Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Asu Maro | Popup’ta salı yemekleri

Popup’ta salı yemekleri

09 Nisan 2013 - 02:04
Maçka G-Mall’un alt katındaki Popup Cafe’de düzenlenen salı yemekleri, ünlü Johnson&Wales Aşçılık Okulu’ndan mezun olan Barkın Gökhan’ın imzasını taşıyor. Biz son derece özel bir ekiple şahane yemekler yedik Dot’un Maçka G-Mall’un alt katındaki kafeyi işletmeye başlaması epey hareket getirdi oraya. Oyun öncesi ve sonrası, -keşke sinema kapanmasaydı, film sonralarında da yapabiliyorduk bunu- bir fincan kahve, bir kadeh şarap içmek için ideal bir yer oldu. Yemekleri de güzel doğrusu, az çeşit var, ama lezzeti yerinde. Bir kafe için fazla yerinde hatta...

Geçen hafta Özlem Daltaban’dan gelen davet üzerine anladım ki, bunun arkasında enikonu becerikli bir şef var: Barkın Gökhan. Meğer kendisi Mehmet Gürs’ün de okuduğu ünlü Johnson&Wales Aşçılık Okulu’ndan mezunmuş ve gönlünde daha iddialı mönüler hazırlamak varmış. Özlem de Popup’ta salı günlerini ona ayırmaya karar vermiş.

Masa sohbetleri

Neticede “Barkın bizim için pişiriyor” başlıklı salı yemeklerinden ikincisinde, son derece özel bir ekiple şahane yemekler yedik. Özlem-Murat Daltaban çifti, masanın iki başında dönüşümlü oturup hepimizle ilgilendiler... Biz kimdik? Hakan Günday ve eşi Selen Özer Günday, Levent Erden, Dolunay Obruk, Renda-Murat Güner çifti, Onur Saylak, Eda Göklü. Yemeğe konsantre ama sohbeti de bol bir gece oldu. Barkın önce ‘trüf mantarı yağlı karnabahar püresi ve bıldırcın but’ yolladı bize, ardından soğan çorbası... Sonra bir spagetti geldi, kalamar mürekkepliymiş, üzerinde de ızgara istiridye mantarı. Küçük kaseler geldi, üzerleri incecik şeffaf bir hamurla kaplı; pirinç yufkasıymış, altında kalamar, karides, istiridye. Böyle sayınca, “Daha ne yiyeceksiniz?” denebilir, ama hepsi az az geldi neyse ki. Ana yemek olarak limon-kereviz soslu fırında levrek vardı, araya limon sorbe girdi, üzerine de vişne soslu kuzu pirzola. İlginç bir gruptuk, aramızda vejetaryenler, sebzefobikler ve denizden babası çıksa yemezler vardı. Ama Barkın herkesi memnun etmeyi başardı, finaldeki apple crumble ise, herkesin gözdesi oldu.

Geceden sevindirici haberler: Hakan Günday yeni romanını yazmakta. Murat Daltaban merakla beklediğimiz Sarah Kane oyununun provalarına başlamış. Hakan Günday’ın çevirdiği oyun ‘Silindi_r’ adıyla gelecek sezon oynanacak. Gizem Erdem, İbrahim Selim, Tuğrul Tülek, Onur Saylak, Serkan Altunorak, Pınar Töre, Elvin Aydoğdu kadroda olduğunu bildiklerim. Tan Temel ve Sernaz Demirel’le dans çalışmakta olduklarını da biliyorum. Yetmezmiş gibi her birinin birer enstrüman öğrenmekte olduğunu... Serkan Altunorak’la Onur Saylak gitar almış, Pınar Töre davul... O akşamki konuşmalardan hissettiğim şudur ki; Hakan Günday’la Murat Daltaban da gitarlarını alıp sahneye çıkarsa şaşırmamalı... Özetle, her oyunda beceriler edinen oyuncularıyla Dot, Levent Erden’in deyişiyle ‘boks yapan, dans eden, iyi yemek pişiren’ bir orkestraya kavuşmak üzere.
Salı yemeklerine dönersek, her hafta sürpriz mönülerle devam edecek. Niyetiniz varsa, Popup’ı
arayıp rezervasyon yaptırmakta fayda var.

Atilla Dorsay.
Bir köşeden vazgeçmek...

Pek alışık değilizdir, sözlerin tutulmasına... “Şu, şu olmazsa giderim” diyenler, o, o olmadığı gün unuturlar verdikleri sözleri. Zordur mevkilerden, makamlardan, koltuklardan, köşelerden vazgeçmek. Hayattaki varoluşunun başka sebepleri, başka dayanakları olmalıdır. Sonra mesela bir gazete köşesiyse ‘sahip olduğun’, oradan ahkâm kesebilmenin hazzından fazlasını amaçlıyor olmalısındır. Yazdıklarınla bir şeyleri değiştirmeyi mesela... “Emek yıkılırsa mesleği bırakırım” diyen Atilla Dorsay gibi.
Dorsay’ın meslek heyecanının, aşkının benzerini az gördüm ben. Benim de içimi sızım sızım sızlattı, gazetedeki veda yazısı. Ve müthiş saygı uyandırdı bir kez daha. En çok da o çok önemli “Hiçbir girişimi değiştiremedik, hiçbir şeyi kurtaramadık. Benim için artık ne sözün, ne yazının önemi kaldı. Bu belki, artık sessiz kalmanın çığlık atmaktan daha önem kazandığı bir durumdu” bölümü.

Dedim ya, benzeri az bulunur bir meslek aşkı onunki. O yüzden de köşelere filan sığmaz, mutlaka akacak bir başka damar bulur. Ne tuhaf, mezunu olduğum Galatasaray Lisesi’nden Emek’i yıkan inşaat şirketinin sahibi de çıkmıştır, o salonu kurtaramadığı için yazmayı bırakan Atilla Dorsay da... İkisi de tarihe böyle geçecektir.