90’lı yılların Seattle, grunge, alternatif kelimeleriyle tanımladığımız rock ortamının kadın kahramanlarından birkaçı, gruplarının ideal olarak tanımlayabileceğimiz kadrolarını tekrar bir araya getirip yeni albümler kaydediyor.
Tıpkı 25 sene evvel yaptıkları gibi. Zamanlar değişse de onlar hâlâ pek havalı.90’lı yıllarla birlikte rock müziğin çehresi geceden sabaha hızına yakın bir hızda değişti. Sadece sınırlı bir çevrede bilinen Seattlelı grup Nirvana’nın “Smells Like Teen Spirit” klibinin, o vakitler hâlâ bir müzik televizyonu olan MTV’de saat başı gösterilmesiyle hakikaten bir sabah devcileyin bir modası geçmiş olarak uyandı 80’li yılların pop ve rock alemini domine eden frapan kıyafetli, kabarık saçlı müzisyenler. Ama tabii ki öyle bir gecede değişmedi her şey.
Ana akım müzik dünyası, listeleri, şirketleri dışında kalan, internetsiz günlerin imkanlarıyla, el ilanları, kendi başlarına hazırladıkları/çoğalttıkları kasetler, küçük şirketlerin bastığı plaklar, üniversite radyoları gibi ulaşım yöntemleriyle tıpkı kendileri gibi ‘dışarıda’ kalmış kulaklara ulaşan onlarca isim bir anda su yüzüne (ya da yeryüzüne) çıktı. Bizler, yani dünyanın geri kalanı da ani ve bolluk ihtiva eden bu çıkışın tadını çıkardık. Biz de hemen oduncu gömleklerimizi çektik, saçlarımız yağlı gezmek için bahanemiz oldu. Seattlelı gruplar başı çekti, Nirvana, Soundgarden, Pearl Jam, Alice In Chains... Ama sadece bu kadarla bırakmazdı müzik endüstrisi, Sonic Youth, Bad Religion gibi yıllardır müzik yapan gruplar bir anda büyük şirketlerden büyük albümler çıkarmaya başladı. Seattle’a yakın oturuyorum, hem de rock yapıyorum,üstelik alternatifim diyene albüm yaptılar. 80’li yılların popüler rockçıları tınılarını bu yeni akıma uyarlamaya çalıştı, Jon Bon Jovi saçını kesti vesaire. Lafı çok uzatmadan esas mevzumuza geçelim, kadınlara.
Bu yeni filizlenen, cesaret veren müzikal yükseliş, 80’li yılların ortamına kıyasla görece eşitlikçiydi. Bu sayede birbiri ardına ‘kadın grupları’, kadın müzisyenler de zuhur etti yeraltından. Bu sayfada o günlerden yadigar üç grubu, yepyeni albümler yapmaları vesilesiyle konuk ediyoruz ama diğerlerini unuttuk sanmayın. Zaten 90’lı yılların Yoko Ono’su Courtney Love’ı mesela, nasıl unutabiliriz. Kurt Cobain bir kuşağı peşine takmış sürüklerken Love’a az diş bilemedik o vakitler. Öyle ki kendi grubu Hole’un da gayet iyi müzik yaptığını arada unutuverdik. Sonic Youth’un Kim Gordon’undan Smashing Pumpkins’in bas gitaristi D’arcy’ye bu yeni rock’ın gruplarında kadın müzisyenler dikkatimizi çekti. Okyanusun bize daha yakın tarafından PJ Harvey ile tanıştık. Bu tayfanın devamında Alanis Morrisette’ten Anouk’a, Meredith Brooks’a daha pop’a yakın, ama haldir, tavırdır yine alternatifliğini koruyan kadınları dinledik.
Ama 90’ların ilk yarısının esas kadınları çoğunluğu ya da tamamı hemcinslerinden oluşan gruplara sahip olanlardı. İçlerinden punk’ı mesken tutanlar Bikini Kill’in öne çıktığı ve ‘riot grrrl’ başlığı altında toplandıkları bir akıma dahil edildi hatta.
Sonra zamanlar değişti, trendler değişti, müzik dinleme şekillerimiz internetle beraber değişti. Aradan çeyrek asır geçti. Bahsi geçen isimlerin bir kısmı müzikten koptu, ya da daha az haberdar olduğumuz kayıtlar çıkardı. Bazıları dağıldı, bazıları yeniden bir araya geldi... hah, işte bu girizgah akabinde gelecek satırlar tam da bu konuya dair. Zira çeyrek asır evvelin has kadınlarının gruplarından üçü, yok yakın aralıklarla yepyeni albümler çıkardı, çıkarıyor. Kimler mi?
