girsin istedim. Başta masayı suyun içine koymayı düşündük, yönetim izin vermeyince kayık olmasına karar verdik.
Hoş bir mizansen olmuş. Peki okunan şiir bütün bir İstanbul şiiri miydi, değişik şiirlerden parçalar mıydı?
Evet dediğiniz gibi büyük bir şiirin bölümüydü ama bugün farklı bir bölümünü seçerdim okunması için. İstanbul’la ilgili üç kavram vardı; bireysel, modern ve geleneksel izlenimler vardı o şiirde.
Ne kadar sürede yazdınız?
Aslında şiir üzerinde hala çalışıyorum, ana bölümünü iki buçuk ayda tamamladım. Aralıktan şubat ortasına kadar yoğun çalıştım.
Şiirleri dinlediğim kadarıyla realist buldum. Siz şiirlerinizi bir akıma dahil ediyor musunuz?
Şiirim üzerine incelemeler yapıldı, makaleler yazıldı. Almanya’da yeni bir akım oluşturdum diyebiliriz. Sizin dediğiniz gibi çok realist olmakla birlikte çok karışık şeyler kullanıyorum. Realist basit dizeler, diğer taraftan da tersi olabiliyor. Deneysel veya sürrealist olabiliyor.
Şiirinizi yazarken İstanbul’da en çok ilham veren ne oldu ya da neresi hangi semti?
Buraya ilk geldiğimde Tarabya’dan yürüyerek kıyıyı gezmeye başladım. Sonra Asya kıtasına gittim, ama en çok nereden etkilendim sorusuna cevap veremem. Tüm şehirden etkilendim. Cihangir’den etkilendim de diğerlerinden az etkilendim gibi bir şey söyleyemem.
Türk şiiriyle tanışma fırsatınız oldu mu? Okudunuz mu Türk şairleri?
Burada katıldığım festivallerde Türk yazarlarıyla tanışma fırsatım oldu. Çok fazla değil, daha fazla olabilirdi. Mesela Orhan Veli, Yaşar Kemal, Nazım Hikmet gibi. Avrupa edebiyatını iyi bilmeme rağmen Türk edebiyatında eksiğim var, bunu telafi edeceğim.
Edebiyat eğitimi almış biri olarak ben de size Attila İlhan şiirlerini öneririm.
Hemen not alıyorum. Attila İlhan’ı duydum ama Almanca çevirisi var mı bilmiyorum, araştıracağım mutlaka.
Türk insanını da gözlemlediniz mutlaka, hakkında neler söyleyebilirsiniz?
İstanbul’un çok değişik yönleri var bir taraftan çok modern, bir taraftan muhafazakâr, bir taraftan yeni, bir taraftan eski aynı şeyleri toplum için de söyleyebilirim. Türkler çok cana yakın çok kibarlar. Çok ilgililer fakat diğer taraftan ekoloji ve trafik konusunda çok geri kalmışlar. Bizde de bir dönem ekoloji tamamen unutulmuştu. Almanlar da bu hatayı yapmıştı.
Edebiyattan biraz uzaklaşıp ülke gündemine dönmek istiyorum. Türkiye yakın tarihi için çok önemli bir döneme denk geldiniz. 30 yıldır ülkede kitleleri bu denli birleştiren bir eylem olmamıştı. Muhafazakâr otorite karşısında haklarını ve özgürlüklerini isteyen bir topluluk eylem halinde şu an. Ne düşünüyorsunuz bu konuda?
Aslında olayların başlangıcında İstanbul’da değildim Diyarbakır’daydım. Festival konuşmaları bittikten sonra hep bu konular konuşuldu. Eski kışlanın yeniden yapılması planını anlattılar biliyorum. Ama bu bir kıvılcım, gençler Erdoğan’ın tutucu politikasından memnun değiller. Medyaya bir eleştiri getirmem gerek yabancı medya böyle bir olay olduğunda üstüne atlar ama buradaki medya çok kayıtsız kaldı olaylara. Almanya’daki merkez bankası protestosunu verirlerken yanı başlarında olanı görmezden geldiler.
Almanya’daki yakınlarınız Türkiye’deki olaylar hakkında ne biliyorlar?
