Milliyet Sanat »Yazarlar » Asu Maro | Prensesler ve Yedi Cüceler
Prensesler ve Yedi Cüceler
14 Mayıs 2013 - 11:05 | Asu Maro, Füsun Demirel ve ikizleri ile beraber. Fotoğraf: Ercan ArslanÖzellikle sinema, televizyon camiasında, medyada geçerli olan ve oradan gündelik hayata yayılan ‘genç ve zayıfsan hayat sana güzel, her alanda bütün başroller senin, geri kalanlara da yardımcı roller dağıtılsın’ hali, gerçekten kabak tadı verdiPazar söyleşisi için yıllar sonra buluştuğum Füsun Demirel’in mutluluğu çok etkiledi beni. 30 yıla yakın oyunculuk yaptıktan, meslek örgütlerinde çalıştıktan, başkalarının mutsuzluklarına çare olmak için didindikten sonra dönüp kendisine bakmış bir kadının, 50 yaşında kendisi için bir şey yapıp ikiz çocuk doğurmasının çok saygı duyulası bir karar olduğunu düşündüm.
Ama daha önemlisi hırsla ‘tırmalanmamış’, stratejilerle planlanmamış bir kariyerin kendi yolunu bulup su gibi akmasına şahane bir örnek olduğu için bir kat daha heyecan duydum Füsun Demirel’i görmekten. Sadece yetenek ve çalışkanlık gibi bu dönemde hiç de ‘geçer akçe’ olmayan özelliklere sahip olarak... Kafayı hiçbir zaman daha zayıf, daha genç, daha güzel görünmeye takmadan... Olduğu gibi, kendi sahip olduğu özellikleriyle...
Kaçıncı örnek?
Üstelik daha 17 yaşında gencecik bir kızken tanışmış, bu piyasada aranan asıl nimetin yetenekten önce fiziki görünüm olduğu gerçeğiyle. “Çok yetenekli ama kilosu fazla” gerekçesiyle çevrilmiş Ankara Devlet Konservatuarı’nın kapısından. Azimli olmasına azimliymiş ama bu azmini diyet yapıp kilo vererek bir daha jüri karşısına çıkmak yerine “Ben bu kilomla oyuncu olacağım, siz de göreceksiniz” yönünde kullanmayı tercih etmiş. Bu arada yanlış anlama olmasın, şişman filan değil, sadece manken fiziğine sahip değil, o kadar. Ve dediğini yapmış, İtalya’da oyunculuk okuyup dönmüş yurda. O gün bugündür de Türkiye’de ‘iyi oyuncu’ denince akla gelenler listesinde yer aldı hep, hem de olması gerektiği gibi, günden güne yükselerek... Bu arada bu kaçıncı örnektir... Zamanında fiziksel özellikleri nedeniyle konservatuardan geri çevrilmiş o kadar çok kişi bugün bayıla bayıla izlediğimiz birer oyuncuya dönüşmüş durumda ki...
Kabak tadı verdi
Aslında niye bunu mesele ediyorum, çünkü yaş ve kilo faşizminden çok sıkıldım. Özellikle sinema, televizyon camiasında, medyada geçerli olan ve oradan gündelik hayata yayılan bu ‘genç ve zayıfsan hayat sana güzel, her alanda bütün başroller senin, geri kalanlara da yardımcı roller dağıtılsın’ hali, gerçekten kabak tadı verdi. İnsanların kendi kendilerine hazırlayıp içine düştükleri bir tuzak olmalı bu, çünkü yeterince yaşayacak kadar şanslıysanız, yaşlanmamak diye bir şey yok. Eee güzellikse, sahip olmak için parmağınızı bile kıpırdatmadığınız bir özellik, bir ‘değer’ bile değil. Kilo desen, çeşit çeşit yapıda insan var, kimse bir örnek değil, birisinin güzel, ötekinin tukaka olduğuna kim karar verdi?
Ondan güzeli yok
Füsun Demirel’in çocukluğuna dair anlattığı “Baleye giderken Pamuk Prenses olup tütüler giymek isterdim, bana yedi cücelerden biri rolü verilirdi” hikayesine bakın hele... Kaç yaşında başlıyor bu saçma sapan ayrımcılık... Kaç yaşında kazınıyor küçücük beyinlere birilerinin prenses, ötekilerin yedi cüce olarak dünyaya geldiği... Ve bir kız olarak ne olursa olsun prenses olmaya gayret etmen gerektiği... Diyetler, sporlar, estetikler, hepsi tek amaç için... Prenses kalmak için.
Ama işte biz ne kadar direnirsek direnelim, yıllar geçiyor ve prensesler de yaşlanarak onları başkalarının gözünde değerli kılan tek özellikleri olan güzelliklerini yitiriyorlar yine o ‘başkalarının’ ölçülerine göre. Hüzünlü bir düşüş yaşıyorlar ondan sonra. Çocukken prenses rolüne uygun bulunmayan, kilolu diye okula alınmayan Demirel’se, 50’sini beş yıl geçmiş, doğumdan beri kendi ölçülerinde de kilolu bir kadın olarak kariyerinin ve şöhretinin doruğunda. Çünkü doğuştan getirip çalışarak beslediği, üzerine kattığı tüm özellikleriyle oyunculuğu daha da tatlanmış durumda. Ve seyirci bunun kıymetini bilebiliyor. Güzelliğin, özelliğin asıl insanın kendisine inşa ettiği karakterde, bilgide, birikimde olduğunu görebiliyor. Bir de zaten Füsun Demirel yılların getirdiği demlenmiş mutlulukla öyle bir gülüyor ki, ondan güzeli yok...
