Milliyet Sanat »Yazarlar » Asu Maro | Sen yine soranlara ''insanım'' de
Sen yine soranlara ''insanım'' de
08 Ocak 2013 - 12:01Vasıf Öngören nasıl bir metin yazmış ki, 40 yıla yakın zaman geçmiş, yine ibretle izliyorsunuz. ‘Zengin Mutfağı’, insan olmanın ne demek olduğunu sorgulatıyor“Ben herhalde başka bir oyun izledim” diye düşünerek bitirdim ‘Zengin Mutfağı’nı. 10 gün kadar önce iki ülkücü genç kızın “Burada bize hakaret ediliyor, küfürler sıralanıyor” diye protesto edip çıktıkları oyun bu olamazdı. Zira kimseye küfür eden bir oyun değil, Vasıf Öngören’inki. Zarif ve incelikli bir oyun bir kere. Herkesi kendi gerçeğiyle baş başa bırakıyor sadece. Sağcı, solcu demeden herkesin kendisine sık sık sorması gereken soruyla: “Kime hizmet ediyorum ben?”
Bu mutfakta babacan Hulusi Kentmen yok
Sona saklanacak sözü baştan söylemiş oldum ama bu bölümü bir an önce atlayıp oyunun asıl hak ettiklerini söylemek, niyetim. Öngören’in ilk kez 1977’de sahnelediği ‘Zengin Mutfağı’, 15-16 Haziran 1970 işçi eylemlerini ve sonrasını, kalantor işadamı Kerim Bey’in evinin mutfağından izliyor. Tam Yeşilçam filmlerindekiler gibi bir mutfak... Tonton bir aşçı, şoför, tatlı bir hizmetçi kız... Ama babacan bir Hulusi Kentmen yerine, daha ‘gerçeğe uygun’ şekilde çalışanlarını canını çıkarana kadar koşturan bir patron var. Ve bir mutfağa sığdırılmış koca bir ülke panoraması.
Aşçı Lütfü, sezgileri güçlü olsa da aslında biraz saf bir adam. Yanında çalışan kızı, babası gibi sahiplenmiş. Kızcağızınsa tek bir hayali var: Sevdiği gençle bir an önce evlenip kendi mutfağının kadını olmak. Koynunda biriktirdiği üç kuruş parasını çulsuz bir öğrenci olan Selim’e veriyor ki bir an önce evlenebilsinler.
Ve biz, aslında saf bir gence benzeyen Selim’in eline biraz para geçsin diye 12 Mart döneminde eylemlere katıldığı için aranan işçilerden birini ihbar edişine ve bu bilinçsizce yaptığı hareketin onu geri dönüşsüz bir şekilde değiştirişine tanıklık ederiyoruz. Önce “Komünistti canım” diye avutuyor kendini, sonra muhbir olduğu için onu öldürürler diye korkuyor, sonunda da aşçı Lütfü’nün “Patron baba adamdır, burada kalmana izin verir” diye götürdüğü Kerim Bey’in maşalarından biri haline geliyor. O saf ve nişanlısına aşık genç, beslenip semirdikçe gözünü kan bürümüş, ‘beyaz bereli’ bir caniye dönüşürken, ne Lütfü bir şey anlıyor, ne de küçük hizmetçi kız... Artık gerçek gözlerine girip inkar edilemeyecek hale gelene kadar...
Herkes çok iyi, özenli
Vasıf Öngören nasıl bir metin yazmış ki, 40 yıla yakın zaman geçmiş, yine ibretle izliyorsunuz. Üstüne üstlük hiçbir söz kafanıza kakılmadığı için son derece de eğlenerek, gülerek, arada hüzünlenerek, hiç sıkılmayarak... Oyunu İstanbul Şehir Tiyatroları’nda sahneleyen kızı Aslı Öngören, yazara sadık kalarak ama bugüne dair değinmelerle metni zenginleştirerek, çok yalın, tertemiz bir iş çıkarmış. Aralara şarkılar yazmış, onları da müzisyen Çiğdem Erken’e emanet etmiş. Bir piyano (Burçak Çöllü) ve bir keman (Doğa Başak) tarafından canlı çalınıyor şarkılar ve hepsi de gayet iyi şarkı söyleyen oyuncularca seslendiriliyor.
Ödenekli tiyatrolarda maalesef sıkça rastlarız, özgürce oluşturulamadığından uyum sağlamamış, sarkan ekiplere. Burada başta aşçı rolüne cuk oturan, ama zaten ne oynasa iyi oynayan Murat Garibağaoğlu olmak üzere, Irmak Örnek (hizmetçi kız), Ali Mert Yavuzcan (Selim), Ozan Gözel (Şoför Seyfi) ve Selçuk Yüksel (Seyfi’nin abisi Ahmet), hepsi çok iyiler. Yavuzcan’ın iki apayrı Selim oynayışını, karakterin yaşadığı dönüşümü yansıtma becerisini ayrıca kutlamak lazım. Sahne (Aysel Doğan), kostüm (Nihal Kaplangı), ışık tasarımı (Kemal Yiğitcan) özenli. Özetle, izleyene keyif veren bir oyun... Bir de insan olmanın ne demek olduğunu sorgulatan... Oyunun en güzel şarkılarından birinde dediği gibi Aslı Öngören’in: “Ne sor, ne işit, ne de söyle... Sen yine soranlara insanım de...”
