Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Egemen Limoncuoğlu | Yepyeni bir serüven
24 Nisan 2018 - 10:04
The White Stripes’la hayatımıza giren, uzunca bir süredir de solo albümleriyle 2000’lerde popülerlik yakalamış en büyük rock’n’roll insanlarından biri olmayı sürdüren Jack White, mart ayının son günlerinde “Boarding House Reach” adlı yeni, ve bu kez biraz da farklı bir albümle tekrar karşımıza çıktı.

Bu satırlar eğer bundan 15 sene kadar evvel yazılsaydı, öncelikle cevap vermemiz gereken tek bir soru vardı: Jack ve Meg White kardeş mi?

O günleri anımsayanlar, bu medeni hal / akrabalık muammasına kafa yoruluşunu da unutmamışlardır. Tebessümle anılabilecek bir merak olarak müziksever bünyelerimizin kolektif hafızasında kalmış bir detay. 2000’li yılların belki de en büyük rock’n’roll hadisesi şeklinde tanımlanacak The White Stripes’ı oluşturan iki insan hakkında buna da kafa yormamız, bugün bakınca hakikaten o günlerde ne kadar popüler simalar haline geldiklerinin de bir kanıtı.

 

Kırmızı, beyaz ve siyahla bezeli albüm kapakları, enstrümanları, kıyafetleri ile görsel hafızamıza kazınmış ikili. Gürültülü gitarlar, sadece gitar ve davuldan mürekkep ‘rock grubu’ halleri, önce yeni yeni müzik dünyasını yönlendirmeye başlayan internet aleminden adlarının yayılışı, daha bir plak sözleşmeleri olmadan NME dergisine kapak oluşları, o günlerde hala müzik yayınlayan MTV’de sürekli kliplerine denk gelmemiz... Blues’u 90’lara hükmetmiş ‘alternatif rock’ ile çarpıştırıp The Strokes, Franz Ferdinand gibi 2000’lere girerken gitarlı müzikte başrolleri kapacak isimlerle birlikte arşivlerimize dahil oluşları.

 

Evli miymişler efenim?

 

 

Jack ve Meg White’ın medeni hali, memleketleri Detroit’in yerel basını sayesinde ortaya çıktığında – yani 1996’dan 2000’e kadar evli oldukları, sonra boşandıkları- Jack bey hâlâ ısrarla ve inatla verdiği röportajlarda kardeş olduklarını beyan etmekteydi. Zira en baştan beri adı ve hayatı etrafında muğlak durumlar yaratmak en sevdiği şeylerin başındaydı. Bu konuda Bob Dylan’ı örnek aldığı aşikardı. Dylan gençliğinde, adı, geçmişi, nereden geldiği (nereye gittiği) gibi mevzularda kafa karıştıran bilgiler vererek hafiften bir kedi-fare oyunu oynamaktaydı. Jack de uyguladı bu öğretiyi. Kadim blues müzisyenlerinin hayatlarına dair söylenceler ve gerçeklerle karışık bilgilere de özendiğini eklemeliyiz. Gerçek adının John Anthony Gillis olduğu bilgisi bile şüpheli.

 

Bunlar tabii, sadece Jack White’ın oyunbaz mizacından kaynaklı durumlar değil. Kendine yaratmak istediği, ve bunda gayet de başarılı olduğu, rock’n’roll kimliğinin bir parçası hepsi. Özenerek, takip ederek,dinleyerek ve hayranlık duyarak büyüdüğü isimlerin, rock’ın eski şaşalı günlerinin, rock’n’roll kurallarına neyin nasıl yapılacağına dair ondaki bir yansıması.

 

Neyse ki, popülerliği ayyuka çıkıp, internette hayatımızın en önemli haber kaynağı haline büründüğünden beri Jack Bey’e dair daha doğru malumatlara ulaşıyoruz. The White Stripes sonrası model Karen Elson’la evililiği mesela. Karen’le kardeş olmadıklarını biliyoruz mesela – kesin bilgi. İki çocukları olduğunu biliyoruz, 6. Evlilik yıl dönümlerine denk gelen tarihte boşandıklarını, ama bunu sanki yıl dönümü kutlar gibi bir parti vererek taçlandırdıklarını da. Ya da mesela Jack’in The Black Keys’e basbayağı gıcık olduğunu, The White Stripes’ın yakaladığı tını ve kıvamı kullanarak ünlendiklerini düşündüğünü de. Öyle ki, The Black Keys yarısı Dan Auerbach’ın çocuklarıyla kendi çocuklarının aynı okula gitmesine katiyen izin vermek istemeyecek kadar.