The Breeders
Alternatif rock, indie rock vb. kategorileştirmelere maruz kalan müzisyenlerin başlıca ilham kaynaklarından biri Pixies. The Breeders ise Pixies’in bas gitaristi ve Kurt Cobain’in en sevdiği Pixies şarkısı “Gigantic”in yazarı olarak camiada gayet afili bir yere sahip Kim Deal’in kendi grubu. 1990’da Steve Albini prodüktörlüğünde ilk The Breeders albümü “Pod” çıktığında, albümün yine en birinci hayranı Kurt Cobain’di. Öyle ki Steve Albini’yle sırf bu albüm yüzünden çalıştıkları dahi söylenir. The Breeders’la turneye de çıkarlar. Kim Deal grubunu Tanya Donnelly ile kurmuştu, lakin esas kadro ikiz kardeşi Kelley ve bas gitarist Josephine Wiggs’li The Breeders olarak hafızalara yer etti. O kadronun kaydettiği, 90’ların marşlarından biri haline gelen “Cannonball”u da ihtiva eden “Last Splash” albümleri 1993’te çıktı. Sonrası hem grunge/alternatif rock rüzgarının 90’ların ikinci yarısında şekil değiştirmesi, popülerliğinden kaybetmesi, idolünü kaybetmesi gibi sebepler, hem de Deal ikizlerin alkol ve uyuşturucu yüzünden yıllarını rehabilitasyon merkezlerinde geçirmesiyle pek iyi gelmedi. 2003’te Kim grubu tekrar aktif hale getirdi. Pixies’ten uzaklaştırıldı. “Last Splash”i yapan kadroyu tekrar bir araya getirdi ve 10 yıl aradan sonra “All Nerve” adlı çok sıkı bir albümle mart ayında geri döndü. The Guardian gazetesinden türlü müzik bloguna, herkes (tekrar) sıraya girdi alternatif rock’ın en cool kadını sıfatıyla övmek üzere Kim Deal’i.
“Cannonball”
Belly
Üvey kardeşi Kristin Hersh’ün Throwing Muses’la 80’li yılların sonunda geliyorum diyen ana akım dışında kalan rock’ın tanınmış simalarından biri oluveren Tanya Donnelly’nin grubu Belly. Kim Deal ile ilk The Breeders albümü için güç birleştiren ama o da kesmeyince kendi grubunu kurar Donnelly. Nihayet kendi istediği şekilde, kendi bestelerini çalıp söylediği bir grubu olur. 1993’te çıkan ilk Belly albümü “Star”, “Gepetto”, “Feed The Tree” gibi şarkıları, biraz da bu sayfalarda bahsedip durduğumuz o grunge/alternatif rock yükseliş günlerinin tam merkezine denk geldiği için pek tutar. İkinci albüm “King” 1995’te gelir. Daha büyük bir prodüksiyondur ama bekleneni veremez. Güzel albümdür ama endüstri çarkları arasında kaybolur. Donnelly grubu dağıtır. Solo albümler yapıp, onlardan şarkıları çaldığı turnelere çıkar. Kült bir 90’lar yadigarı isme dönüşür. Tıpkı üvey kardeşi Kristin Hersh gibi. Siz bu satırları okurken, 23 yıl sonra ilk kez yeni bir Belly albümü teşrif etmiş olacak. Donnelly’nin “Dove” adını uygun gördüğü albüm, Belly’nin tam da 23 sene evvel bıraktığı yerden devam ediyor.
“Feed The Tree”
L7
The Breeders ve Belly’den farklı olarak hem punk kural kitabına, hem de heavy metal düsturlarına daha yakın bir grup olarak arzı endam etmişti L7. Punk büyüğü Bad Religion’ın desteğini görerek adlarını daha geniş kitlelere duyuran bu dört kadından oluşan grup, 90’ların başlangıcıyla birlikte yükselen alternatif rock ortamının en parlak isimlerinden biri olmuştu. Donita Sparks’ın sözünü esirgemeyişiyle bolca da haber konusuydular. Reading Festivali’nde sahneden seyircilerin üzerine tamponunu atması mı dersiniz, muhafazakar Amerikalıları deli eden kürtaja evet kampanyaları mı dersiniz... Donita Sparks ve Jennifer Finch, grunge sahnesinin en tanınmış kadınlarından ikisi olarak kayda geçse, grubun ömrü 2000’li yılları görmeye vefa etmedi. Şimdiyse 2015’te bir geri dönüş turnesi, ardından bir belgesel, 18 sene ardından yapılan yeni kayıtlar, yeni turne derken başlayan süreç L7’ın üç vakte kadar çıkacak yeni bir albümüyle ‘taçlanıyor’. Dinleyicilerinden gelen bağışlarla finanse etmek üzere Pledge Music platformu üzerinden düzenledikleri kampanyayla her zamanki gibi punk etiğine uygun işler peşindeler.