Oyundaki karakterlerden birinin sıraladığı sövgüleri üstümüze alınmak yerine oyunun sözünü anlamaya çalışmak daha doğru olmaz mı? Ayrıca oyunun sonunda faşizme sövüyor aşçı Lütfü ama oyun boyunca komünistleri de sıradan geçiriyor sık sık, onu ne yapacağız?
Bu mutfakta babacan Hulusi Kentmen yok
Sona saklanacak sözü baştan söylemiş oldum ama bu bölümü bir an önce atlayıp oyunun asıl hak ettiklerini söylemek, niyetim. Öngören’in ilk kez 1977’de sahnelediği ‘Zengin Mutfağı’, 15-16 Haziran 1970 işçi eylemlerini ve sonrasını, kalantor işadamı Kerim Bey’in evinin mutfağından izliyor. Tam Yeşilçam filmlerindekiler gibi bir mutfak... Tonton bir aşçı, şoför, tatlı bir hizmetçi kız... Ama babacan bir Hulusi Kentmen yerine, daha ‘gerçeğe uygun’ şekilde çalışanlarını canını çıkarana kadar koşturan bir patron var. Ve bir mutfağa sığdırılmış koca bir ülke panoraması.
Aşçı Lütfü, sezgileri güçlü olsa da aslında biraz saf bir adam. Yanında çalışan kızı, babası gibi sahiplenmiş. Kızcağızınsa tek bir hayali var: Sevdiği gençle bir an önce evlenip kendi mutfağının kadını olmak. Koynunda biriktirdiği üç kuruş parasını çulsuz bir öğrenci olan Selim’e veriyor ki bir an önce evlenebilsinler.
Ali Mert Yavuzcan ve Irmak Örnek, İstanbul
Şehir Tiyatroları'nın sahnelediği
"Zengin Mutfağı"nda.
Selim ‘beyaz bereli cani’ye dönüşürkenŞehir Tiyatroları'nın sahnelediği
"Zengin Mutfağı"nda.
Ve biz, aslında saf bir gence benzeyen Selim’in eline biraz para geçsin diye 12 Mart döneminde eylemlere katıldığı için aranan işçilerden birini ihbar edişine ve bu bilinçsizce yaptığı hareketin onu geri dönüşsüz bir şekilde değiştirişine tanıklık ederiyoruz. Önce “Komünistti canım” diye avutuyor kendini, sonra muhbir olduğu için onu öldürürler diye korkuyor, sonunda da aşçı Lütfü’nün “Patron baba adamdır, burada kalmana izin verir” diye götürdüğü Kerim Bey’in maşalarından biri haline geliyor. O saf ve nişanlısına aşık genç, beslenip semirdikçe gözünü kan bürümüş, ‘beyaz bereli’ bir caniye dönüşürken, ne Lütfü bir şey anlıyor, ne de küçük hizmetçi kız... Artık gerçek gözlerine girip inkar edilemeyecek hale gelene kadar...
Herkes çok iyi, özenli
Vasıf Öngören nasıl bir metin yazmış ki, 40 yıla yakın zaman geçmiş, yine ibretle izliyorsunuz. Üstüne üstlük hiçbir söz kafanıza kakılmadığı için son derece de eğlenerek, gülerek, arada hüzünlenerek, hiç sıkılmayarak... Oyunu İstanbul Şehir Tiyatroları’nda sahneleyen kızı Aslı Öngören, yazara sadık kalarak ama bugüne dair değinmelerle metni zenginleştirerek, çok yalın, tertemiz bir iş çıkarmış. Aralara şarkılar yazmış, onları da müzisyen Çiğdem Erken’e emanet etmiş. Bir piyano (Burçak Çöllü) ve bir keman (Doğa Başak) tarafından canlı çalınıyor şarkılar ve hepsi de gayet iyi şarkı söyleyen oyuncularca seslendiriliyor.
Ödenekli tiyatrolarda maalesef sıkça rastlarız, özgürce oluşturulamadığından uyum sağlamamış, sarkan ekiplere. Burada başta aşçı rolüne cuk oturan, ama zaten ne oynasa iyi oynayan Murat Garibağaoğlu olmak üzere, Irmak Örnek (hizmetçi kız), Ali Mert Yavuzcan (Selim), Ozan Gözel (Şoför Seyfi) ve Selçuk Yüksel (Seyfi’nin abisi Ahmet), hepsi çok iyiler. Yavuzcan’ın iki apayrı Selim oynayışını, karakterin yaşadığı dönüşümü yansıtma becerisini ayrıca kutlamak lazım. Sahne (Aysel Doğan), kostüm (Nihal Kaplangı), ışık tasarımı (Kemal Yiğitcan) özenli. Özetle, izleyene keyif veren bir oyun... Bir de insan olmanın ne demek olduğunu sorgulatan... Oyunun en güzel şarkılarından birinde dediği gibi Aslı Öngören’in: “Ne sor, ne işit, ne de söyle... Sen yine soranlara insanım de...”
Oyundaki karakterlerden birinin sıraladığı sövgüleri üstümüze alınmak yerine oyunun sözünü anlamaya çalışmak daha doğru olmaz mı? Ayrıca oyunun sonunda faşizme sövüyor aşçı Lütfü ama oyun boyunca komünistleri de sıradan geçiriyor sık sık, onu ne yapacağız?
Etiketler: Ali Mert Yavuzcan Aslı Öngören Asu Maro Irmak Örnek İstanbul Şehir Tiyatroları Murat Garibağaoğlu Ozan Gözel Selçuk Yüksel Vasıf Öngören Zengin Mutfağı