Pembe bir aile trajedisi
Bir soru var, artık neredeyse turnusol kâğıdı haline geldi. Soran için ayrı, cevaplayan için ayrı. Soru şu: “Gey rolü oynar mısınız?” Şimdi ben röportaj yaptığım bir oyuncuya bunu soruyorsam iki seçenek var ya homofobiğim ya da polemiğimi taştan çıkartmaya çalışıyorum. Hiçbir enteresan yanı olmayan, acayip demode bir polemiğe de razıyım üstelik. Ve her iki seçenekte de oyunculuğun ne olduğuna dair en ufak bir fikrim yok.
Karşıdan gelen cevap da “Böyle soru mu olur, dalga mı geçiyorsunuz benimle?” değilse bu saydıklarımın hepsi onun için de geçerli demektir. Oyuncu dediğin insan evladının oynayacağı karakterde kendisiyle aynı doğrultuda bir cinsel yönelim aramasının başka açıklaması olamaz çünkü. Ufak bir Google taramasıyla Burak Özçivit’ten Can Yaman’a, Kenan İmirzalıoğlu’ndan Erkan Petekkaya’ya pek çok isimden benzer bir açıklama geldiğini görüyoruz. “Örf var adet var” diye cevap veren bile var. Örfümüzde adetimizde hırsızlık, katillik, tecavüzcülük falan var sanırım, onları oynayıp katil zannedilmek mesela, kimseyi incitmiyor.
Neyse, bu konuya nereden geldik, gene Tamer Karadağlı’dan zamanında gelen, şimdi de malum sebepten hortlayan aynı biçim açıklamadan. Onu oynatmayı planladığı bir “gey rolü” olan yazar - yönetmen varsa şansına küssün, “Benden iyi oynayacaklar var” diyor. Oyuncu da tam böyle bir şey zaten, bazı rolleri iyi oynayabilen insan. Aynı cümlenin devamı olarak ise bir erkeğin parmak arası terlik giymemesi gerektiğini düşündüğünü dile getiriyor. Benim de “Peki ya stiletto?” diye sorasım geliyor.
Bu yıl Altın Portakal’ın Ulusal Kısa Film Yarışması’nda çok tatlı bir film izledik: “Stiletto”. Can Merdan Doğan’ın yazıp yönettiği film, şu anda da 65. BFI Londra Film Festivali’nin Kısa Film Yarışması’nda Türkiye’yi temsil etmekte. Oradan da Güney Kore’de GwangHwaMun Kısa Film Festivali’ne yolculuk.
Sürprizli dönüşleri olan, seyirciyi şaşırtan bir film olduğu için ipucu vermemeye çalışıyorum, o yüzden Uğur Yüksel’in yönetmenle ArtDog için yaptığı röportajdan faydalanacağım biraz. Film, seyirciyi evli, iki çocuklu taksi şoförü Hasan’la tanıştırıyor önce, sonra da onun nereye oturtacağımızı bilemediğimiz bir merakı, bir heyecanı, arzusu ile. Sonra da diyor ki zaten, “Oturtmayıver canım bir yere”. Hani var ya kafanda erkek şudur, kadın budur, sevdikleri, sevmedikleri, onun kimliğini temsil eden nesneler şunlardır, yok bunlar değilse onda bir “tuhaflık” vardır, bunların hepsini unut diyor. Bir de bunu müthiş tatlı, eğlenceli bir dille yapıyor. Can Merdan Doğan “Amacım bir nesne üzerinden insanın kimliğinin anlaşılamayacağı iken, aynı zamanda kim olduğumuzun cevabının verilemeyecek kadar absürt bir soru olduğunu tartışmaktı” diyor. Son derece ulaşılmış bir amaç. Bunda da yönetmenin “Tuhaflığı normalliğinde olsun istedim” dediği Hasan’ı müthiş bir sahicilikle ve incelikli bir şekilde canlandıran Murat Kılıç’ın payı çok büyük. Hani “onu oynarım, bunu oynamam, şu bana yakışmaz, başkasına yakışır” gibi tuhaflıklarla oyunculuğun aynı cümle içinde geçemeyeceğine dair şüphesi olan varsa mutlaka izlemeli. Karşısında Nihal Yalçın gibi çok iyi bir oyuncu olunca, “Stiletto” tadına doyulmaz “Pembe Bir Aile Trajedisi”ne dönüşüyor. Neşemize neşe katan şarkısı; Kahtalı Mıçe’den “Damımıza Kar Yağdı” da bonusu.