Zarafetle yaşlanmak
Bir kadının bedeni, nasıl göründüğü, yaşı, kilosu, selülitleri, çatlakları, kırışıklıkları ne zaman üzerine bu kadar rahat fikri beyan edilebilen bir şeye dönüştü acaba? O kadar kesin kurallar var ki. Bir kere kadın genç olacak. Öyle böyle genç değil, 25’ten gün almamış mümkünse. Tabii ki incecik olacak. Selülitin adını bile anmıyorum, o ne bayağı bir şey. Liseyi bitirir bitirmez botoksa başlarsa belki 30 - 35’e kadar oluru var, ondan sonra geçmiş olsun, anneyse başımızın tacıdır tabii ya da, abla, teyze der hürmet ederiz ama “bir takım şeyler” için zaman dolmuştur. Oyuncuysan mesela, boyun kadar çocukların annesi rollerine merhaba. Tabii ki kocan olarak senden en az on yaş büyük bir aktör yakışacaktır yanında. Yaşıtların hala jöndür çünkü. Erkekler yaşlanmaz, olgunlaşır, demlenir, daha kıymetli hale gelir. Beyaz saçları onlara karizma, göbekleri çekicilik katar.
Sevinmeliyiz herhalde, konu sadece bizim sorunumuz değil. Hollywood kadınları da isyanda. Geçtiğimiz ay Milliyet Sanat dergisinde Selin Gürel’in erkeklerin azade olduğu yaş ayrımcılığından söz eden şahane bir yazısı vardı. Carrie Ann Moss’a 40 yaşına bastığı gün büyükanne rolü gelmiş, biz gene bizdeki örneklere şükredelim diyeceğim neredeyse. 40’ı, hatta Allah muhafaza 50’yi, 60’ı aşan aktrislere ne öneriyoruz peki? Evlerinde geçmiş şaşaalı günleri yad etmelerini? Arada birtakım davetlerde boy gösterip festivallerde “yaşam boyu başarı” ödüllerini kucaklamalarını? O sırada mümkünse hala incecik, hala bir şekilde genç görünümlü, kırışmamış, sarkmamış olmalarını? Çünkü aksi halde “Zaman ne kadar acımasız, nerede o eski güzel günleri?” başlıklı, “öncesi - sonrası” konulu fotoğraf galerileri konulacak önüne. Peki “zamana meydan okuduysa” kurtulacak mı görünüşü üzerine görüş bildirilmesinden? Tabii ki hayır. “Zarafetle yaşlandığının” altı çizilecek bu sefer. Zarafetle. Bu da kadınlar için mümkün olan bir durum. Erkek çünkü yaşlanmıyor, bakınız önceki paragraf.
Bu zarafet mevzuuna, bir kadına bunu söylemenin nasıl bir cinsiyet ayrımcılığı olduğuna son değinen Julianne Moore olmuş, As If dergisine verdiği röportajda. Sanki bu hayatın bir gereği değilmiş, yaşlanıp yaşlanmamak kontrol edilebilen bir şeymiş, kimisi bunu zarafetle, kimi zarif olmayan şekilde yapıyormuş saçma algısını yerden yere vuruyor. Hellen Mirren’ın cümlesini de alıntılıyor; “Ya yaşlanırsınız ya genç ölürsünüz”.
Yani zarif ve düşünceliymiş gibi görünen “Kadınlara yaşı sorulmaz” dahil bütün cinsiyetçi yargılardan kurtulursak, yaşlanmak sadece birilerinin başına gelen bir lanet değil, aslında bir şans. Şu birbirimize doğum günlerimizde dilediğimiz “Uzun ve sağlıklı bir ömür” var ya, işte o yaşlanmak. Bunun zarafetle olanı da botoksla, dolguyla, askıyla falan değil, olsa olsa ruhuna, kalbine, zihnine, zaman içinde geliştirdiğin değerlerine iyi bakmakla, çevrene, dünyana faydalı olmakla, adalet duygunu, insanlara karşı şefkatini, merhametini yitirmemekle olabilir. Yıllarla birlikte öfkesi, huysuzluğu, nefreti artan, zamanını ona eski yıllarını hatırlatan gençlere sinir olmakla geçiren, yaşadığı dünyanın havasını, suyunu kendisinden sonra tufanmış gibi tüketen bir insanın “zarafetinden” söz edilemez herhalde. İstediği kadar fit, kırışıksız, selülitsiz olsun.