Milliyet Sanat »Yazarlar » Eser Rüzgar | Eser Rüzgâr yazdı: ''Yasaklar ve Özgürlük''
Eser Rüzgâr yazdı: ''Yasaklar ve Özgürlük''
04 Haziran 2013 - 04:06 | Gezi Parkı'nı temizlemeye çalışan, temizleme anlayışları farklı iki grup.Bir ölü toprağı vardı halkın üstünde, suya sabuna dokunmayan apolitik gençler vardı. 26 Mayıs sabahı şafak vakti üç beş ağacın kaldırımı genişletme gerekçesiyle sökülmesine kadar bu böyleydi. Başta 40-50 kişi olan direnişçilerin sayısı kendilerinin bile tahmin edemeyeceği oranda artarak on binleri buldu
TEK YASAK
Özgürlüğün geldiği gün
O gün ölmek yasak!
Cemal Süreya
İlk yasak hangisiydi hatırlıyor musunuz? Benim aklıma ilk Afyon’daki ardından da Anamur’daki içki yasakları geliyor. Daha sonra Beyoğlu’nun ruhunu oluşturan sokaklar yasaklardan nasibini aldı. Nevizade, Küçükbeyoğlu ve Asmalımescit’teki masalar toplatıldı. Aslında korkacak bir şey yoktu, iki tek atarak vatan kurtarıldığı görülmemişti, bazen sadece serin bir yaz akşamında bir bira içmek iki lafın belini kırmak isterdi vatandaş.
Ardından kürtaj yasağı geldi. Kürtaja düzenleme adı altında kadınların bedenlerine dokunulmaya başlandı. Kadının bedeni üzerinden siyaset yapıldı. Yaz tatilinde Kaş’ta kaldığım pansiyonun sahibi olan başı örtülü 70 yaşındaki teyze dedi bunu “Hiçbir hükümet kadının bacak arasına girmedi.” Aynen böyle dedi.
Gencecik öğrenciler tutuklandı. Üniversite öğrencileri özellikle ODTÜ’lüler birer ucube ilan edildi. 23 Nisan, 19 Mayıs kutlamaları iptal edildi. 29 Ekimi kutlamak isteyenler göz altına alındı.
Devlet Tiyatroları ve Şehir Tiyatroları’nın ardından Devlet Opera ve Balesi’nin de kapanması gündeme geldi, repertuarlarına sınırlar çizildi. Cinsel tercihleri yüzünden yazarların oyunları çıkarıldı. Zaten Taksim Sahnesi, AKM, içindeki Oda Tiyatrosu, Aziz Nesin Sahnesi nicedir yasaklı. Tarihi ve kültürel mirasımız Emek Sineması seyircisinden koparıldı.
Derken THY yasakları geldi, THY uçuşlarının bazı ayaklarında alkol yasağı getirildi, hatta hızlar alınamadı yine kadın cinsi üzerinden çalışanlara kırmızı ruj yasağı geldi. Halk çoğu zaman traji-komik buldu bu yasakları. Sürrealistti yasaklar, “Fahrenheit 451” filmindeki gibi itfaiyecilerin yangın söndürmek için değil de kitap yakmak için çalıştığı bir ülkeye mi dönüyorduk? Ya da “Persepolis” filmindeki gibi kadının sokakta koşmasının bile –kalçaları tahrik unsuru olur diye- yasaklandığı bir ülkeye doğru mu gidiyoruz diye düşünmeye başladı halk.
Geçtiğimiz hafta 23 Mayıs’ta alkol satışına “yasak” ah böyle demeyecektik “düzenleme” getirildi. Saat ayarı çekildi içicilere ne de olsa bir kadeh bile içen alkolikti başbakana göre. Sosyal medya “tam zamanında yasaklandı alkol, ayıldık” diyerek yasağa ironik bir cevap verdi.
Bir ölü toprağı vardı halkın üstünde, suya sabuna dokunmayan apolitik gençler vardı. 26 Mayıs sabahı şafak vakti üç beş ağacın kaldırımı genişletme gerekçesiyle sökülmesine kadar bu böyleydi. Başta 40-50 kişi olan direnişçilerin sayısı kendilerinin bile tahmin edemeyeceği oranda artarak on binleri buldu. Gezi Parkı bir direnişin sembolü oldu. Sadece ağaçların kesilmesi değildi gerekçe. Yasaklara karşı duruş, özgür yaşam isteğiydi. Başka bir şeye benzemezdi bu, özgürlüktü. Kazanmak için savaşlar yapılan, adına şarkılar şiirler yazılan.
Başbakan “Neden bu kadar tepki verdiler anlamadım, gerekirse biz bahçelerine dikmeleri için ağaç bile veririz” diyerek direnişi ağaca bağladı/bağlamak istedi. Ama işin aslı öyle değildi tabii, bu direnişin altında AKM vardı, Emek vardı, alkol yasağı vardı, kürtaj vardı, üçüncü köprü için kesilen 1 milyon ağaç vardı, vardı da vardı.
Ağaçtan kitap, defter, kalem yapılır biliyorduk; öğrendik ki ağaçtan 'direniş' de yapılıyormuş.
ÖZGÜRLÜK
Okulda defterime
Sırama ağaçlara
Yazarım adını
Okunmuş yapraklara
Bembeyaz sayfalara
Yazarım adını
Yaldızlı imgelere
Toplara tüfeklere
Kralların tacına
En güzel gecelere
Günün ak ekmeğine
Yazarım adını
Tarlalara ve ufka
Kuşların kanadına
Gölgede değirmene yazarım
Uyanmış patikaya
Serilip giden yola
Hınca hınç meydanlara adını
Ey özgürlük!