Ama daha önemlisi hırsla ‘tırmalanmamış’, stratejilerle planlanmamış bir kariyerin kendi yolunu bulup su gibi akmasına şahane bir örnek olduğu için bir kat daha heyecan duydum Füsun Demirel’i görmekten. Sadece yetenek ve çalışkanlık gibi bu dönemde hiç de ‘geçer akçe’ olmayan özelliklere sahip olarak... Kafayı hiçbir zaman daha zayıf, daha genç, daha güzel görünmeye takmadan... Olduğu gibi, kendi sahip olduğu özellikleriyle...
Kaçıncı örnek?
Üstelik daha 17 yaşında gencecik bir kızken tanışmış, bu piyasada aranan asıl nimetin yetenekten önce fiziki görünüm olduğu gerçeğiyle. “Çok yetenekli ama kilosu fazla” gerekçesiyle çevrilmiş Ankara Devlet Konservatuarı’nın kapısından. Azimli olmasına azimliymiş ama bu azmini diyet yapıp kilo vererek bir daha jüri karşısına çıkmak yerine “Ben bu kilomla oyuncu olacağım, siz de göreceksiniz” yönünde kullanmayı tercih etmiş. Bu arada yanlış anlama olmasın, şişman filan değil, sadece manken fiziğine sahip değil, o kadar. Ve dediğini yapmış, İtalya’da oyunculuk okuyup dönmüş yurda. O gün bugündür de Türkiye’de ‘iyi oyuncu’ denince akla gelenler listesinde yer aldı hep, hem de olması gerektiği gibi, günden güne yükselerek... Bu arada bu kaçıncı örnektir... Zamanında fiziksel özellikleri nedeniyle konservatuardan geri çevrilmiş o kadar çok kişi bugün bayıla bayıla izlediğimiz birer oyuncuya dönüşmüş durumda ki...
Fotoğraf: Ercan Arslan
Kabak tadı verdi
Aslında niye bunu mesele ediyorum, çünkü yaş ve kilo faşizminden çok sıkıldım. Özellikle sinema, televizyon camiasında, medyada geçerli olan ve oradan gündelik hayata yayılan bu ‘genç ve zayıfsan hayat sana güzel, her alanda bütün başroller senin, geri kalanlara da yardımcı roller dağıtılsın’ hali, gerçekten kabak tadı verdi. İnsanların kendi kendilerine hazırlayıp içine düştükleri bir tuzak olmalı bu, çünkü yeterince yaşayacak kadar şanslıysanız, yaşlanmamak diye bir şey yok. Eee güzellikse, sahip olmak için parmağınızı bile kıpırdatmadığınız bir özellik, bir ‘değer’ bile değil. Kilo desen, çeşit çeşit yapıda insan var, kimse bir örnek değil, birisinin güzel, ötekinin tukaka olduğuna kim karar verdi?
Ondan güzeli yok
Füsun Demirel’in çocukluğuna dair anlattığı “Baleye giderken Pamuk Prenses olup tütüler giymek isterdim, bana yedi cücelerden biri rolü verilirdi” hikayesine bakın hele... Kaç yaşında başlıyor bu saçma sapan ayrımcılık... Kaç yaşında kazınıyor küçücük beyinlere birilerinin prenses, ötekilerin yedi cüce olarak dünyaya geldiği... Ve bir kız olarak ne olursa olsun prenses olmaya gayret etmen gerektiği... Diyetler, sporlar, estetikler, hepsi tek amaç için... Prenses kalmak için.
Ama işte biz ne kadar direnirsek direnelim, yıllar geçiyor ve prensesler de yaşlanarak onları başkalarının gözünde değerli kılan tek özellikleri olan güzelliklerini yitiriyorlar yine o ‘başkalarının’ ölçülerine göre. Hüzünlü bir düşüş yaşıyorlar ondan sonra. Çocukken prenses rolüne uygun bulunmayan, kilolu diye okula alınmayan Demirel’se, 50’sini beş yıl geçmiş, doğumdan beri kendi ölçülerinde de kilolu bir kadın olarak kariyerinin ve şöhretinin doruğunda. Çünkü doğuştan getirip çalışarak beslediği, üzerine kattığı tüm özellikleriyle oyunculuğu daha da tatlanmış durumda. Ve seyirci bunun kıymetini bilebiliyor. Güzelliğin, özelliğin asıl insanın kendisine inşa ettiği karakterde, bilgide, birikimde olduğunu görebiliyor. Bir de zaten Füsun Demirel yılların getirdiği demlenmiş mutlulukla öyle bir gülüyor ki, ondan güzeli yok...