Milliyet Sanat »Yazarlar » Ebru Demetgül | Ruby’nin Odası
Ruby’nin Odası
15 Ekim 2012 - 07:10Çocuğun, çocukluğun görsel dildeki karşılığının şu ana kadar gördüklerimizle sınırlı olmaması gerektiğini düşündürüyor
Bazen bir fotoğrafı görür görmez takılıp kalıyorum, yüzüme hiçbir duyguyla eşleşmeyecek bir ifade oturuyor. Benzeri, devamı varsa onlara da sırayla bakıp, çekirdek çitler gibi aynı hissi tekrar tekrar yaşıyorum. Gördüğüm şeyi estetik bulmam gerekmiyor, duvarıma asmam, bilgisayarıma kaydetmem bile ama gözlerimi alamayabilirim. Mutlaka kafamın içerisinde bir yerlerimi gıdıklıyor olur. Eleştirel bir gözle bayağı, sakil, tuhaf gibi sıfatlar yakıştırabileceğim o görüntünün garip çekiciliğine kapılırım. Bir haber portalının magazin bölümündeki “……. fotoğrafları için tıklayınız” butonunun tuhaf ve genelde itiraf edilmeyen çekiciliği gibi. İyi veya kötü ne olursa olsun içeriğiyle ‘ham’, ‘çiğ’ olanın böyle bir avantajı var sanıyorum. İçine çekiyor.
Sekiz cümledir size anlatmaya çalıştığım karmaşık hislerimi bu yazıda görüyor olduğunuz fotoğraflar için de hissettim. O çiğ tuhaflık Ruby adında bir kız çocuğunun ağzıyla yaptığı oyunlar, sakızlar, lolipoplar çevresinde kurulmuş. Ruby 4,5 - 6 yaş civarlarında. Sürekli ağzında bir şeyler yuvarlıyor, oyuncaklarını ısırıyor, sakızları uzatıyor, yüzünü boyuyor ve muhtemelen çok eğleniyor. Çocuğunun en düzgün en tatlı halini çekmeye çalışır genelde anne babalar. Saçını, yakasını düzeltir, ağzını yüzünü silerler. Çoğumuzun albümünde buna benzer fotoğraflar yoktur sanıyorum. Var diyorsanız biraz üzüleceğim.
“Ruby’nin Odası” serisi Anne Noble’ın 1998 ve 2004 yılları arasında biriktirdiği, kızı Ruby’nin ‘çocukluk fotoğraflarından’ oluşuyor. Yeni Zelanda’nın dünyaya kazandırdığı başarılı sanatçılardan biri olarak anılan Noble bu serisini, Queensland Art Gallery, Museum of New Zealand, Paris PhotoQuai Biennale, Speilhaus Morrison Gallery ve GoMA’da sergileme imkanı bulmuş. “Ruby’nin Odası” serisi görülmeye değer bulundukça ve konuşuldukça çok geçmeden bazı çevreleri rahatsız etmeye başlamış. Ruby’nin yüzünde tek bir bölgeye odaklanılması, dilini gözeneklerine kadar görüyor olmamız ve bir de üzerine Noble’ın kendi çocuğunu ‘kullanmış’ olması tartışmaları kaçınılmaz kılmış. Sally Mann, Tierney Gearon, Bill Henson aynı kaderi paylaşan hatta sergileri sırasında polis baskınına uğrayan, ağır suçlamalarla baş başa kalan diğer isimler. Kısa bir araştırmayla bu isimlerin çektikleri çocuk portrelerinin ne derece sakıncalı olduğuna bir de siz karar verin isterim. Çekilen bazı ince ve kalın çizgileri oynatarak ‘hassasiyet egzersizi’ yapmak iyi fikir olabilir. Kararsız kalmak bile bize bir şey söyler.
Bakınca hissettiğim ilk şeyin “Ruby de ne tatlı şey” olmadığını itiraf edeyim; bu cümle sıralamanın gerisinde. Mutlu veya mutsuz olduğuna dair bir ipucu da verilmemiş. Ama çocuğun, çocukluğun görsel dildeki karşılığının şu ana kadar gördüklerimizle sınırlı olmaması gerektiğini düşündürüyor. Çocuğun masumiyeti yanında özel bir dünyası, sırları, bazen öfkesi bazen küçük hain planları, ağzında çevirdiği pis sakızları olabileceğini de görsele dökmek o kadar da ayıp olmayabilir. ‘Kaba dürüstlük’ diyebiliriz belki buna. Kabaca dürüst olabilecekken olamadığım, yuvarlattığım neler var diye düşünerek günüme devam edeyim en iyisi.