Burada olanlar çok fazla ses getirdi. Alman medyası çok sıkı takip ediyor. Çok sayıda televizyon kanalı geldi Almanya’dan hatta tüm Alman kanalları geldi desem daha doğru. Bir çoğu da benimle görüştüler. Ben Erdoğan’a diktatör diyemem o daha çok eski zamanların sultanı gibi davranıyor, keyfi bir şekilde. 1920’lerin Almanya’sında da solcular ve solcu olmayanlar şeklinde iki karşı görüş vardı ve sık sık çatışıyorlardı. Türkiye’de ekonomik bakımdan güçlü, İslami bir kesim var. Diğer taraftan da özgür ve batılı olmak isteyen gençler var.
Almanya’da son zamanlarda bu güçte bir direniş oldu mu?
Almanya’nın tarihi bu tip halk direnişleriyle dolu. Son 50 yılda atom santrallerinin yapımıyla ilgili, nükleer atıkların taşınmasıyla ilgili, askeri malzemelerle ilgili çok fazla eylem oldu. Biz de politik bir yanlış yapıldığında buna karşı çıkacak çok grup var.
Eser Rüzgâr, Gerhard Falkner ile birlikte.
Peki işe yarıyor mu bu eylemler, hükümet geri adım atıyor mu?
Eskiden insanlar sokaklara dökülüp yürüyüşler yapıyorlardı ama ben artık bunun o kadar da etkili olduğunu düşünmüyorum. İnternet daha çok etkili, mesela “avast signature” diye bir internet ağı var. Burada çevreyle, ekolojiyle ilgili ya da sosyal meselelere ilgili konular çok yer alıyor. Onlar bu konularda imza kampanyaları açıyorlar. Açlıktan ölenlerden tutunda, insan haklarına ihlale, işkenceye karşı her konu yer alabiliyor. Mesela beş yüz bin imza toplanabiliyor ve bu imzalar daha etkili oluyor. Her ülkede farklı ama belli bir imza sayısına ulaşıldığında politikacılar geri adım atmak zorunda kalabiliyorlar. Bu şekilde birçok konuda geri adım atıldı.
Polisin kullandığı yöntemi nasıl değerlendiyorsunuz? Almanya’da şu anda bu düzeyde bir orantısız güç kullanılıyor mu?
Bizde giderek polisin bu tarz gösterilerde gücü azalıyor, daha az güç kullanıyor. Çünkü politikacılar artık biliyorlar ki güç kullanarak bir şey elde edilemiyor. Tam tersi güç kullanınca gruplar daha çok radikalleşiyorlar.
İSTANBUL İSTANBULDUR
…Boğazdaki balıkçılar derler ki: Aman tanrım
bırakmayın şu deliyi suya!
O da sudan konuştukça
O su daha da ıslanır
Benden haberi olmayan balıklar
Ölmeli
Murat ve Ahmet diyorum, Savaş ve Barış
Sözlerim nerede?Oturmuşlar gölgede
Yerler zeytinlerini. Onlar Türklerdir
Onlar tavla oynarlar ve nargile içerler
Kollarından beyaz tozunu silkelerler
Morphemin: Un, buz, şeker ve kar
Onlar tüccarlardır, zanaatkarlar ve müezzinler
Benim sözlerim
Bütün gün dururlar bankamatiğin önünde
İzlerler paranın akışını
Yatırımlar yaparlar Arapların dünyasına, Balkanlara
Rusyaya ve Maldivlere
Dünyanın en büyük havaalanını yaparlar
En uzun köprüyü, en pahalı alışveriş merkezini
Lokum ve baklava satarlar
Lokum, baklava, tulumba, künefe
Lamborghini’leriyle Tarabya'dan Tarabya'ya giderler
Çırağan Sarayı’nda Kempinski’de kalırlar
Dolmabahçe Sarayı’nın kapısını beklerler
İstanbul Modern’de Bill Viola& William Kentrige
Çalışması olarak asılıdırlar
Ya da Tony Cragg’in dilimler makinası
Allah büyüktür. Muhammed onun peygamberi
Derler müezzinler
Bula bula İstanbul’a gel
Gezgin gel ve bul İstanbul
Anlat herkese bizi orda yatar bulduğunu
Kanunun emrettiği gibi
Haliç’te
Theodosius duvarının önünde…
Gerhard FALKNER
Etiketler: edebiyat Eser Rüzgar Gerhard Falkner Gezi olayları Gezi Parkı OccupyGezi şiir Yerebatan Sarnıcı