Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Asu Maro | Sanat için bu mübah değil

Sanat için bu mübah değil

22 Şubat 2021 - 11:02

Ne mutlu ki dünyada tersine döndürülemeyecek bir rüzgâr başladı ama “ifşa”lar arttıkça, birileri daha “ben de” dedikçe bataklığın ne kadar derin olduğu ortaya çıkıyor. Bitmiyor çünkü. Ve bu taciz tecavüz vakalarında kadına yüklenen rol o kadar büyük ki. Bir kere en başından mümkünse tacize yol açmamakla yükümlüsün. Ona göre giyinmek, ona göre davranmak, dikkat çekmemek, arzu uyandırmamak, küçücük yaşta edinilmiş tecrübeyle konuşuyorum; senin sorumluluğunda. Sen üzerine dar bir şey giyme ki erkek arkadaşların sana el atmak ‘zorunda’ kalmasın. Onların freni yok çünkü.

Tut ki iş o aşamayı geçti, önünde iki yol var: Ya o anda durduracaksın, hemen mümkünse iki de şahit bularaktan şikâyetçi olacaksın, kendini adınla sanınla ifşa edeceksin, cümle âlem görecek ya da artık sonsuza dek susacaksın. Çünkü cinsel suçların kendine özgü bir zaman aşımı var. “Neden o zaman söylememiş? Neden susmuş? Neden durmuş?” gibi bir dizi soru hazırda bekliyor. Faille empati kurma konusunda o kadar gelişkin durumdayız ki kurbana hiç kalmıyor. Hele hele ifşa edilen kişi edebiyat, sanat, medya gibi alanlarda sözü geçen, saygı duyulan bir isim, üstüne üstlük bir “eğitimci” ise, olay neredeyse “Hocamızdır, başımızın tacıdır. Lütfetmiş size dokunmuş, gurur duyun” noktasına varacak.

Neyse ki bütün bu caydıran, sindiren, bezdiren kurallar gibi cesaret de bulaşıcı da biz şu an Tiyatro Medresesi’nde kadın katılımcılara Celal Mordeniz tarafından uygulanan tuhaf “çalışma”ların niteliğini tartışabilir haldeyiz. Önce Ayşe cesaret etti yaşadıklarını anlatmaya. Bir oyuncu olarak Medrese’de katıldığı eğitimde uğradığını söylediği taciz ve cinsel saldırıya dair yazdığı yazı ve meslektaşı Ahmet’le beraber duruma dair tespitler, bütün o nedenmiş, nasılmış sorularını bertaraf edecek nitelikte. Bir insan neden taciz edildiğinde susar, aklından ne geçer ne hisseder, neden onca zaman bekler gibi konuklarda hala kafanız karışıksa okumanızı öneririm. Özellikle karşında bir otorite figürü varsa insanın nasıl elinin kolunun bağlandığını, kendisini dahi aksine ikna etmeye çalıştığını öyle açık kalplilikle anlatıyor ki. Tabii karşısındaki saygın eğitmenin de yaptığı işe “büyüleme” gibi sıfatlar yakıştırarak olayı katmerlendirdiğini göz ardı etmeyelim. “Tabuları yıkmak”, efendim sınırları kaldırmak, katılımcılara iyi gelmek, oyuncunun ‘cinsel enerjisini’ ortaya çıkarmak gibi türlü ‘sanatsal’ misyon ve bundan rahatsız olduğunu belli ederek geri kafalılıkla suçlanma tehlikesi var ortada.

Sonuçta Ayşe kimilerine göre geç de olsa olan bitenin adını koyma ve önce Tiyatro Medresesi’ne bildirip ardından açtığı anonim hesaptan herkese duyurma cesaretini gösterdi. Tabii ki “Neden adıyla soyadıyla ortaya çıkmıyor efendim?” saçma sorusuyla karşılaştı. Onun cesareti adıyla soyadıyla ortaya çıkacak olan Hatice’ye, onunki Fatma’ya, en son da Elif’e güç oldu. Her seferinde daha sinir bozucu detaylar çıkıyor ortaya söz konusu “çalışmalarla” ilgili. Dokunulmadık mahrem bölgesi kalmadığını, günlerce mosmor gezdiğini anlatan Elif’in verdiği “Hamlet Claudius” örneği ve “Kendi fikri herkes tarafından kabul edilmeden yeni bir çalışmaya geçmedi” cümlesi bağımsız değil bütün diğer yapılanlardan.

Ama bu ortaya saçılan kötülüklerin iyi bir yanı var: Nihayet “kutsal”ları, dokunulmaz olanları, saygı gösterip başımızda taşıdıklarımızı ve onların verdiği zararları konuşmak için bir fırsat var önümüzde. Sanat eğitimi nedir ne değildir, içinde bir miktar “faşizm” barındırması normal midir diye başlayıp sözde en özgürlükçü kabul edilen bir alanda en çok korunan özgürlüğün tanrı katına oturtulan bazı hocaların öğrencileri ezme, onlara hükmetme, kendilerini kötü hissettirme hakkı olduğunu ifşa etmeye başlamanın vaktidir artık. Yıkılacak bir tabu varsa o da bu. Sanat için bu mübah değil.

 

Etiketler: Asu Maro