Bazen bir fotoğrafı görür görmez takılıp kalıyorum, yüzüme hiçbir duyguyla eşleşmeyecek bir ifade oturuyor. Benzeri, devamı varsa onlara da sırayla bakıp, çekirdek çitler gibi aynı hissi tekrar tekrar yaşıyorum. Gördüğüm şeyi estetik bulmam gerekmiyor, duvarıma asmam, bilgisayarıma kaydetmem bile ama gözlerimi alamayabilirim. Mutlaka kafamın içerisinde bir yerlerimi gıdıklıyor olur. Eleştirel bir gözle bayağı, sakil, tuhaf gibi sıfatlar yakıştırabileceğim o görüntünün garip çekiciliğine kapılırım. Bir haber portalının magazin bölümündeki “……. fotoğrafları için tıklayınız” butonunun tuhaf ve genelde itiraf edilmeyen çekiciliği gibi. İyi veya kötü ne olursa olsun içeriğiyle ‘ham’, ‘çiğ’ olanın böyle bir avantajı var sanıyorum. İçine çekiyor.
Sekiz cümledir size anlatmaya çalıştığım karmaşık hislerimi bu yazıda görüyor olduğunuz fotoğraflar için de hissettim. O çiğ tuhaflık Ruby adında bir kız çocuğunun ağzıyla yaptığı oyunlar, sakızlar, lolipoplar çevresinde kurulmuş. Ruby 4,5 - 6 yaş civarlarında. Sürekli ağzında bir şeyler yuvarlıyor, oyuncaklarını ısırıyor, sakızları uzatıyor, yüzünü boyuyor ve muhtemelen çok eğleniyor. Çocuğunun en düzgün en tatlı halini çekmeye çalışır genelde anne babalar. Saçını, yakasını düzeltir, ağzını yüzünü silerler. Çoğumuzun albümünde buna benzer fotoğraflar yoktur sanıyorum. Var diyorsanız biraz üzüleceğim.
“Ruby’nin Odası” serisi Anne Noble’ın 1998 ve 2004 yılları arasında biriktirdiği, kızı Ruby’nin ‘çocukluk fotoğraflarından’ oluşuyor. Yeni Zelanda’nın dünyaya kazandırdığı başarılı sanatçılardan biri olarak anılan Noble bu serisini, Queensland Art Gallery, Museum of New Zealand, Paris PhotoQuai Biennale, Speilhaus Morrison Gallery ve GoMA’da sergileme imkanı bulmuş. “Ruby’nin Odası” serisi görülmeye değer bulundukça ve konuşuldukça çok geçmeden bazı çevreleri rahatsız etmeye başlamış. Ruby’nin yüzünde tek bir bölgeye odaklanılması, dilini gözeneklerine kadar görüyor olmamız ve bir de üzerine Noble’ın kendi çocuğunu ‘kullanmış’ olması tartışmaları kaçınılmaz kılmış. Sally Mann, Tierney Gearon, Bill Henson aynı kaderi paylaşan hatta sergileri sırasında polis baskınına uğrayan, ağır suçlamalarla baş başa kalan diğer isimler. Kısa bir araştırmayla bu isimlerin çektikleri çocuk portrelerinin ne derece sakıncalı olduğuna bir de siz karar verin isterim. Çekilen bazı ince ve kalın çizgileri oynatarak ‘hassasiyet egzersizi’ yapmak iyi fikir olabilir. Kararsız kalmak bile bize bir şey söyler.
Bakınca hissettiğim ilk şeyin “Ruby de ne tatlı şey” olmadığını itiraf edeyim; bu cümle sıralamanın gerisinde. Mutlu veya mutsuz olduğuna dair bir ipucu da verilmemiş. Ama çocuğun, çocukluğun görsel dildeki karşılığının şu ana kadar gördüklerimizle sınırlı olmaması gerektiğini düşündürüyor. Çocuğun masumiyeti yanında özel bir dünyası, sırları, bazen öfkesi bazen küçük hain planları, ağzında çevirdiği pis sakızları olabileceğini de görsele dökmek o kadar da ayıp olmayabilir. ‘Kaba dürüstlük’ diyebiliriz belki buna. Kabaca dürüst olabilecekken olamadığım, yuvarlattığım neler var diye düşünerek günüme devam edeyim en iyisi.