 

Oylar Jack başkana

 

 

Jack White rock’n’roll kültürünü seviyor. Yazılı olmayan kurallarıyla, antikalıklarıyla, hal – tavır alışkanlıklarıyla, hatta kıyafetleriyle... Ama öncelikle bu kültürün müzikal tarafını seviyor. Onu kadim bir blues kaydını arayıp bulup, restore etmeye tüm vaktini harcarken görebiliriz. Kurduğu plak şirketi Third Man etiketiyle, başka plak şirketlerinin yüz vermediği genç bir sese, bizzat kendi desteğini de esirgemeden bir albüm yaparken de. Wanda Jackson, Loretta Lynn gibi geçmişte kaldığı düşünülen, lakin Jack için gayet mühim şarkıcıları yeniden göz önüne çıkaracak kayıtlar yaparken de. The Raconteurs ya da The Dead Weather gruplarıyla da gayet başarılıı ve ilgi gören albümler yaparken de.

 

Plakların geri dönüşüne en çok onun sevindiğini düşünebiliriz mesela. Kendi solo albümünü, plak formatının sınırlarını da zorlayarak sadece içerik değil, biçimsel olarak da bu işte müthiş heyecan duyarak ilerletmeye çalıştığına şahit olabiliriz. 1940’lardan kalma, telefon kulübesi kılıklı çalınanı doğrudan plağa aktrran bir ‘kayıt kulübesi’ni çalışır hale getirip, Neil Young’ı da o kulübeye sokup canlı canlı kaydedilip anında plağa basılmış bir albümü müzik dünyasına armağan ederken de. Abartılı gelecek belki kulağa ama, yine de zikredelim, müzik dünyasının belediye başkanı seçimleri olsaydı Jack White’ın tüm bu yaptıklarıyla epey bir oy alacağı kesindi.

 

Geleceğe dönüş

 

The White Stripes’ın feshinden sonra çıkan üçüncü Jack White solo albümü “Boarding House Reach”, siz bu satırları okurken dijital ve fiziksel platformlarda yerini aldı. “Punk, hip hop ve rock’n’roll’u huni vasıtasıyla 2018’de açılacak bir zaman kapsülüne akıtmak istedim” diyor Jack Bey albümün genel havası hakkında. Eskiye olan bağlılığı, eskiyi günümüze afili şekillerde taşımasıyla takdir ettiğimiz White’ın bu kez başka işler peşinde olduğunu anlıyoruz albümden şarkılar işitince. Zira bunlar ‘modern’ tınılar. Evet, bildiğimiz Jack White vokali ve gitarı yerli yerinde. O makineli tüfek gibi şarkı sözlerini sayışı da, iç yakan hisli çığlıkları da. Ama zamanında plaklardan alıntılanan ritim/ses parçaları ve bilgisayarsız kayıt teknolojisi marifetiyle manuel diyebileceğimiz biçimde, mesela jiletle bant keserek yapılan, asri zamanlardaysa tek tuşa basarak halledilebilen kesme-biçme, ekleme-çıkarma işlemleri tatbik edilmiş şarkılar var bu kez cebinde.

 

Bir deney, geleceğe doğru da atılmış bir adım denebilir White müziği için. Kendisinden sürekli “Seven Nation Army”ler beklemek haksızlık olurdu. Ya da illa ona atfettiğimiz, onun da mutlulukla hayata geçirdiği klasik manasına gayet yakın rock yıldızlığında zerre sapmamasını istemek de. Lakin “Boarding House Reach” de hafiften dağınık geliyor kulağa. Biraz efor gerektiriyor. Biraz ne yapmak istediğini anlamak için kafa yormak da. Bu bakımdan keyifli bir serüven. Orası kesin.

 

 

Jack White’ın...

 

10 kardeşin en küçüğü olduğunu,

İlk gençlik yıllarında döşemecilik (koltuk vs.) yaptığını, hatta kendi yerini açtığını. Ve dahi ilk gruplarından birinin adını da The Upholsterers (döşemeciler) koyduğunu,

Yıllar sonra, o kılıflarını yenilediği koltukların bazılarının altından Jack tarafından yerleştirilmiş plaklar çıktığını,

Yurttaş Kane filmini düzinelerce kez izlediğini, bir filme kitlenip onu sık sık tekrar izleme alışkanlığıyla Jim Jarmusch’u bile şaşırttığını,

Amerikan televizyonlarının talk-show yıldızı Conan O’Brien ile albümler kaydettiğini,

İdolleri arasında saydığı astronot Buzz Aldrin’le yıllar sonra, Interview dergisi için Aldrin’in onunla röportaj yapışı vesilesiyle tanıştığını,

“Lazaretto” albümünden “High Ball Stepper” adlı şarkısının kullanıldığı Magnum reklamı sayesinde memleketimizde televizyon izleyen hemen herkes tarafından duyar duymaz tanınabilecek halde olduğunu,

Yeni albümü “Boarding House Reach” için vereceği konserlerde,  konserlerin ‘%100 insani bir deneyim’ olması amacıyla cep telefonlarını yasakladığını,

 

biliyor muydunuz?