Kapımın eşiğine
Kabıma kacağıma
İçimdeki aleve
Camları oyununa
Uyanık dudaklara
Yazarım adını
Yıkılmış evlerime
Sönmüş fenerlerime
Derdimin duvarına
Arzu duymaz yokluğa
Çırçıplak yalnızlığa
Yazarım adını
Geri gelen sağlığa
Geçen her tehlikeye
Yazarım ben adını,
yazarım
Bir sözün coşkusuyla
Dönüyorum hayata
Senin için doğmuşum haykırmaya
Ey özgürlük!
Paul Eluard
TEK YASAK
Özgürlüğün geldiği gün
O gün ölmek yasak!
Cemal Süreya
İlk yasak hangisiydi hatırlıyor musunuz? Benim aklıma ilk Afyon’daki ardından da Anamur’daki içki yasakları geliyor. Daha sonra Beyoğlu’nun ruhunu oluşturan sokaklar yasaklardan nasibini aldı. Nevizade, Küçükbeyoğlu ve Asmalımescit’teki masalar toplatıldı. Aslında korkacak bir şey yoktu, iki tek atarak vatan kurtarıldığı görülmemişti, bazen sadece serin bir yaz akşamında bir bira içmek iki lafın belini kırmak isterdi vatandaş.
Ardından kürtaj yasağı geldi. Kürtaja düzenleme adı altında kadınların bedenlerine dokunulmaya başlandı. Kadının bedeni üzerinden siyaset yapıldı. Yaz tatilinde Kaş’ta kaldığım pansiyonun sahibi olan başı örtülü 70 yaşındaki teyze dedi bunu “Hiçbir hükümet kadının bacak arasına girmedi.” Aynen böyle dedi.
Gencecik öğrenciler tutuklandı. Üniversite öğrencileri özellikle ODTÜ’lüler birer ucube ilan edildi. 23 Nisan, 19 Mayıs kutlamaları iptal edildi. 29 Ekimi kutlamak isteyenler göz altına alındı.
Devlet Tiyatroları ve Şehir Tiyatroları’nın ardından Devlet Opera ve Balesi’nin de kapanması gündeme geldi, repertuarlarına sınırlar çizildi. Cinsel tercihleri yüzünden yazarların oyunları çıkarıldı. Zaten Taksim Sahnesi, AKM, içindeki Oda Tiyatrosu, Aziz Nesin Sahnesi nicedir yasaklı. Tarihi ve kültürel mirasımız Emek Sineması seyircisinden koparıldı.
Derken THY yasakları geldi, THY uçuşlarının bazı ayaklarında alkol yasağı getirildi, hatta hızlar alınamadı yine kadın cinsi üzerinden çalışanlara kırmızı ruj yasağı geldi. Halk çoğu zaman traji-komik buldu bu yasakları. Sürrealistti yasaklar, “Fahrenheit 451” filmindeki gibi itfaiyecilerin yangın söndürmek için değil de kitap yakmak için çalıştığı bir ülkeye mi dönüyorduk? Ya da “Persepolis” filmindeki gibi kadının sokakta koşmasının bile –kalçaları tahrik unsuru olur diye- yasaklandığı bir ülkeye doğru mu gidiyoruz diye düşünmeye başladı halk.
Geçtiğimiz hafta 23 Mayıs’ta alkol satışına “yasak” ah böyle demeyecektik “düzenleme” getirildi. Saat ayarı çekildi içicilere ne de olsa bir kadeh bile içen alkolikti başbakana göre. Sosyal medya “tam zamanında yasaklandı alkol, ayıldık” diyerek yasağa ironik bir cevap verdi.
Başbakan “Neden bu kadar tepki verdiler anlamadım, gerekirse biz bahçelerine dikmeleri için ağaç bile veririz” diyerek direnişi ağaca bağladı/bağlamak istedi. Ama işin aslı öyle değildi tabii, bu direnişin altında AKM vardı, Emek vardı, alkol yasağı vardı, kürtaj vardı, üçüncü köprü için kesilen 1 milyon ağaç vardı, vardı da vardı.
Ağaçtan kitap, defter, kalem yapılır biliyorduk; öğrendik ki ağaçtan 'direniş' de yapılıyormuş.
ÖZGÜRLÜK
Okulda defterime
Sırama ağaçlara
Yazarım adını
Okunmuş yapraklara
Bembeyaz sayfalara
Yazarım adını
Yaldızlı imgelere
Toplara tüfeklere
Kralların tacına
En güzel gecelere
Günün ak ekmeğine
Yazarım adını
Tarlalara ve ufka
Kuşların kanadına
Gölgede değirmene yazarım
Uyanmış patikaya
Serilip giden yola
Hınca hınç meydanlara adını
Ey özgürlük!
Kapımın eşiğine
Kabıma kacağıma
İçimdeki aleve
Camları oyununa
Uyanık dudaklara
Yazarım adını
Yıkılmış evlerime
Sönmüş fenerlerime
Derdimin duvarına
Arzu duymaz yokluğa
Çırçıplak yalnızlığa
Yazarım adını
Geri gelen sağlığa
Geçen her tehlikeye
Yazarım ben adını,
yazarım
Bir sözün coşkusuyla
Dönüyorum hayata
Senin için doğmuşum haykırmaya
Ey özgürlük!
Paul Eluard
Etiketler: alkol yasağı Cemal Süreya diren gezi parkı direniş Eser Rüzgar eylem Gezi Parkı özgürlük Paul Eluard Yasaklar Zülfü Livaneli